3 Aralık Çarşamba günü, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Ajansı, Çarşamba Söyleşileri kapsamında “Güvenlikçiye Güvenmeyenler: Kapalı Siteler ve Sosyal Tabakalaşma” başlıklı sunumlarıyla Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyelerinden Ayfer Bartu Candan ve Biray Kolluoğlu’nu ağırladı.

1980’lerde başlayıp 90’larda hız kazanan ve günümüzde kentlerde büyük bir alana yayılan kapalı sitelerle ortaya çıkan yeni bir şehirleşme sürecini başlatarak, bunun sonucunda da farklı sınıf ve grupların tamamen ayrışmasına neden olduğu teması üzerine hazırlanan sunum, bu alanlarda yaşayanların içinde bulunduğu korku havasına da odaklanıyor.

Ayfer Bartu Candan ve Biray Kolluoğlu, üst orta gelir grubunun yerleştiği Göktürk gibi alanlarla alt sınıfın “yerleştirildiği” Bezirganbahçe gibi alanlarda insanların yaşamları hakkında bilgi edinmek amacıyla birebir görüşmeler yoluyla 2007 yılından beri etnografik bir çalışma yürüttüklerini belirttiler.

Göktürk

Sunumda öncelikle Göktürk’ün yerinden bahsedildi. 1993 yılında belediye olan Göktürk, 2004 yılında ilk kademe belde belediyesi, 2008’deki son yasal değişiklerle ise Eyüp Belediyesi’ne bağlı bir mahalle konumuna alınmış.

Almanya’dan Şehir Planlama ile ilgili bir grubun yaptığı araştırmaya göre Göktürk, 1980 yılında küçük bir köy ve birkaç küçük ölçekli apartmandan meydana gelirken 1985 yılında sanayinin bölgeye gelmesiyle alan sanayi ve ona bağlı konut bölgesi haline gelmiş. Dönüm noktası ise 1990 yılında Kemer Country’nin burada kurulmasıyla olmuş ve ardından bir çok kapalı site inşa edilerek 2001 yılından itibaren bölge tamamen kapalı sitelerden oluşan bir alana dönüşmüş. Ayrıca bu sürede Göktürk’te 3’ü özel, 2’s, devlet olmak üzere 5 okul; 3’ü özel, 1’i devlet olmak üzere 4 hastane; 4 alışveriş merkezi; 25 restoran ve 6 tane de süpermarket açılarak, “yeni bir kent fenomeni” yaratılmış.

Ayfer Bartu Candan

Karşılıklı görüşmeler ve ortaya çıkanlar
Çalışmalar sırasında üst orta gelir grubunun daha çok tercih ettiği bu bölgede bu sınıfın şehre ve diğer gelir gruplarına bakış açıları görülmeye ve bu sitelerin şehri nasıl domine ettiği ve nasıl dönüştürdüğü anlaşılmaya çalışılmış. En düşük gelirlinin asgari ücretin en az 10 katı geliri olduğu bu alanda insanların kentle ilişkileri pamuk ipliğine bağlanmış ve kent bir korku öğesi olarak ortaya çıkmış, kentte yaşamak “cesaret işi” olarak görülür olmuş.

Göktürk’te yaşayanlarla yapılan görüşmelerde, kentte yaşayan diğer sınıflara kayıtsızlık ve korkuyla karışık bir güvensizlikle yaklaştıkları, tamamen içe kapandıkları ve ailelerini öne çıkardıkları, kentten bütünüyle izole oldukları görülmüş.

Ayfer Bartu Candan ve Biray Kolluoğlu

Buralardaki yaşam içerisinde bir yandan kendileri ile yaşayan temizlikçi, güvenlik görevlisi, şoför, bahçıvan vb. işlerde çalışan diğer kişileri görmezden gelme söz konusuyken, kent içine çıkıldığındaysa kendilerinden farklı gördükleri kişilere karşı büyük bir korku hissettikleri gözlenmiş. Ayrıca bu korkunun sadece kent sokakları ve karmaşasına değil, güvenlikli, kapalı alışveriş merkezlerinde de yaşandığı, kentte yaşayanlar için “korkuyorum çünkü çok fakirler”, kendileri ve konukları dışında kimsenin içeriye alınmadığı Göktürk içinse “Yaşadığımız yer hırsızlar için bir cennet” gibi sözler kullanıldığı görülmüş.

Görüşülenlerin büyük çoğunluğu buraya “çocuklarının geleceği için” taşındıklarını, iyi okulların burada olduğunu ve çocuğunun hangi saatte kiminle görüştüğünden, ne yaptığından tamamen haberdar olduğunu, “kendisi gibi” insanlarla arkadaşlık yapabildiğini söylemiş. Kendi sosyal çevrelerinin de aynı okullardaki velilerin oluşturduğu görülmüş.

Diğer yandan Göktürklüler, içlerine kapandıklarının ve yalnızlaştıklarının da farkındalar aslında. Ama bunun kendilerine göre sebepleri de var: “çok gezmiyoruz çünkü bildiğimiz, tanıdığımız, böylelikle kendimizi rahat hissedebileceğimiz yerler olmalı gittiğimiz yerler, bizi hayal kırıklığına uğratmamalı.”

Ayrıca burada belediye ile herhangi bir ilişkinin var olmadığı göze çarpıyor. Belediyenin asli görevleri arasındaki su, elektrik, temizlik, yol vb konularda hep özel şirketler görevlendirildiğinden kentte varolan sorunlardan da uzaklaştıkları, birebir bu şirketlerle ilişki içinde oldukları görülüyor. Zamanında bölgenin Belediye Başkanı da belediyenin görevini “inşaat şirketlerini buraya çekmek” olarak tanımlaması da bu durumu ortaya çıkaran sebeplerin arasında sayılıyor.

Sonuç olarak bu kapalı sitelerin bütüncül tasarım pratiğini ortadan kaldırarak tasarım ütopyalarını ortaya çıkardığı söylenirken, güncel şehircilik-mimarlık arasındaki çizginin ortadan kaldırıldığı söyleniyor. Sadece İstanbul’da değil, dünyadaki diğer metropollerde de bunların ortaya çıktığı ama bu nedenle bu durumun normalleştirilmemesi gerektiği ve kentteki ayrışmaya neden olan bu yapılara talebin neden ortaya çıktığı ve nasıl yokolabileceği üzerinde kafa yormak gerektiği belirtiliyor.

mimdap

3 Comments

  1. 1789 devriminden sonra Güney Amerika’ya kaçan Fransız asilleri kapalı topluluklar oluşturmuş ve kendilerini dünyaya kapatmışlardı. Aradan geçen iki yüz küsur yıl sonra gelinen nokta, hem kapalılık nedeniyle hem de akraba evlilikleri nedeniyle tümüyle dejenere olmuş bir topluluk. Duyurulur.

  2. yerleşim yerlerinin bir sosyolojisi var sonuçta. kendi içinde, kendi gelir gruplarıyla ilişki kuran ve dğerlerine kapalı sitelerde olanların bütün kent için sorunlu bir durum yaratır.

  3. Güvenlikli sitelerin bizleri ve kentleri taşıdığı nokta ikiye ayrılmış yaşamlar. Bu konuda ayrım giderek çoğalmakta ve toplumsal yarılmaya doğru ilerlemektedir. Sorumlu düşünce ile bu gidişi planlama ile çözmek gerekir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir