|
4 Ekim 2010 |
Kentlerin simgeleri, nirengi noktaları, toplumsal hafızada algısı ve işleviyle yer eden önemli-güçlü binaları vardır. Galata Kulesi İstanbul için bu landmarklardan biridir. Paris’in Eiffel Kulesi gibi mesela ve ancak ondan çok daha eski. Ya da İstanbul için konuşursak Kız Kulesi gibi mesela. Galata Kulesi bir anlamda 6. yüzyıldan beri tarihe tanıklık edip devletler, imparatorluklar geçirmiş ve bugüne gelmiş.

Tarih içinde kendi varlığını sürdürürken değişik fonksiyonlar almış. Hapishane de olmuş, gözlem kulesi de. Askeri amaçlı da kullanılmış ve bugünkü gibi lokanta, gezi terası gibi turizm amaçlı da işlev almış.

Kule, her daim kent yaşamında göze görünür bir yerde olmasından dolayı, hem İstanbul (eski tarihi kent kastedilerek) hem de Üsküdar’dan yani karşı yakadan ve boğazın birçok noktasından fark edilir bir yerde olmasından dolayı tabi ki toplumun nazarında bir ilgiye açık olmuştur.
Böylesine göz önünde olan yapı, kullanımları kadar görünüşleriyle de değişmiş ara ara. Asıl ana gövde aşağı yukarı aynı kalmakla beraber özellikle kulenin çatısı sıklıkla değişmiş. Bu değişikliği kulenin tarih içindeki fotoğraflarıyla dikkatinize taşımaya gayret ettik.

Bugünkü çetrefil, kısmen sorunlu bir koruma fikri ve pratiği ile acaba bu örnekte olduğu gibi bir “asıl biçim” araştırmasına girilse, geçmiş dönemlerde yaşanan değişikliklerden hangisinin “asıl” olduğu bir araştırma konusu olsa acaba nerede durulur? Geçmişin hangi noktası “asıl” olarak ‘ciddiye’ alınır acaba?
Belge ve bilgi olmasa, İstanbul’un çeşitli gravürlerine ve fotoğraflarına girmemiş olsa acaba Galata Kulesi’nin şu “son şekli” hakkında kafamızda hasıl olan imajdan başka bir arka plan olduğunu bilebilir miyiz? Şimdiki son şeklin aslında bu yapının bir “tarihi bina” olmasından dolayı ilk şekil olduğunu farz etmez miyiz?
Yapının geçmişte yaşamış olduğu değişimleri sonra konuşmak üzere kulenin elde edilmiş görsellerini inceleyelim. Galata Kulesinin tarihine şöyle bir bakalım birlikte önce.



Galata Kulesi’nin Geçmişi
Dünyanın en eski kulelerinden biri olan Galata Kulesi, Bizans İmparatoru Anastasius Dilorus tarafından 528 yılında fener kulesi olarak ahşaptan inşa ettirilmiş, 1348 yılında Cenovalılar tarafından İsa Kulesi adıyla yığma taştan yeniden yapılmıştır. 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimine geçen Galata Kulesi, imparatorluğun en parlak ve en bunalımlı dönemlerine tanıklık etmiştir.
Kuleden hem kentin, hem de İstanbul Boğazı’nın büyük bir bölümü kolaylıkla görülebiliyordu. Kuleye Cenevizliler İsa Kulesi, Bizanslılar ise sonradan Büyük Burç adını verdi. Yerleşim yerinin büyümesiyle kule surların ortasında kaldı. 1453’te İstanbul’un alınmasıyla Ceneviz yerleşim bölgesi Osmanlıların eline geçti, tabi kule de…
Çeşitli tarihlerde yapılan resimler ve çekilmiş olan fotoğraflarda görüldüğü gibi kule zaman içinde birçok değişikliğe uğramış. Bir kısmı İstanbul’un depremlerinden kaynaklı değişiklikler. Kule kendi tarihi boyunca oldukça fazla deprem görmüş ve bu depremleri hasarlarla atlatmış olduğundan bazı kısımları yeniden yapılmış.
II. Bayezid’in hükümdarlığı zamanında yaşanan büyük depremde hasar gören kule, 1510 yılında Mimar Murad Bin Hayreddin tarafından onarılmıştır. Daha önceleri savunma amacıyla kullanılan Galata Kulesi, müneccim Takıyıddin tarafından bir rasathane olarak kullanılmıştır. Bu rasathane, 1579’da kapatılmış ve kule Kasımpaşa tersanelerinde çalıştırılan ve forsa adı verilen savaş esirlerinin barınağı olmuştur.
Bu savaş esirleri barınağı ile ilgili diğer bir bilgiye göre ise kule, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Kasımpaşa Tersanesi’nde (bugün Haliç Tersanesi) çalışan tutsakların hapishanesi, III. Murat döneminde ise gözlemevi olarak kullanılmış. Bir de belgeler ve efsanelere geçtiği şekliyle IV. Murat döneminde yaptığı kanatları kullanarak kuleden havalanan Hezarfen Ahmed Çelebi’nin buradan Üsküdar’a inmeyi başarması hikayesi de kulenin popüler tarihine eklenebilir görülmektedir.

Galata Kulesi’nden havalanan Hezarfen Ahmet Çelebi, İstanbul Boğazı’nın karşı kıyısında yaklaşık 6 kilometre uzaktaki Üsküdar semtine dek uçmayı başarmıştır. Padişah tarafından ödüllendirilen bilim adamı, daha sonra tehlikeli bulunarak Cezayir’e sürülmüştür.
Sona Zamanlara Doğru
Bilindiği kadarıyla Galata Kulesi tarih boyunca birçok yangın tehlikesi atlatmış. 1714 yılında itfaiye teşkilatının kurulmasıyla, Galata Kulesi’ne yepyeni bir görev verilmiştir. Kuleye yerleştirilen gözcüler, şehirde çıkan yangınları gözleyerek İstanbul’u tehdit eden bu yangınlarla büyük bir mücadeleye girişmiştir. Ancak kule, 1794’te yıllarca tüm şehri uyardığı yangınlardan birinin kurbanı olmuştur. Kulenin kurşun ve ahşaptan oluşan çatısı, odalar ve merdivenler tamamen yanmıştır. Bu yangın sonrasında II. Selim tarafından onartılarak üzerine külah biçiminde bir çatı konulan kulenin üst bölümüne, dört yanında cumbalar bulunan 1,5 metre genişliğinde bir çıkıntı eklenmiş.
Kule 1831 yılında bir yangın daha geçirmiş. 1831 yılında geçirdiği başka bir yangında da kule büyük hasar görmüştür. Bu dönemdeki onarımla Galata Kulesi’ne yeni bir kurşun külah giydirilmiştir.
Galata Kulesi’nin görünümü tarih boyunca birçok değişikliğe uğramıştır. Bu değişikliklerden en büyüğü 1864 yılındaki imar çalışmalarında yaşanmıştır. Ertesi yıl II. Mahmut tarafından onartılan kuleye iki kat daha eklenmiş ve üstü daha sivri olan külah biçiminde bir çatıyla kaplanmıştır. 1860 yıllarındaki restorasyonda surlar yıkılmış ve surların çevresini saran derin hendek doldurulmuştur.
1875 yılında bu kez fırtına nedeniyle kulenin çatısı uçmuş. Tekrar onarılan kuleye, çatı yerine sekizgen bir yangın gözetleme katı ve teras yapılınca kulenin görünümü iyice değişmiş. 1964’e kadar yangın gözetleme ve deniz kuvvetlerince haberleşme merkezi olarak kullanılan kule, bundan sonra bu resmi işlerden boşaltılmış. 1960’larda kulenin üzerindeki çatlaklar artmış ve endişe yaratmaya başlamış.1967’de bir kez daha onarım geçirerek aşağı yukarı bugünkü halini almış. O zamanki onarım işi anlayışı ya da “restorasyon fikri” uyarınca ahşap olan döşemeler betonarmeye dönüştürülmüş ve üst katlara çıkmak için iki asansör eklenmiş. Galiba fırtınalardan uçmasından dolayı olsa gerek kulenin tepesine külah biçiminde betondan bir çatı yapılmış fakat üzeri kurşunla kaplanmış. Artık Galata Kulesi’nin turistik bir yer olmasına karar verildiği için lokanta, gece kulübü gibi yerler açılarak turistik bir eğlence yeri olarak kullanılmaya başlanmış.
Galata Kulesi’nin teknik bilgilerine gelince, iç çapı zemin katında 8,95, dış çapı 16,45 metredir. Duvar kalınlığı temelde 3,75 m, en üst katta ise 20 cm’dir. 4. kattan sonra, (bazı kaynaklarada Osmanlı çağı yapım ve ilaveler olduğunu gösterecek biçimde…) mazgallar ve 5. katta top namlularının yerleştirildiği yuvalar vardır. Kulenin yüksekliği 66,90 metredir. 7. ve 8. katların her birinde 14 pencere yer almaktadır.

Kulenin avlusu ve kıyıya inen sur duvarları yıkılmış, çevresindeki hendekler de doldurulmuştur. Galata Kulesi, 1967 yılındaki 3 yıllık restorasyonun ardından, II. Mahmut dönemindeki görüntüsüne kavuşmuştur. (Bir kaynağa göre)
Galata Kulesi, dünyanın ziyaretçi kabul eden en eski kulesidir. Bugün bile İstanbul’un en yüksek yapılarından biridir. Tüm ihtişamıyla şehrin üzerinde yükselmekte ve İstanbul’un tarihine tanıklık etmektedir.
Yapılar Tarihle Birlikte Yaşıyor Ve Değişiyorlar
Tarihe de mal olan ve geçici olmayan, kalıcılığını sürdüren yapılar hayatı karşılayacak şekilde hem içlerinde hem de bazen dışlarında gerek onarımlar ve eklemeler gerekse yangın, deprem, tabiat koşullarından bozulma gibi nedenlerle zaten farklılaşan bölümlerin yeniden yapılmalarında o günün anlayışı ile de müdahalelerin yapılması bir vakadır.
Bütün dünyada bu eğilim ünlü yapılar dahil bir çoğunda izlenmiştir şüphesiz. Aslında koruma ve restorasyon anlayışının bugünkü düzeyi ile kavranışı çok yeni sayılmalıdır. Tarihi binada gerekli ihtiyaca uygun değişiklikler üretmek ‘sorun’ olarak değil ihtiyaç olarak görünürdü geçmişte. Bir örnek verirsek, 1453’te İstanbul’un alınışından sonra Ayasofya’nın camiye çevrilmesini genel olarak bir ihtiyacın dayatması olarak (tabi ki; Ayasofya gibi bir simge yapının elde edilmesi gibi fethin siyasal projelerini de düşünerek…) görebiliriz. Ama daha sonra hem yapının yeni bir İslami öğe olması hem de depremlere karşı savunulması için Sinan tarafından yapılan dört minareyi Ayasofya silueti içinde nasıl değerlendirebiliriz? O gün için zaten normaldi bu müdahale. Bugün için acaba hangi yönden irdelenebilir?

Aradaki zamanı, tarihsel olguları, o günün toplumsal-sosyal anlayışlarını aradan çıkarıp bugünün akademik bir mevzusu olarak konuşabilir miyiz?
Başka gözlemlerimizde İstanbul’un diğer simgelerindeki ilk halinden sonra yapılan değişimleri izlemeye çalışacağız ve buradan “ne çıkarılabileceğini” sorgulayacağız.




Galata Kulesinin Konik Şapkası
Galata Kulesi için elde edilen eski canlandırmalar, fotoğrafa bakıldığında özellikle 18. yy’dan itibaren son sahanlıktan başlayarak daralan üç kat görünür. Kulenin bu kısmı hatta çeşitli yangınlar geçirir ve yıkılır yeniden bu şekilde yapılır. Ancak 1960’lara gelindiğinde kulede oldukça büyük kapsamda tadilata girişildiği görülüyor. Kuledeki ara katları teşkil eden ahşap döşemelerin betonla tahkim edildiği ve yapının sağlamlaştırıldığı anlaşılıyor.

1967’deki restorasyon sırasında ayrıca kulenin şapkasının bir kaynağa göre II. Mahmut dönemindeki ‘aslına uygun’ haline getirildiği ve bugünkü görünümüne kavuşturulduğu anlaşılıyor. O sırada restorasyon kararını ve projesini, kulenin yine o sırada belge ve bilgilere dayalı restitüsyon projesini, sonra bugünkü görünüme kavuşturan müdahaleyi uygun gören koruma kurulunun karalarını ve bunun dayanaklarını elbette incelemek lazım.

Bu gözlemimiz, kulenin değişen biçiminin hangisinin ‘doğru’ olduğunu tartışmaya açmak değil aslında. Hatta şu andaki biçiminin kulenin kalın gövdesini sonlandırmakta daha başarılı olduğunu, daha ileri gidersek batılı kule biçimlerine daha yakın, kulenin yuvarlak gövdesine uygun olarak konik ve sivri bir duruş ile daha bağlantılı bulunduğunu bile söyleyebiliriz. Hele bunca yıllık bir alışkanlıktan sonra. Ancak böyle bir tartışmanın da yapılabileceğini işaret etmek istiyoruz.

Bugünkü Galata Kulesi konik çatı formundan sonra 1920’lerden kalma fotoğrafla sanki kulenin ahşap çatı şapkası yanmış ya da bir tabiat olayıyla yok olmuş, altındaki katmanlar ortaya çıkmış, bir süre onarılamayan kule o vaziyeti ile fotoğraf karelerine girmiş sanılabilir.

Landmarklar toplumda bir alışkanlık yaratıyor ve göz o şekilde alışıyor ve oradan tarih bilincine doğru aksediyor. Ama diğer taraftan görüyoruz ki, karşımızda duran şekil ezelden beri; yahut o yapının inşa edildiği zamandan beri düşünülmüş biçimlerinden farklı oalabiliyor. Çünkü yapılar da tarih içinde yaşıyor ve bazen kısmen de olsa toplumun belleğinde şekil değiştiriyor.




Mimdap
Sayın Köksal Anadol’dan not…
Yayınımızdan bir süre sonra (15.12.2010) sayın Köksal Anadol’dan bir ileti aldık. Yukarıdaki anlatımımız içinde de görebileceğiniz gibi Galata Kulesinin 1967 restorasyonunu yapan sayın Anadol, bu çalışmaya bir katkı niteliğinde açıklaması ve “Atlas Tarih” dergisi belgelerinden eklediği görsellerle kulenin bugünkü külahının yerine o zamanlarda tasarlanan kule bitişlerini bize hatırlatmış.
Köksal Anadol’un iletisi şöyle:
Gerçekten,İstanbul siluetine yüzyıllar boyu damgasını vuran ve sizin de vurguladığınız gibi ,kentin “Landmark”ı haline gelen Kule ile ilgili her türlü yayın ilgimi çeker ve arşivime alırım… Çünkü –belki bilirsiniz- 1966/67 ve 1998 restorasyonlarının mimari müellifiyim.
Bu güne kadar Yapı Merkezi olarak ,yurt içi ve dışında gerçekleştirdiğimiz yirmiye yakın restorasyon içinde GalataKulesi’nin – ilk göz ağrımız olmasının ötesinde – bizim için önemi çok başkadır…
Vaktinizi almaz isem,nedenini kısaca özetlemek isterim.. 1963 yılında mezun olduğum DGSA’de ,Rahmetli Sedad H.Eldem’in önce asistanı ve daha sonra öğretim görevlisi olarak,on yıla yakın çalıştım..
1966 yılında ,demek ki meslek yaşamımın üçüncü yılında,bir gün, Kulenin restorasyon işini almış fakat,İstanbul Belediyesinin hazırladıkları restorasyon projelerinin –o zamanki adıyla –Anıtlar Kurulundan,birkaç defadır , bir türlü geçememesi yüzünden işe başlayamayan bir yapımcı firma bana geldi…Uzatmayayım,yaptığım tarihsel araştırmalar sonunda II.Mahmut dönemine ait siluete göre düzenlediğim projeler,bir kerede onaylandı .Akabinde statik projeler için inşaat mühendisi ararken, daha sonra Yapı Merkezi’ni birlikte kuracağımız ve bugün 45 yıllık ortağım Ersin Arıoğlu ile, bu vesileyle tanışmış olduk…Onun için Kule’nin bizim Şirket tarihinde özel bir konumu vardır…
Sayın Editör,
Kulenin külahı ,daha doğrusu –şimdiki restoran katından sonrası-tarih boyunca beş-altı defa değişmiş…Ben 1966 restorasyonunda ,Kulenin sahip olduğu mimari ögeleri de göz önüne alarak ,Mahmut II siluetini projelendirdim…
Bu arada ,duvarlarda oluşmuş bulunan ciddi çatlakları da dikerek ,taşıyıcı sistemi –yükleri ,olanaklar ölçüsünde zemine vermeye çalışarak – betonarme sistemde çözdük..Böylece Kule sismik yönden de güçlendirilmiş oldu.
Külahın proporsiyonu
Külahın proporsiyonuna gelince,-bu konuda Değerli Semavi Hocamın da kitabında işaret ettiği gibi- yüksekliği Robertson fotoğrafındaki siluete göre biraz daha kısa gibi görülmektedir. Bu o dönemdeki deprem hesaplarının sonucunda çıkmış bir profildir..600 yıllık strüktürü o günün koşullarında fazla zorlamak istemedik.Külaha –daha da geriye giderek – III.Selim dönemi formu da verilebilirdi..Ancak bu takdirde Kule üstten iki katını kaybedecek , daha alçak ve tıknaz bir görünüme bürünecekti.Bu noktalar da irdelenerek,bu günkü sonuca varılmıştır.

Size bu iletiyi göndermek isteyişimin bir başka nedeni de,geçen ayki Atlas Tarih Dergisinde rastladığım ve Kule restorasyon proje çalışmalarım sırasında gözümden kaçan ve Sn.Gazanfer İbar’ın , Kule ile ilgili makalesindedikkatlerimize getirdiği bir Restorasyon önerisidir…
Ekte digital taramalarını ilettiğim öneri , – büyük bir şans eseri – Allahtan kabul görmemiş,ve Kule bir “ Görsel Felaket”in eşiğinden dönmüş…Araştırmanıza katkısı olacağına inandığım için gönderiyorum.
Kule ile ilgili yayınlarımı , IABSE’nin 11.Viyana Kongresi Proceedinglerinde , Arkitekt Dergileri ve en son olarak da “Geçmişten Günümüze Beyoğlu”Kitabında 24 sayfalık ayrıntılı bir makale halinde bulabilirsiniz…
İyi Günler – İyi Yayınlar diliyor ,saygılar sunuyorum,
Köksal Anadol”
ne kadar önemli bir binadır ne kadar önemli bir simgedir ve ne güzel bir yerde konumlanmıştır. gerçekten İstanbul denince akla gelen ilklerden. 1400 senelik neredeyse. bugün aldığı son biçim artık belleklerde.
Benim hayalimde ve hatırladığım kadarıyla Galata Kulesi hep bu formundaydı. Bazı yerlerde kulenin şapkasının olmadığı resimleri gördüğümde onların bir yangında yahut depremde meydana gelimiş hasarlar olarak yorumlamıştım. Üstelik 67 den sonra bu biçiminin aldığını öğrenince aslında biraz şaşırdım. Yeniymiş bu şekli yani.
şu andaki şapka ya da külah diye tarif ettiğiniz bölüm bence şekli yukarı doğru uzatarak en son kurşun kaplı yüzeyin ucundaki alem ile birlikte zarif durmaktadır. oran küt bitirişi engellemiş ve kalın kule gövdesini incelterek daha hoş bir silüet yaratıyor. bana kalsa eski küt görünümündeyken bile yani bugün o katlı tarihi durum olsaydı bile üzerine bugünkü gibi bana göre daha hoş duran oranı mükemmel şapka konabilirdi. kim restore ederken bir araştırma altlığına oturtup bizim o günlerde derme çatma olduğuna inandığım koruma kuruluna bu biçimi ikna ettirmişse helal olsun. zordur çünkü bu işler. tarihi derler başka birşey demezler ve hiç birşey yaptırmayabilirlerdi.
bu can alıcı örnekler bile değişiyorsa nedir bu tarih dendimiydi ortaya sürülen tutuculuk. kimi kimden koruyorsunuz yerine göre?
Tarihi bölgelerde değişimler olmasına ve ikon yapılarda bile süreç içinde mantıklı yorumlar yapılmasına kökten karşı çıkmak yerine kaliteli tasarımı, çağdaş yorumları önemsemeliyiz.
nerde anıtlar yüksek kurulu eser böylemi korunmuş elde resimler varken bu ucube külah yutturulmuş yapının orijinal hali daha estetik mimarına hakaret edilmiş
gerçekten başından bu yana çok değişmiş kule. toplum psikolojisi böyle bir şey sonuçta. mesela şimdiki biçimine artık çok alıştık ve gözümüzde simgeleşti. bir daha değişmesin böyle kalsın.
Mühendis ve şehir mimarı Aram Tahtaciyanın 1909 yılında sunduğu Galata Kulesi projesi, Servet-i Fünun mecmuasının desteğine rağmen gerçekleşmemişti. Galata Kulesi için 100 yıl önce yapılan bu projeyi Atlas Tarih yazarı Gazanfer İbar araştırdı.
Galata Kulesi, 1348 yılında Cenevizliler tarafından inşa edildi. O günden itibaren Ayasofya, Sultanahmet Camii ve Kız Kulesiyle beraber her devirde şehrin en önemli sembollerinden biri oldu.Basın tarihimizin önemli yayınlarından Servet-i Fünun dergisinin Ocak 1909 Perşembe günkü 924üncü sayısında Galata Kulesiyle ilgili fantastik bir tadilat projesinden bahsedilmişti. Bu projeye göre tarihi kule, maketini yayımladığımız resimdeki ilginç hale getirilmek isteniyordu.
Dergide mühendis ve şehir mimarı Aram Tahtaciyan Efendi tarafından Galata Kulesine ilavesi tasvir edilen kısmı içeren bir model kule ve bu projenin planı vardı. Proje resimde görülen maket kuleyle birlikte Tahtaciyan Efendi tarafından Bahriye Nezaretine takdim edilmişti.
Medya desteği
Servet-i Fünun ise projeyi savunuyordu. Dergiye göre, Sanat noktayı nazarından hiçbir kıymeti bulunmayan bu cismi binanın, İstanbula layık bir tarzda çarçane surette tebdil ve tezyin edilmesi lazım geldiği ve bunun sadece Tahtaciyan Efendinin projesiyle mümkün olacağı anlatılıyordu.
Plana göre, kulenin üstüne 40 metre yüksekliğinde bir parça ilave edilecek, bu ilave edilen parça maket resminde görüldüğü gibi olacaktı. İkinci kısım Osmanlı Hükümetinin kullanımına bırakılırken, küre şeklindeki birinci kısmın kullanım imtiyazı, masrafların karşılığı olarak 30 sene Tahtaciyan Efendiye veyahut şürekâsına verilecekti. Yani bugünkü anlamıyla yap işlet devret modeli öngörülüyordu.
Projeye göre hükümetin kullanımına bırakılan bölüme bir rasathane kurulacak, aynı zamanda yeni Galata Kulesi, telefon ve telgrafla donatılmış bir gözetleme ve yangın kulesi işlevi görecekti. Bu kısma ulaşım da dışarıdan monte edilecek iki asansörle yapılacaktı. Galata Kulesini ziyaret eden her kişiden iki kuruş tahsil edilecekti.
Galata Kulesinin sivri külahı
Eski fotoğraflar incelendiğinde Galata Kulesinin 16ncı yüzyılın başlarından 1875e kadar sivri bir külaha sahip olduğu görülüyor. Ancak kartpostallarda 1875ten sonra kulenin külahsız olduğu anlatılıyor. Bilindiği üzere günümüzde Galata Kulesi külahını tekrar takmıştır. İşte bu sivri külahın hikayesi de Tahtaciyan Efendinin projesi kadar enteresan.
1509te İstanbulda tahribata yol açan deprem sonrası Galata Kulesi de büyük hasar görmüştü. Kule Mimar Murad bin Hayrettin tarafından 1510da onarılmıştı. Bu tarihten sonraki bilgilerde kulenin külahı açıkça anlatılıyor.
Evliya Çelebi 17nci yüzyılda Galata Kulesinin durumunu şu şekilde anlatır: Kule 118 mimar arşını yüksekliğinde olup, kurşun kaplı bir külahla örtülüdür. İçi 10 katlı zindan ise de Tersanenin gemi levazımatı ambarı olmuştur.
1794te çıkan yangında kulenin üst kısmı ve külahı yanar ve aynı yıl külah yenilenmekle birlikte tepede dışarı taşkın dört tane camlı çıkma köşk yapılır.
Kule 2-3 Ağustos 1831 Galata Yangınında tekrar tahrip olmuş ve 1832deki onarımla yeni bir külaha sahip olmuş ve büyük oranda bugünkü şeklini almıştır. Yapılan tamiri belirten şair Pertevin 16 mısralık kasidesi kapı üstüne yerleştirilir. Yapılan onarımda üst katın biçimi değiştirilerek, buraya kemerli, 14 pencereli bir kat yapılır, bunun üstüne kurşun kaplı sivri külah yerleştirilir, pencerelerin önüne demir bir korkuluk takılarak, İstanbulu her yönden görme imkanı yaratan bir gezinti yeri yaratılmış olur.
Ancak Sultan Mahmudun yaptırdığı sivri külahın da dayanıklı olmadığı 1853-1854 tarihli bir belgeden anlaşılıyor. Külahın esaslı bir tamirata ihtiyaç duyduğu anlatılırken, külah 1875teki bir fırtınada uçup gider.
Bu tarihten sonra Galata Kulesinin külahsız yılları başlıyor. Sergüzeşti külahtan illallah diyen şehrin yöneticileri külah yerine çok köşeli iki küçük katçık yaptırmış ve ortasına da uzun bir bayrak direği dikmişler. Böylece eski İstanbul fotoğraf ve kartpostallarında görülen Galata Kulesinin külahsız dönemi ortaya çıkar.
Mimar Köksal Anadolun hazırladığı Galata Kulesinin Turistik Tanzimi projesiyle Galata Kulesi tamamıyla restore edilir ve 28 Eylül 1967de İBB Başkanı Haşim İşcan tarafından resmi açılışı yapılarak bugünkü halini alır. Yani yaklaşık 90 yıl sonra Galata Kulesi sivri külahını tekrar başına geçirmiş olur.
Külahlı kulenin iki fotoğrafı
Mimar Köksal Anadol, bu restorasyon çalışmasında kulenin II Mahmud devri şeklini esas alır. Sivri külahın varlığını ispat etmek için İskoç asıllı ünlü fotoğrafçı James Robertsonın (1813- 1888) 1850 yıllarında çektiği bir fotoğrafı kullanılır. Bu fotoğrafta olduğu gibi 1852 yılında İstanbula gelen ve üç sene kalarak Sultan Fotoğrafçısı unvanını alan Fransız Fotoğrafçı Ernest de Caranzanın 1852 yılında çektiği fotoğrafta da sivri kulenin varlığı net bir şekilde görülüyor.
1967 restorasyonu sonucunda Sultan Mahmud devri biçimine dönülmüş olmakla beraber, külahı daha az sivri olarak (Cenevizler dönemindeki yapıya daha uygun olması için) ve betondan yapılmış, bir konik tepe şeklinde imal edilerek tekrar eklenmişti. Kulenin içine bir asansör konulmuş, pencereli üst kat ise restoran ve lokal haline getirilerek kiraya verilmişti.
galata kulesinin ikonik şapkasının bu kadar değiştiğini gerçekten bilmiyordum. biz bazı resimlerden ne görmüşsek onu esas zannediyorduk. durum farklıymış.
Köksal Anadol beyin notu Galata Kulesi geçmişiyle bugünün tarihini canlı tanığından güçlendirmiş. Kulenin son ve köklü retorasyonu nasıl hangi şartlarda yaşamış olduğunu daha net bir biçimde öğrenmiş olduk. Bu çalışmayı baştan sona hazırlayanlara teşekkürler.
sizde yayınlanan skrivanat kule ile bizim galata kulesinin durumuna bir bakın hele. yine de bu durumundan şikayetçi değilim ama herşey normal mi diye de sormaktan da kendimi alamıyorum.