HAYRETTİN PINAR / Radikal2
Eskişehir Köprübaşı Mahallesi, bir Avrupa kenti gibi değil mi? Eskişehir’de, plastik olmayan ve insana her an dokunabildiğiniz bir yeni şehir inşa ediliyor.
Şimdilerde bozkırın ortasında, adına Eskişehir denilen ama ismiyle pek de müsemma olmayan bir şehir, doğrusu göz kamaştırıyor. Anlatılacak çok şey var aslında Eskişehir hakkında. Bu yüzden, kısacık bir yazının satırları arasındaki yolculuk, her şeyi anlatmaya izin vermiyor. İnsan Eskişehir’i gördükten sonra yazmaktan daha çok konuşmak istiyor, sözün genişliği ve sınırsızlığını hatırlayarak. Anadolu’nun her tarafındaki şehirler, giderek birbirine benzerken ve birinden diğerine ulaştığınızı, yalnızca yol üstünde şehir isimlerini gösteren tabelalardan anlarken, Eskişehir’e vardığınızda gerçekten de farklı bir mekân ve atmosfere adım atıyorsunuz.
Şehir merkezi ile vuslatın gerçekleştiği ilk anda, bir kent ile köyü ya da kasabayı birbirinden ayıran en önemli ayrıntıyı farkında olmadan hissediyorsunuz. Rousseau’nun deyişiyle köyü, kasabayı evler oluşturur, kenti ise yurttaşlar. Eskişehir tam da böyle bir şehir olma yolunda ilerliyor, hatta neredeyse olmuş bile. Şehrin merkezi ile taşrasını birbirine bağlayan tramvay hattı, trafik gürültüsü ve kirliliğini önlerken şehrin zemininin de yurttaşlara ya da hemşerilere terk edilmesini sağlamış. Yani, insanlar şehrin, içinden geçilen değil içinde durulan, daha doğru deyişle, ikamet edilen bir yer olduğunu her adım attıklarında anlıyorlar. Cadde ve sokaklarında yürüyebildikleri şehirlerinin, araçlara ve onların kirliliklerine değil kendilerine ait olduğunu içselleştiriyorlar. Böylece, her kaldırım taşına özgürce dokunabilme ve şehre merhaba diyebilme imkânına kavuşabiliyorlar. Tabanvay sayesinde, belki de arabaları ile önünden her gün birkaç defa geçtikleri halde fark edemeyecekleri ve şehre silüetini kazandıran pek çok şeyle selamlaşıyorlar. Yani, şehirde yaşamanın, her an bir şeylere tesadüf edebilme ihtimalini içinde barındırdığını tecrübe ediyorlar.
Tramvay ile tabanvay arasındaki samimi ilişki, şehirdeki gezintinin bakış, daha doğrusu görüş açısını da genişletiyor ister istemez. Otomobil camından boynunuzu sağa sola ya da ileriye geriye doğru hareket ettirerek bakınmak yerine, homo erectu’sa yakışır şekilde, dimdik yürürken rahatça temaşa ediyorsunuz her yeri. Doğal olarak, daha geniş bir perspektifle bakıyorsunuz etrafınıza. Mesela, Eskişehirlilerin Köprü Başı dedikleri mahalleye geldiğinizde, tam karşınızda bütün güzelliği ile Tepebaşı Belediyesi’nin binası size el sallıyor. Evvelce, önünde, adına Kültür Merkezi denilen bir bina varmış, şimdi yıkılmış. Vah vah demiyor insan, hatta iyi olmuş diye mırıldanıyor içinden.
Devam ediyorsunuz yürümeye. Öne arkaya, sağa sola, nereye isterseniz yürüyebilirsiniz. Üstelik, ne motor ne de klakson gürültüsü tarafından esir alınmadan. Az gittik uz gittik dere tepe düz gittik derken insanlara, vitrinlere, binaların dış cephelerine gözlerinizle dokundukça, sanki bir Orta Avrupa şehrini ziyaret ediyormuş gibi oluyorsunuz. Doktorlar Caddesi boyunca yürürken bir sürü yerli ve yabancı markanın Eskişehir’de üs kurduğuna tanık oluyorsunuz. Yürümekten yorulduysanız, Schlotzsky’s’in Doktorlar’daki şubesinde bir mola verebilirsiniz. Bu arada, garsonları da tahmin edemeyeceğiniz kadar iyiler.
Porsuk, Porsuk
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var derler. Hiç değilse kahve hatrına seyyar ve seyyah olmaya devam ederek bir vücut çalımıyla kendinizi Eskişehir’in simgesi, Porsuk Çayı’nın kenarında buluveriyorsunuz. İnsanlar, şehrin her tarafında olduğu gibi, çay boyunda da sürekli bir gezinti ve sohbet halindeler. İki yakada da iyi sayılabilecek ve çoğunlukla üniversiteli arkadaşların devam ettiği, bol miktarda kafe var. Üstelik, servis ve hijyen kaliteleri de oldukça iyi sayılır. Şayet cimrilik etmeye karar verdiyseniz, belediyenin banklarından birini de tercih edebilirsiniz ama şehrin sürprizlerine açık olmak kaydıyla. Porsuk’un kenarında yürürken kafanızı hiç değilse ara sıra aşağıya çevirin ve kaldırım taşlarına bakın. Zira, Eskişehir’i diğer büyük şehirlerden, en azından yakından bildiğim Ankara’dan farklı kılan sihri ve anlayışı, kaldırım taşları usulca kulağınıza fısıldıyor. Kaldırım döşemelerinde ne granit ne de üzerinde yürümek için akrobasi eğitimi almak zorunda olduğunuz Arnavut kaldırımı denilen malzemeden kullanılmış. Porsuk Çayı’nın iki yakası, suyun rengi ile ahenk içinde olması düşünülerek daha çok yeşil ve azıcık da kiremit kırmızısı ile kaplanmış. Şehrin diğer taraflarındaki kaldırımlar ya da yürüme yolları ise Arnavut kaldırımını çağrıştırıyor ancak hanımlar korkmasın taşların yüzeyleri tesviye edilmiş, rahatlıkla topuklu ayakkabı giyebilirler.
Şehir özgürleştirirmiş ya insanı, özgürce yürüyorsunuz Eskişehir’in sokaklarında. Korkmadan yürünebiliyor üstelik, çünkü trafik canavarı anlaşıldığı kadarıyla bu şehri pek ziyaret etmiyor. Ayrıca, araçlarla karşılaştığınız anlarda da telaşa mahal yok, zira trafik düzeni yaya öncelikli gibi görünüyor. Kaldı ki sürücüler de oldukça dikkatli. Ara sokaklardan geçerek Haller binasına ulaşıyorsunuz nihayet. Eskiden virane bir haldeymiş anlattıkları kadarıyla. Şimdi hakikaten görmeye değer. Bütün şehrin birlikte paylaşabileceği bir mekân haline getirilmiş; kafeleri, tiyatro salonu, dükkânlarıyla. Şehrin ortak hafızasında yer etmiş bir mekân olan eski hal binası, yıkılmak yerine, yeni bir kolektif hafıza malzemesi olup çıkmış. Gerçekten de böylesini Avrupa’da bile bulmak zor. Haller’e gelmişken Shakespeare’de bir şeyler içmek için verilen aranın tadı damaklarda kalıyor, zira demir almak vakti geldi bu limandan.
Eskişehir’de, plastik olmayan ve insana her an dokunabildiğiniz bir yeni şehir inşa ediliyor kısacası. Bir günlük ziyarete aslında daha çok şey sığdı ama ne çare ki söz uçar yazı iki cihanda baki. Yani, yazı aklın tercümanı, oysa Eskişehir bir gönül meselesi olmuş; hem içindekiler hem ziyaretçiler için. Eskişehir hemşerilerini geleceğe hazırlıyor. Onları, yoksulluğun komşusu ederek mahallelerine hapsedip şehirlerinden uzağa düşürmek yerine, zenginliğin paydası yapıp hemşeri haline getiriyor. Eskişehir, bakiyesini boş tribünlere maç oynayan Belediyesporlar yerine çocuklarının keyifle ikamet edeceği bir şehre harcıyor. Zira, birkaç yıl sonra onların Eskişehirspor’a, hem futbolcu hem de taraftar olarak yeniden şanlı günler yaşatacağını biliyor.
okudum arkadaşımla gurur duydum başarılar.
OKUDUM,VE ESKİŞEHİRİ BİR KEZDE SİZİN GÖZÜNÜZLE GEZDİM.SEVGİLER HOCAM…