NAZİF GÜNDOĞAN / Yeni Şafak
Türkiye seksenli yıllardan sonra dünyadaki gelişmelere paralel olarak, hızlı bir kentleşme ve kentlileşme sürecine girdi. Türkiye’nin bütün bölgelerinde köylerin kazalarla, kazaların kentlerle bütünleştiği, büyük yerleşim koridorları oluştu. Adapazarı’ndan Adana’ya, Eskişehir’den Edirne’ye, bütün Anadolu kentlerinin çevresinde, dört yönde gelişen uzun yerleşim koridorları vardır. Kentlerde üretilen ürün, hizmet ve bilginin hacminin artmasıyla, yerleşim koridorları, yollarla birbirine eklenmektedir.
Yeni yerleşim koridorlarının birbirine eklenmesiyle, Türkiye’de kentler arasındaki gelir farklılıklarıyla birlikte kültür farklılıkları da, giderek azalıyor. Çünkü, kentlerin çekirdek alanlarından farklı olarak, yerleşim koridorları, Anadolu’nun dört bir yanından gelmiş ailelerle, Türkiye’nin özü ve özeti olan, çok zengin bir mozaik oluşturuyorlar. Yeni yerleşim alanlarında Anadolu insanı, bir yandan tarihiyle bağlarını yenilerken, diğer yandan da, dış dünyayla ekonomik ve kültürel bağlarını güçlendiriyor.
Türkiye’de kentsel ve kültürel dönüşümün öncüleri, kentte yaşayanlar tarafından seçilen yerel yöneticiler olmuştur. Onlar, hazırladıkları yerleşim planları, düzenledikleri meydanlar, açtıkları caddeler, ağaçlandırdıkları alanlar, sağlık, eğitim ve kültür yatırımlarıyla, kentleri, ekonomik, siyasal ve kültürel açıdan çekim merkezi haline getirdiler. Yeni yerleşim koridorları, çalışılan alanlardan, yaşanılan alanlara dönüştükce, kentlileşme süreci büyük bir hız ve yoğunluk kazandı.
Hafta sonunda, İzmit, Adapazarı ve Bolu arasında önemli bir yerleşim koridoru oluşturan Hendek’in, eğitim ve iş dünyasının içinden gelen Belediye Başkanı Ali İnci’nin Selman Dede Parkı’ndaki yayla evinde, Dr. Şaban Kızıldağ ve İletişim Uzmanı Elif Özerçetin ile birlikte, “Türkiye’nin Ekonomi ve Kültürüyle Dünyaya Açılmasında Yerel Yönetimlerin Sorumlulukları”nı tartıştık. Hem küreselleşen, hem de yerelleşen dünyada, kentlerin bir hayat kaynağı haline getirilmesinde, yerel yöneticilere büyük görevler düşüyor.
Tarım, sanayi ve bilgi toplumlarının bir arada yaşadığı ve birbirine yeni boyutlar kazandırdığı bir yüzyılda, yalnızca yöneten yerel yönetimlerin değil, yönetilen yerleşim birimlerinin de, gören, duyan, konuşan, yaşayan ve öğrenen yapılara dönüşmesi gerekir. Yaşayan kentler ve öğrenen yerel yönetimler, bütün kurum ve kuruluşlarıyla, oldukları gibi göründükleri, göründükleri gibi oldukları, şeffaf bir ortamda, güçlerinin doruklarına ulaşırlar.
Yaşayan şehir ve öğrenen yerel yönetim olmak, eğitimsizliğin, yoksulluğun ve savurganlığın üstesinden gelmek için, izlenen bir sürekli öğrenme sürecidir. Yönetilenler ile yönetilenlerin yer aldığı, bütün kurum ve kuruluşlarda, karşılıklı iletişim ve etkileşime dayanan öğrenme sürecinde, kentte yaşayan herkes, ortak bir misyon ve vizyon kazanır.
Yaşayan kent ve öğrenen yönetim olmak, bir beden gibi, kentin fiziksel, ekonomik, siyasal ve kültürel alanları arasında, uyum ve düzeni sağlamanın en etkin yoludur.
Yaşayan kentte, öğrenen yerel yönetimler, yaptıkları yatırımların karşılığını, kat kat fazlasıyla alırlar.
Öğrenilen bilgi uygulanır, uygulanan bilgi zenginleşir.
Her kent açık bir üniversitedir.