ERBATUR ÇAVUŞOĞLU / Birgün
Fransız düşünürü Lefebvre’nin ortaya koyduğu üzere; kapitalizmin 21. yüzyılı görmesindeki en büyük etkenlerden biri, onun kenti keşfetmesi olmuştur. Ve görünüyor ki, günümüzün kentleri eşitsizliğin en net yaşandığı mekânlar olarak gelişiyor. Bir yanda yoksul çöküntü bölgeleri oluşurken, diğer yanda her gün TV’de bir diğer yenisinin reklamını gördüğümüz korumalı uydu kentleri inşa ediliyor.

İşte Fransız banliyölerinden çıkan yangı n da tüm bu eşitsizliği gözümüzün içine sokuyor. Sosyal dışlanmışlık, işsizlik, güvensizlik, kimlik, ve hatta başbakanımızın ince analiziyle türban sorunu gibi bir çok özgül koşulun birikimiyle; Paris banliyöleri bir mücadele alanına dönüşmüş durumda.

Modern çağ cumhuriyetlerinin temsili demokrasisinde ise, olanlara karşı milliyetçi/ sağcı tutum destek görüyor. Üretimden, toplumsallıktan, politik süreçlerden dışlanan alttakilerin (onların deyimiyle pisliklerin) isyanı, güvenlik devleti uygulamaları nı körüklendiriyor.

Peki bizim kentlerimize çok mu uzak yaşananlar? Şayet basında “Siyah Türkler” in kültürleriyle, yaşamlarıyla, evleriyle kentleri işgal ettiğine dair tartışmalar pek de dışlayı cı sayılmazsa eğer. Küçük bir örnekle hafızamızı güncelleyelim. Çok değil 1996 1 Mayıs’ından sonra, medya tarafından gecekondu bölgeleri tehlikeli alanlar olarak ilan edilmiş, olaylar “varoş kente indi” diye damgalanmıştı.

Nitekim bu görüşlerin zihniyetiyle yoksulları n, alttakilerin yaşadıkları alanlar bir suç alanı olarak görülmekte. Ve gereksiz yığınlar sokaklarda, işyerlerinde, alışveriş merkezlerinde kameralarla denetlenmektedir. Şu da öngörülebilir ki kimlik politikası konusunda da sicili parlak olmayan T.C. Devletinin, özellikle büyükkentlerinde yaşanabilecek bir patlama karşısında, “medeniyetler uzlaşısı”nı çok da kolay gerçekleştiremeyeceği açık.

EŞİTSİZLİĞİN MERKEZLERİ

Günümüzde; küreselleşme süreci ile yarışan kentler iyiden iyiye eşitsizliğin merkezi haline geldi. Seattle gösterilerinde atılan “kapitalizmi gebert, kentleri durdur” sloganı bu yüzden oldukça şaşırtıcı ve anlamlı. Bu noktada sanırım solun da; “biz demiştik” ezberiyle hazır reçetelere sarılmaması gerekiyor. Bu hedefsiz, daha çok kendine yönelik şiddet karşısında; özgül koşulları ndan şekillenen, empati kurabilen bir “kurucu” dilin arayışlarını yapmak oldukça faydalı bir uğraş olabilir. Kentler; bu kesimleri politik sürecin içine dahil edip, birlikte yaşam alanları üretebilmek adına hayati mevziler olarak giderek önem kazanıyor çünkü.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir