Kaz Dağları’nda altın, ‘değerli’ madenler aranıyor. Bu aramalar için ağaçlar kesiliyor, yollar açılıyor, sular kirletiliyor. Oysa asıl değer Kaz (İda) Dağları’nın ta kendisi.

Kaz Dağları ile tanıştığımda dokuz, bilemediniz 10 yaşlarındaydım. Gizemli ve heybetli haliyle bazen korkularımızın bazen de oyunlarımızın başrol oyuncusu olurdu. Bilinmeyene, görünmeyene duyduğumuz büyük merakla Gizli Yediler, Afacan Beşler okur, Kaz Dağları’nda aranan hazine hikâyelerini dinler ve onların izlerini sürerdik. Her dinlediğimiz hikâyeye biz de bir şeyler katarak anlatır ve gizli bir şeyler yapmanın hazzıyla küçük kuyular açardık, dağların eteklerinde. Hikâyelerde, hazine arayanların hep elleri boş döndüğü, olup da nadiren hazineye ulaşmayı başaranların ise başlarına nice belalar geldiği anlatılırdı.

Hazine hikâyelerinin unutulmaya yüz tuttuğu yaşlara geldiğimde mitoloji ile tanıştım. Eski dostun ismi değişmiş İda Dağı olmuştu. İlk güzellik yarışması burada yapılmış, tanrılar tanrısı Zeus bu dağlarda doğmuş, Hera ile burada evlenmiş ve Troya Savaşı tanrılarca bu dağdan izlenmişti. Aşkı, ihaneti, kıskançlığı, savaşı, ölümü ve ölümsüzlüğü yani yaşamın ta kendisini anlatan nice mitolojik hikâyeye ev sahipliği yapmıştı, İda Dağı. Mitoloji okudukça dağın içinde barınan esas hazinenin, işte bu duygular ve o duyguları içine alanın ise yaşamın ta kendisi olduğunu anlamıştım.

Yaşamın acımasız davranmaya başladığı şu yetişkinlik zamanlarımızda Kaz (İda) Dağı başkaca anlamlar da taşır oldu bizler için. İçinde barındırdığı yabani hayvanları, envai çeşit bitki örtüsü ile yaşamsal dengenin yani doğanın ve doğallığın kendisiydi dağlar.
Hastalıklarımızın ilaçları bu dağlarda yetişen nice bitkiden sağlanıyordu. Zeytinle, zengin meyve çeşidiyle sağlığımızın, yaşam kalitemizin korunmasını sağlıyordu. Trafiğinden, kalabalığından, gürültüsünden ve betonundan bunaldığımız kentlerden kaçtığımızda bize kucak açıyor, bizi sakinleştirip dinlendiriyordu. Gücüyle güven veriyor, serin ve temiz sularında diriltiyordu. Bizi tekrar kendisine, kendimize, sevdiklerimize yani yaşama bağlıyordu.

Arayan bulur…

Şimdi bu dağlarda altın aranıyor, ‘değerli’ madenler aranıyor. Bu aramalar için ağaçlar kesiliyor, yollar açılıyor, sular kirletiliyor. Evet altın gelecek yerden Kaz Dağları esirgenmiyor. Oysaki değerin esası zaten Kaz (İda) Dağları’nın ta kendisi.

Belki oralara yolu düşmeyenler için pek de bir şey ifade etmiyordur anlattıklarım. ‘Bölge halkının sorunu’ diye düşünüyordur belki de birçoğunuz.

Oysa o dağlarda gelecek var. Hepimizin geleceği. Ve gelecek endişesi taşıyan herkes, biliyorum ki aynı dünyaya uyanıyor ve benzer rüyalar, kabuslar görüyor. Ve bize bu kabusları yaşatanlar, Kaz Dağları’nda hazine arayanların başlarına neler geldiğinden bihaberler. Çünkü onların hikâyeleri, hayalleri ve rüyaları yok.

Burcu Elif İnce
Kaynak: Radikal2

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir