Halil Turhanlı’nın “Kent mekânını yeniden örgütlemek” adlı yazısı (28 Mart, Radikal), son dönemdeki çalkantılı siyasi konjonktür içinde geri plana itilen önemli bir konuya temas ediyordu: Mutenalaştırma (gentrification). Turhanlı’ya göre, kentsel mekân yeniden örgütlenirken yoksulların çıkarları tamamen gözardı ediliyor, üst-orta sınıflar kent içini yoksullara bırakıyor ve kentsel mekân mutenalaştırılıyor. Tüm bunlara rağmen, Turhanlı’ya göre umutlu olmak için geçerli sebepler var. Örneğin burjuvanın hegemonyası altındaki kamusal alanda yer edinemeyen sosyal gruplar için “alternatif, özgürleştirici radikal demokratik mekânlar” tarihsel olarak hep varolmuş: Emek odaları, halkevleri, gibi…
“Radikal demokrasi mekânları yaratmak neoliberal kentleşmenin derinden yaşandığı günümüzde ne kadar olası” sorusu üzerine Turhanlı umut verici örneklerle yazısını bitirse de, sürecin akıbeti ve dinamikleri üzerine bizlere net bir tablo bırakmıyor. Turhanlı’nın yazısının satır aralarına bakmak ve kentsel mekânı hangi ideolojinin, nasıl ve hangi yollarla örgütlediğine daha fazla hassasiyet göstermek gerekiyor kanısındayım. Hem önümüzdeki tabloyu daha da netleştirmek hem de Turhanlı’nın umut ışığı gördüğü ‘radikal demokrasi mekânları ne kadar olası’ sorunsalına bir yanıt aramak için, mutenalaştırmaya adeta küresel bir form kazandıran ideolojinin nasıl bu kadar etkili olduğunu, kendine nasıl yeni “yerel hegemonyalar” yarattığını, ne tür ittifaklara giriştiğini ortaya koymak gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda, ilk olarak neoliberal dönemde mutenalaştırmanın geçirdiği kavramsal ve yapısal dönüşüme dikkat çekmek gerekiyor.
Mutenalaştırma kavramının dönüşümü
Piyasa önceliklerini savunan neoliberal hegemonya ve mutenalaştırma süreçleri günümüzde tehlikeli şekilde örtüşüyor, iç içe geçiyor ve birbirinden besleniyor. Halbuki 1960’larda mutenalaştırma kavramı ilk ortaya atıldığında, dar bir anlamda fiziksel olarak çöküntüye uğramış mahallelerin renove edilmesi, yaşanan değer artışına paralel olarak mahalle sakinlerinin artan yaşam ve konut maliyetini karşılayamaması sonucu daha az değerli alanlara doğru göç etmeleri anlamında kullanılıyordu. Mutenaştırma, özünde bir yerinden etme süreciydi. Sınıfsal ve sosyoekonomik bir değişim ve dönüşümün mekânsal yansımasıydı. Kaybedenlerinin refah devlet politikaları ile desteklendiği sürece nispeten “yerel” olarak kalan bir sorundu. Her ne kadar konut sorunu tedarik edilse de, yerinden edilenlerin kaybı sadece fiziksel değil, aynı zamanda mahallelerinde yarattıkları kültürdü.
1980’lere kadar bu dar anlamında kullanılan mutenalaştırma kavramı, neoliberal dönemle birlikte kavramsal bir “esneme” yaşıyor. Artık yerel bir süreç olmaktan öte, pek çok aktörün ekonomik çıkarının müzakere edildiği, siyasi gerilimlerin yaşandığı ve yönetildiği mekânlar oluyor mahalleler. Mutenalaştırma, 1960’lardaki naif anlamından ziyade, bugün şehir yönetimleri, belediyeler, yerli-yabancı yatırımcılar ve emlakçılar tarafından kutsanıyor. Şehirlerin yeni neoliberal vizyonu oluyor. Bu vizyon, içinde toplumsal parçalanma, dışlama ve ötekileştirme barındıran asimetrik bir vizyon ayı zamanda. Kimi zaman mega projeler, kentsel dönüşüm, kimi zaman kentsel yenilen canlandırma projeleri, neoliberal kentleşme olarak geçen kavramlar içinde önemli ölçüde mutenalaştırma barındırıyor ve mahallenin ötesinde küresel-yerel güçleri karşı karşıya getiren bir kavram olarak karşımıza çıkıyor. Paradoks ise, 1960’lardan itibaren içinde yerinden edilme gibi pek çok olumsuzluk barındıran kavramın, bugün kentsel sorunları bertaraf edeceği iddiasıyla küresel anlamda şehir yönetimlerinin, kent yöneticilerinin, hükümetlerin iştahını açması, kompleks kentsel sorunlara “hızlı neoliberal çözüm” olarak sunulması.
Kentsel imgelemin yeni merkezi
Bu çözümler neoliberal şehir vizyonu ile kentsel mekânda tezahür ederken mahalleler yeni güç savaşlarına sahne oluyor, kapitalist birikim stratejileri kendine yeni mekânlar ararken, Turhanlı’nın vurguladığı gibi yoksullar kentle sağlıklı değil, ‘nörolojik’ bir ilişki kuruyor. Bu esnada, mutenalaştırılan mahalleler ve çevreledikleri mekânların yeni sahipleri, yani neoliberal kentleşmenin kazananları, Richard Florida’nın tabiriyle “yaratıcı sınıflar”, dönüşen mahalleleri, yeni “cool” kafelerini, görkemli alışveriş merkezlerini ve diğer tüketime yönelik mekânlarını mesken edinirken, daha “sağlıklı” bir ekonomiye sahip olduğumuzu varsayıyor ve mutenalaştırmayı olumluyoruz. David Ley’in çarpıcı bir şekilde özetlediği gibi, mutenalaştırma artık 1960’lardaki gibi kentin bir köşesinde olup biten tâli bir süreç değil, kentsel imgelemin tam da merkezinde yer ediniyor.
Kentsel mekânın yeniden örgütlenmesi ve bu süreç içinde alternatif demokratik mekânların, yaşam alanlarının tanınması mümkün olacaksa ve eğer daha kapsamlı kamu ve kentsel politikalar geliştirmek istiyorsak, mutenalaştırma kavramının retorik ve gerçekliğinin neoliberal çizgide nasıl dönüştüğünü, metropolitan yönetimlerin, emlak piyasalarının, yerli yabancı yatırımcıların, belediyelerin ve devletin diğer kurumlarının neoliberal kentsel vizyonun yaratılmasındaki rolünün daha kapsamlı bir şekilde incelenmesi gerekiyor.
Kaynak: Radikal
Çelişkilerin artmasıyla sınıf mücadelelerinin keskinleşmesi yeni bulunan bir kavram değildir. Lenin’in kitaplarını okursanız buna bolca atıf yapıldığını görürsünüz. Bu saptamadan yukarıdaki sonuç çıkarmı bilemem ama özellikle ülkemizde çoğu ideolojik mücadelelerinin aslında birer iktidar mücadelesi olduğunu ve çoğu fraksiyonlaşmanın da kaynağında bunun olduğunu anlayalı yıllar oldu. Bir iktidar mücadelesini yerel halkın yaşam koşullarını yükseltme mücadelesi olarak görmek buna da alternatif olarak da sadece Rotary Kulübünü göstermek bence çok büyük bir yanılgı. Çünkü bu yaklaşım her boyutu ile tüm bir planlama alanının yok sayılması anlamına gelir. Sadece planlama alanının yok sayılması değil Batı Avrupa’da doğrusu yanlışıyla yıllardır uygulanan çalışmaların da yok sayılmasıdır.
Bölgeyi iyi tanıyan birisi olarak burada birden fazla grubun olduğunu hemen söyleyebilirim. Ama kimler olduğunu söylememi istemeyin çünkü bazı tamınlamalar artık hedef gösterme anlamına gelmeye başladı. Birde ideolojik yaklaşımlar artık çok ilginç haller almaya başladı. Ankaralı bir sol grubun bildirisine çok yakın bir bildirinin dinci bir grup tarafından da dağıtıldığını bir arkadaşım anlatıyordu.
Etiket koymak çok kolaydır. Benim yazıma Neoliberal etiketini koyabilirsiniz, Tarlabaşını küreselleşen dünyada neoliberal etkilerin sonucu olarak da gösterebilir bu kavramlara karşı açılan ideolojiki savaşı buraya da taşıyabilirsiniz.
Ama ne sorunları Rotary mantığının çok dışında çözmeye çalışan planlama alanını, ne batı avrupada bu kavramlar ileri sürülmeden çok önce başlayan çalışmaları, kurulan yeni kentleri, dönüştürülerek farklı işlevlerde değerlendirilen alanları açıklayamazsınız.
Dün akşam kanallardan birsinde bir oturum vardı. Mimarlar Odası Başkanı ile spiker konuşmacılardan bir doçent bayanın her sözüne “işte rant yağması”, ” “işte böyle insanları evlerinden kovuyorlar” yorumları yapıyorlardı. Doçent bayan ise onlara “hı hı” diyerek kendi alanından yani planlama alanından konuya dengeli, bilimsel ve iki kelimenin çok ötesindeki yaklaşımını aktarmaya devam ediyordu. Durum anlayanlar için aslında oldukça gülünçtü bana şimdi bu tartışmamızı anımsattı.
güzel bir yazı keşke yazarınıda bilebilseydik.
ama bazı yorumlar enteresan. Hele “İdeolojik yaklaşımların ortak özelliği samimi olmamalarıdır” ve devam eden hayali çıkarımları barınma mücadele alanını “bilmiyor” olmasından kaynaklanabilir. Nedret beyin konuyu algılayışıda benzer biçimde öyle de olur böyle de olur ama toplumsal fayda artmalı diyor. Evet, niyetler önemli ama tartışılan neoliberal politikalar ve kent mekanında konut sorununda yaşanan gerilemeler. Ürettiğiniz yaklaşım ise “iyi insanlar kulübü” olmaktan öteye geçemeyecektir.
Bu yazı aslında bizi şu soruya yaklaştırmalı idi: ” Kapitalizm içinde çözüm mümkün müdür?” . Sonrasında “özel mülkiyet kavramının oluşturduğu sorunlar kentsel kullanımlar açısından kişisel mülkiyet ile çözülebilir mi?”… bu soruların cevapları üzerinden oluşacak ayrışmalarda elbette ideolojik olacaktır. Ayrışmalar ve ittifaklarda bu eksende kurulacaktır.
Saim Turhan’ın bilmeden bahsettiği “ideolojik (?) davrananlar bu alanların yenilenmesini istemezler” ifadesi de tamamen yalandır, bilgisizliktir. Ona göre marksistler barınma üzerine yaşanan çelişkiler ortadan kalkarsa mücadelelerini kaybedecekler, oysa işçi ve emekçilerin tarihsel mücadelesinde barınma mücadelesi hep en geride kalmıştır, Türkiye’de ise sadece 77-78 yıllarında bir kaç mahallede ve bugün (2008) bazı mahallelerde bu mücadele mevcuttur.
Ve “ideolojik yaklaşımların ortak özelliği samimi olmamalıdır” derken kaç ideolojik yaklaşımdan söz ediyorsunuz, bizim bilmediğimiz onlarcası mı var? Sonrasında devam ettiğiniz yorumunuzda ise piyasacı-liberal ideoloji ile içsel bir ilişki kuruyor, sonunda da “rotary club” kadar halkınıza önem verdiğinizi ifade ediyorsunuz. Liberal ama sol değerlerden de bir iki kelam sonrada aman vatandaşa yazık olmasın…..
aslında böyle olmuyor, mimdap dar bir sohbet toplantısı düzenlesede oturup şöyle 3-5 saat çatır çatır tartışsak….
Bu konuda öğrendiğim şeylerden birisi Barselona’da yapılan “soylulaştırma”dır. Barselona dönüşüm projesi sırasında Çin Mahallesi denilen bölgede bu yöntem özellikle uygulanmıştır. Çin mahallesinde çinliler yaşamıyormuş, Barselona’nın en azılı suç çeteleri ve uyuşturucu organiazsyonlarının yürütüldüğ bu Çin mahallesi dönüşüm projesi sırasında soylulaştırılmış. Kent plancılarını sık sık yakındığı bu kavram mesela burada belik bir doku nakli ya da iyileştirmesi için kullanılmış.
Soylulaştırma elbette neoliberal politika ekseninde yoksulları şehir dışına atmanın aracı olarak ele alınırsa (ancak böyle olursa) karşı elbette olunmalıdır. Ancak mesela İstanbul’un hertarfında sermaye yoksulları göç ettiriyor, her tarafı mutenalaştırıyor, … derseniz önce ben “hani o sermaye” derim. Sonra nerde o mutena, soylu-zengin kişler derim. Sonra bu kadar yoksul, orta halli nasıl şehrin dışına çıkıyor derim. Yani abartmamak lazım. Böyle birşeyi isteen olsa bile olacak birşey değil. Fizken, maddeten, devletin bütçesi yetmez.
Şimdi gelelim makul olana. Kentsel değişimler zaten olmaktadır. Burada proje bazında öne sürülenlerde toplumsal dengeleri daha iyi gözetmek ve yöre insanına kazanç sağlayan çözümlere ön ayak olmak, kentsel canlanmayı göz ardı etmeden (burası önemli bu inşat ve kent odaları, plancılar bu kısmı atlıyorlar) kalkınmaya yol açmaktır. Toplumsal faydayı arttırmak ve emekçi halkları daha fazla ortak yapmak. Şimdi bu konuda derdi olmayanların söyledikleri, açtıkları davalar ile biraz da yanlış yönlendirilmiş tabakaların var olana razı tutmlarıyla değişme ve modernleşme süreci yürümez. Ülkemizde ayakları yukarıda duran bu gerçeklikleri ayakları üzerine oturtmak gerekir.
Saygılarımla
Sanıyorum son dönemlerin en etkili provokasyon cümlesi “mutenalaştırma” yada başka söyleyişleriyle “soylulaştırma” yani “gentrification” Bu kavram kentsel yenilemenin kazancını tanımlamaktadır. Fiziksel olarak çöküntü alanı niteliğindeki yerlere yapılan yatırımlar, genellikle suç oranının azaltılması, bölgenin gelir düzeyinin yükseltilmesi, bölgeden alınan vergilerin arttırılarak yerel yönetim yatırımlarının iyileştirilmesi gibi özelliklerin yanı sıra yoksulluğun bölgede azaltılması yolu ile tarihi dokuların korunması için gereken bilinç ve fonların elde edilmesini amaçlamaktadır.
İşin bir de diğer yönü vardır. Bu da bölgede oturan dar gelirlilerin eğer mülk sahibiyseler mülklerinin değerlenmesi ve daha avantajlı yaşama koşulları bulunan yerlerde konut edinebilmelerine olanak sağlanması, kiracı konumunda iseler sosyal projeler kapsamında daha iyi yaşama olanaklarına kavuşmalarını içermektedir.
Bu işin iyimser yönüdür. Birde ideolojik mücadelelere neden olan tarafı vardır ki: bir bölgenin zenginleşmesi, yaşam koşullarının iyileşmesinden rahatsız olan ve bölgenin kontrollarından çıkmasından endişe duyanların öne sürdükleri “yoksulların konutlarını kaybetmesi” durumu vardır. Artık yoksul kesimlerin bu geçmişin varlıklı şimdinin çöküntü alanlarında artık barınamama sorununu öne sürerek her türlü yenilemeye karşı çıkarlar.
İdeolojik yaklaşımların ortak özelliği samimi olmamalarıdır. Örneğin karşı çıkmış görünmek isterler ama karşı çıktıkları zaman sözgelimi iş işten geçmiş olur. Mesela Kadıköyde meydanda onbeş katlı otel işinde olduğu gibi hukuk yoluna başvuru tarihi geçmiş olur yanlışlıkla.
Yada bu bölgede oturanlar “bize alternatif olarak neyi sunuyorsunuz?” diye sordukları zaman verecekleri bir cevap yoktur. Çünkü her cevap bir gelişme içermek zorundadır. Ve bu kesimler aslında gelişmeye karşıdırlar. Statükonun sürüp gitmesi onların küçük iktidarları için uygun ortamlar demektir. Düzene karşı gibi görünürler ama aslında düzenden yanadırlar. Tarih ve kültür dokuları ise umurlarında bile değildir. Çünkü hiçbirşey yapmamak terklerin artması yıkıntıların çoğalmasından başka bir anlam taşımaz.
Ülkemizde de durum özetle budur.