YETER ŞAHİN / Bilgibeykoz
Acar, “yeni” demek bilindiği gibi. Argoda “acemi-çaylak” anlamında kullansak da diğer anlamı “becerikli-çevik”.
Şimdi aslında demek isterdim ki: Bu “Acar”lar bizim toplumumuz için pek yeni. Göreceksiniz bünyemize uymayacaklar. Toplum safra gibi atacak onları. Bu açgözlülüğe ortak olmayacak. Çünkü bizim yerleşik değerlerimiz var. Hakkı olmayana el uzatmamak, yetim hakkı yememek vs. vs…
Böyle demeyi gerçekten çok isterdim. Ancak diyemiyorum. Çünkü birincisi “yeni” değiller; ikincisi ur gibi sardılar toplumu.
Toplumumuz buna yatkınmış demek istemiyorum tabii. Böyle demeyi gerçekten istemiyorum. Ancak öyleyse de demek lazım. Bünyemiz yalnız ur yapmaya değil, besleyip büyütmeye de teşneymiş. Çünkü uzun zamandır bünyeye zararlı ajan muamelesi yapmıyor insanımız bunlara.
Ne yazık…
“Benim memurum işini bilir” sözüyle malumun ilanı yapıldı yapılalı iş çığırından çıkmıştı zaten. Bu söz yalnız malumun ilanı değil, en yetkili ağızdan meşruiyet kazanmasıydı. Zatın, adı toplumun her kesimi tarafından rahmetle anılan ilk Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olması tecellinin tesciliydi aslında.
Bir milyon ağacın kesilip, yerine milyon dolarlık kaçak villaların yapıldığını görüp görmemiş gibi yapmak için herkesin bir fiyatı var. Kimi bir yemek ziyafetine, kimi siyasi ikbale, kimi birkaç villaya fit oluyor.
Erozyon başlamaya görsün…
Kimi de -ki onlar biz, yani halk oluyoruz- kendi çapında yaptığı küçük usulsüzlüklerin görmezden gelinmesine fit oluyor.
Usulsüzlük dediğim: üç kuşaktır oturduğu evi tapusuzdur, kaçak elektrik kullanıyordur, çocuğunu öbür mahalledeki okula akrabanın ikametinde göstererek kaydettirmiştir vs. vs.
Vicdanlarımız 12 Eylül’ün enkazında hâlâ.
Herkes biliyor ki İstanbul’un zengini özellikle Körfez depreminden sonra, kentin daha sağlam bir zemine sahip olduğu söylenen kuzeyine dikti gözlerini. Yani kentin akciğerlerine.
Yine herkes biliyor ki imara açılmaması gereken ormanlar göz göre göre katledildi, katlediliyor.
Herkesin bildiğini, elinde istihbarat kaynakları, kolluk gücü, zabıtası, gözetleme kulesi olmayan biz de iyi kötü biliyoruz. Ama asla elinde yetkiyi de erki de bulunduranlar kadar bilmiyoruz. Bilemeyiz.
Beykoz ormanları katlediliyormuş! Günaydın!
Büyük sermaye medyası bugün yazmayı uygun bulmuş.*
Sonunda yazdılar, hem de ne yazmak… İyi güzel, yazsınlar da neden bunca yıl sonra. Milyonla ifade edilen ağaç katledildikten sonra…
Hangi hesap Bağdat’tan döndü; hangi karanlık eller hangi hesaplaşma için kılıçlarını ulu orta çekme gereği duydu acaba?
Sekiz yıl kadar önce, Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin İstanbul il kongresinde İstanbul konuşuluyordu. Uzun bir çalışma ve yoğun emek ürünü olan “İstanbul’a Sahip Çıkmak” başlıklı kitapçıkta toplanmıştı sorunlar ve çözüm önerileri.
Kürsüde, aklın süzgecinden geçirdiği sözünü ruhlara hitaben söyleyen mimar Mücella Yapıcı vardı. Mimarların yüz akı, İstanbul talanını anlatıyordu. Mücella Yapıcı’nın daha ilk cümlesinde ürpermiştim: “Yağmurun toprakla buluşmasına izin vermeyen vicdansızlar…”
O günden bu güne -elbette onlarca yıl öncesi de var- ne çok yazıldı, söylendi.
Başta Mimarlar Odası olmak üzere, meslek odaları, dernekler, siyasi partiler, yerel/ulusal inisiyatifler, namuslu gazeteciler, hukukçular…
Ne çok toplantı, ne çok basın açıklaması. Ne çok sonuç alınmış/alınmamış dava…
Ne çok umutsuz isyan… Ne çok umutla yeniden başlayış…
Beykoz katliamını sekiz sütuna manşet okudukça ne hissettim biliyor musunuz?
Utandım.
Haramilerin kendi aralarındaki hesaplaşmalarına mı kaldı işimiz diye.
Bu kadar doğruyu söylerken, bu kadar desteksiz kalmayı nasıl beceriyoruz diye.
Bu kadar yakıcı ve somut sorunlar için bile bir araya gelip güçlerimizi birleştirmeyi nasıl beceremiyoruz diye.
Daha çok çalışsaydık başarabilirdik diye.
Utandım.
Üç kuruştan, üç beş villaya değişen tarifelerle üç maymun oynanıyor dört bir yanımızda. Toplum farkında olsa da olmasa da umut hâlâ solda… Canları pahasına konuşanlarda…
Can pazarlarında konuşmayanlar somut meseleler için güçlerini bir araya getirmenin yollarını konuşmalılar artık.
Hiç değilse yağmuru toprakla buluşturmak için bir araya gelmeliler.
Önemli not:
Dert bir değil, elvan elvan. Eskiden kollanmışı var, yeni türemişi var. Ekmeğini “taş”tan çıkaranı var. Kapıdan kovsan bacadan girecek pişkinlikte olanı, başarıya “ant” içmişi var.
Gözümüz “Acar”ların üzerinde olsun olmasına da, “yeni”leri gözden kaçırmaya vesile etmelerine de fırsat vermemeli.