Bir odayı çekici kılan nedir? Çok iyi bir tasarımla, kocaman odalar çok samimi, küçük odalar ise olduğundan daha büyükmüş gibi görünebilir. Aslında bu konu, tamamen ışıkla, oranlarla, kullanılan materyaller ve renklerle ilişkilidir. Bu çok değişkenli konuyu incelemek için de, Metropolis Magazine dergisi önde gelen iç mekân tasarımcılarına, en beğendikleri tasarımları sormuş, onlardan bu mekânları özel kılanın ne olduğunu anlatmalarını istemiş.
İşte tasarımcıların en beğendikleri iç mekânlar hakkında söyledikleri…
Jamie Drake’in seçimi:

Catherine Palace’taki The Amber Room

St. Petersburg, Rusya
Tasarımcı: Andreas Schlüter
Yapım tarihi: 1701–1713
Restorasyon tarihi: 2003

Bu oda, tam bir tasarım harikası olarak nitelenebilir. Fantastik, özenli, her detayı düşünülmüş ve konforlu bir mekân burası…
Işığın içeri girişi ve kehribar rengi, barok tipi, oymalı mobilyalardan yansıması oldukça fantastik bir görünüm oluşturuyor. Bu oda, antik olduğu kadar, bana modern bir his de veriyor. Sanırım bu hissi veren, Chock Close’un pikselli tasarımları. Bu tasarım biçiminde, hepimizin bildiği mimarî motifler alınıp, küçük hücrelere dönüştürülüyor. Bu küçük hücreler, size, bu yasak olsa da, duvarlara dokunma hissi veriyor.

Ben de bir gün böylesi çılgın gibi görünen ama bir yandan da kontrollü bir tasarımı yapmayı umuyorum. Belki bir gün…

Kitty Hawks’ın seçimi


Grand Central Terminali Ana Holü

New York, Amerika
Tasarım: Warren & Wetmore and Reed & Stern
Yapım tarihi: 1913
Restorasyon tarihi: 1998

Bir gün trenden inip, ana terminale doğru yürürken, ana holün büyüklüğü, ölçeği ve tepedeki ışık almayı sağlayan pencereleri, renkli camlarıyla nefesim tutulmasına sebep olmuştu, çünkü bu ölçeğe rağmen, hol, oldukça sıcak bir mekân hissi yaratıyordu. İşte o anda, büyüklüğü, ihtişamı ve sıcaklığıyla, gördüğüm en sihirli iç mekânı keşfetmiştim. Buranın tasarımı o kadar düşünülerek yapılmış ki, hiçbir işarete bakmadan yürüdüğünüzde bile sizi merkezine çeker.

Taş kolonların oranlarına baktığınızda, muhteşem, klasik bir binanın dış cephesine bakıyor gibi olursunuz. Bu tasarımdan çıkarılacak çok önemli dersler bulunuyor. Öncelikle, herhangi bir şey tasarlıyorsanız, bunu insan için yaparsınız ve insan ölçeğine uygun düşünmelisiniz. Bu özellikli alanlar da tamamen insan ölçeğine uygun ve bir o kadar da oturmaya uygun mekânlar olmalı.

George Yabu and Glenn Pushelberg’in seçimi

Fornasetti misafir Dairesi
Milano, İtalya
Tasarım: Piero Fornasetti
Yapım Tarihi: 1930s
Yenilenme tarihi: 2003 / Barnaba and Betony Fornasetti tarfından yenilenmiş

Fornasetti’nin iş mekân tasarımı, biizm okullarda öğrendiğimiz Modernist felsefeyi tamamen alt üst ediyor. Biz tasarımcılar, genel olarak işlevsel ve rasyonel bir form bulur, bu formu gereken yerlere uygularız. Ancak Fornasetti, üç boyutlu formlar üzerinde iki boyutlu tasarımlarla, iç mekân tasarımına yeni bir boyut eklemiş. Tasarımcılar, genelde “dekorasyon” sözcüğünden utanırlarken, Fornasetti’nin tasarımında dekorasyon, bir tür zekâ kıvraklığını içeriyor ve tüm algıları değiştiriyor.

Fornasetti, bu daireyi tasarlarken, Çin’den İtalya’ya kadar pek çok ülkeden üretici ile çalışmış ve her mobilyanın yüzeylerini dönüştürerek, farklı bir bakış açısı yaratmış.


George Yabu and Glenn Pushelberg’ün Alternatif Seçimi

The Farnsworth Evi

Plano, Illinois
Tasarım: Ludwig Mies van der Rohe
Yapım tarihi: 1951

Bu mekânı seçmemizin sebebi, evin, Rohe’nin doğa ile olan ilişkisini, iç mekâna çok iyi yansıttığı bir tasarım olması. Bu binayı, yalnızca kendi inşaat alanı içerisinde önemli addedebiliriz, çünkü içerisinde bulunduğu doğanın tam bir karşıtını oluşturmuş durumda. Nedenine gelecek olursak, öncelikle beyaza boyanmış olmasının bu karşıtlığa seep olduğunu belirtebiliriz. Her şeyden önce bu tasarım, çok sağlam ve çok orantılı.

Bu evi seçmemizin diğer bir nedeni ise, bugünlerde oldukça önemli olan, çevreye duyarlı bir bina olması. Mies, hiçbir zaman, tasarımlarında klimalara yer vermemiş. Rüzgarın yönü ve ağaçların yoğunluğuna göre bina tasarlamış, böylelikle doğal bir havalandırma sistemi yaratmıştır.

Bugün bile baktığımızda bize çok şey öğreten bir bina Farnsworth Evi…

Lauren Rottet’nin seçimi

Donald Judd’s Artillery
Marfa, Teksas
Tasarım: Donald Judd
Yapım Tarihi: 1982–1986

Bu binalar, tahta döşemeleriyle oldukça güzel bir görünüme sahipler. Ancak Judd, tahtanın yanında camlarla da desteklediği bir tasarım yaparak, çatıları da alüminyumdan oluşturulmuş kubbelerden oluşturmuş. Bina, tekrar eden yer döşemeleriyle, kolonlarıyla, tavanıyla oldukça ritmik ve düzenli bir bütünsel tasarımı gözler önüne seriyor. Burada, aynı zamanda güvenilir, sağlam ve basit bir mantıkla düşünülmüş, inşa edildiği mekâna hakîm bir iç mekân tasarımıyla karşılaşıyoruz.

Eğer binanın içerisinde, alüminyumdan yapılmış parçalara bakarsak, onların gökyüzünü yansıttığını görürüz. Bu tasarım fikri, özellikle güneşli günlerde etkileyici bir ortam oluşturuyor ve böylelikle iç mekânda bile olsanız, gökyüzü yansımaları sayesinde dışarıda olduğunuz hissine kapılıyorsunuz. Aynı zamanda, bu bina, dışarıdayken ise, binanın tüm iş mekânını gördüğünüzden dolayı içerideymiş hissene kapılmanızı sağlıyor.

David Rockwell’in seçimi

Palau de la Música Catalana

Barselona, İspanya
Tasarım: Lluís Domènech i Montaner
Yapım tarihi: 1908

1977 yılında üniversite eğitimimi görürken Barselona’ya gittim ve Gaudi’nin eserlerinin hepsini gördüm. Bir öğrenci olarak birkaç gösteri izleme fırsatı bulduğum tiyatro ise, beni inanılmaz derecede etkilemişti. Bu mekânın tasarımı, Paris operası’nda olduğu gibi, tüm gösterilerin rahatça sahneye konabileceği biçimde kurgulanmış, bununla birlikte Barselona’dakinin farkı, gün ışığını çok etkileyici biçimde kullanıyor olması.

Salonun her bir tarafındaki camdan perdeler, gökyüzünü harikulade bir biçimde göstermekle kalmayıp, salındaki devamlılığı da sağlıyor. Bu salonda beni en çok şaşırtan ise, geleneksel tasarım biçimiyle modern bakış açısının, doğal bir biçimde harmanlanmış olmasıydı.

İnce detayların bile düşünüldüğü, her detayıyla insanları şaşırtan ve birlikte bir yaşam alanı yaratan bu tiyatronun tasarımının dünya çapında olduğunu düşünüyorum.

Shawn Hausman’ın seçimi

Roden Krateri
The Painted Desert, Arizona
Tasarım: James Turrell
Yapım tarihi: 1972 – bugün

Daha önce hiç Roden’da bulunmamıştım, bu sebeple de orası hakkında ne beklemem gerektiğini bilmiyordum. Sedona’dan buraya doğru, “hiçbir yerin” ortasından geçerek yaptığımız uzun yolculuğun ardından Roden’a vardığımızda, düz bir çöl üzerinde bir krater fark ettik. İnsan ilk defa bu tünele girdiğinde, kendini bir anahtar deliğini geziyormuş zannediyor ve biraz daha yakından incelemeye başladığında ise, gökyüzünden yuvarlak bir parça kesildiğini düşünmeye başlıyor. Bir optik ilüzyon gibi gittikçe değişen şeklin yanında, sesin de yankılanması dünya dışı bir ortamı tasvir ediyor. Daha önce Machu Picchu’da bile bulunmuştum ancak, daha modern olmasına karşılık bu krater bana çok daha spiritüel göründü.

Bir anlamda, doğanın ışık oyunlarıyla ne hallere büründüğünü gösteren bu eser güzelliğin, kontrol edilemezliğin ve değişimin bir tür simgesini oluşturuyor.

Clive Wilkinson’ın seçimi

Drottningholm Palace Theatre
Stockholm, İsveç
Tasarım: Carl Fredrik Adelcrantz
Yapım tarihi: 1766

16 yaşındayken ailemle birlikte çıkmış olduğum İskandinavya turunda bu tiyatroyu görme fırsatı bulmuştum. O zamanki rehberimiz, tiyatronun Kraliçe Louisa Ulrika tarafından, monarşinin halkın güveninin kazanmaya ihtiyacı olduğu bir dönemde yaptırıldığını söylemişti.

Öldürmek dışında pek bir işleve sahip olmayan yönetimin yeniden güven kazanmak, sosyal işler yaptığını göstermek için iyi bir olanak olan bu tiyatro, fantastik ve zamanı için sıra dışı bir tasarıma sahip. Bana göre, bu tiyatronun dünyanın ufak bir örneği gibi tasarlanmış olması oldukça etkileyici. Tiyatro, bizlere arka perdede, gerçek hayatın dramasını sunuyor.

Kaynak: Metropolismag
Çeviri: mimdap

4 Comments

  1. Bunların bir kısmı müze, saray parçası gibi mekanlar ve bu konular ağır konular açıkçası. Ha deyip herkesin içine dalabileceği işler değil.

  2. bizde profesyonel olarak iç mekanla yani dekorasyon işiyle uğraşan meslek insanı yoksa sadece “mimar” ünvaıyla aslında iç mekandan “kovulmuştur” Tıpkı kensel mekandan dışlandığı ve bir köşeye sıkıştırıldığı gibi. Uzamanlaşmaların ayyuka çıktığı bu dönemde mimar kendi felsefesinden uzaklaştıtılıp, fonsiyonlarından boşaltılmaktadır. Bu iç mekan tasarımları bence meslek dünyamıza bir hatırlatma yapmış olmanızdan dolayı iyi bir yayın fırsatı olmuş.

  3. iç mimariye önem vermenizi ve bu konularda da örnekleri daha sık ekranımıza getirmenizi diliyoruz. herkese iyi bir 2008 dilerim

  4. İç mekan tasarımının mimarinin nasıl bütününe ait, onun ayrılmazı olduğunu bu çok önemli örmeklerden anlıyoruz. Dıştan içe bir gu yerine içten dışa da bir dünya kurulabiliyormuş demekki. Mekanlar çok etkileyici.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir