MİMDAP
İstanbul Çevre Düzeni Planlaması çalışması başladığı günlerden itibaren önce planı yapmakla görevlendirilen İMP ve BİMTAŞ şirketi üzerinde sonra da plan çalışmalarına “katılım” konusunda tartışmalar yürütüldü.
Bu sayfalardan katılımın şeklinden içeriğine kadar bir çok yazıyla eleştiriler yapıldı. Merkezi ve yerel yönetimin plan yapmak gibi toplumsal mutabakata dayanması gereken bir yol haritasını ilgili kurum ve kuruluşlarla ve toplum kesimlerini içine almadan gerçekleştirilmesi üzerine oldukça önemli eleştiriler gündeme getirildi.
Yine muhalefetsiz toplumsal yapıda değişime ayak uyduramamış ve kendini geliştirememiş örgütlerin sürecin önderliğine yönelik bir duruşa sahip olmadıkları, sadece durumu kilitlemeye yönelik bir itiraz üretmiş oldukları bu değerlendirmelerde verildi. (Bakınız yazının sonunda sunulan linkler…)
Esas konuya geçmeden önce belirtelim ki, İstanbul’un planı gibi oldukça önemli bir çalışma üzerinde sürdürülen tartışma, sadece kurumlar arası açıklama ve şimdi de davalar aracılığı ile yapılır olmuştur. Kentin planlanması konusunda güncel medyadaki duyarlı yazarların değerlendirmelerini okuyoruz. Bunun yanı sıra Mimarlar Odası ve onunla birlikte 7 odanın adı tartışmanın bir boyutu olarak iptal davasının altında yer almaktadır. Söylemek istediğimiz; mimarlık yayınları içinde mimdap haricinde ve biraz sonra alıntı yapacağımız Arkitera içindeki “Plansız İstanbul Ne Kazandıracak” yazısı dışında kayda değer bir tartışma yürütülmemektedir. Oysa son yılların bir gelişmesi olarak gördüğümüz mimarlık ve planlama üzerindeki yayınlar ve çevreleri henüz netlikle görüşlerini oluşturmamışlardır. Dolayısıyla şu anda sessiz kalmakta ve sadece ilintili oldukları odaları paralelinde bulundukları izlenimi vermektedirler.
İstanbul Çevre Düzeni Planı için iptal davası
Plan üzerinde tartışmalardan buna itiraz edenlerin durumlarını anlamaya yarayan ipuçları çıkıyor. Özellikle “katılım” başlığında meslek odaları ve sivil toplum kuruluşları tarafında önemli çekinceler ortaya konması ve İMP tarafında da “bu konuda eksiklerin bulunduğu” ifade edilip, üstelik kurumun başındaki Kaptan Hoca tarafından eksiklerin giderilmesi için şimdi yeni toplantıların yapılması teklif edildikten sonra gelişmeleri yeniden anlama olanağı bulunabilir.
Meslek odalarının katılımdan bekledikleri ve ifade ettikleri üzerinde düşünülebilir. Burada öne sürülecek yöntemler belki de Çevre Düzeni Planı için çıkış yolu da olabilir.
Ancak 8 oda tarafından açılan hukuk davası ve “iptal edilmesi” istenen plan üzerinde İstanbul ve dolayısıyla Türkiye için acaba nasıl bir yol önerilebilir? Eksikler giderilebilir ve doğru bir yol yahut mutabakata varılan bir planlama süreci tanımlanabilir mi? Yoksa bu plan “ranta İstanbul’u teslim etmiş” bir çalışma olarak tamamen terk edilir, ‘yok hükmünde’ mi davranılır?
Mimarlık yayını Arkitera’da yer alan, İstanbul Planı üzerine kaleme alınan Ömer Yılmaz imzalı yazıda değerlendirme şöyle yapılıyor: ”Bu itiraz başvurusu ile bazı şeyleri yeniden sorgulama fırsatı yakalamış olduk. Bunlardan en önemlisi Mimarlar Odası’nın mimarları temsil sorunu. 2002 genel seçimlerinde seçime katılma oranı %79 ve AK Parti’nin katılanlar arasından aldığı oy %34. Bu oy oranına sahip AK Parti iktidarı ciddi bir şekilde sorgulanıyor. İstanbul’daki mimarların %5’ini temsil eden oda yönetimi önemli kararlara imza atarken bu temsiliyet sorununu da düşünerek dikkatli olmalıdır. Bu hali ile plana açılan bu dava neyi ifade ediyor…”
Devam ediyor Ömer Yılmaz “Katılım ve şeffaflık ile yetkili olma konusunun Mimarlar Odası yöneticilerinin de aralarında bulunduğu meslek odaları tarafından altının çizilmesi trajikomik. Başvuruda imzası bulunan diğer 7 meslek odasını bilemiyorum ama Mimarlar Odası İstanbul yönetiminin kendisinin katılımcı, şeffaf ve yetkili olduğu konusunda ciddi endişelerim var. 14.000’e yakın üyesi bulunan şube yönetimi bu sayının sadece %5’lik bir bölümünün katılımıyla göreve geliyor. Ve bu %5’den aldığı yetki ile İstanbul için son derece önemli bir planın itirazı için dava açıyor. Üstüne üstlük dava dilekçesinde karşı tarafı “katılımcılık ve şeffaflık maskesi ile pazarlama” yapmakla suçluyor. İstanbul Büyükkent Şubesi yöneticilerine buradan açık davet yapıyorum. Bu dava dilekçesi ile ilgili üyelerin görüşleri alınmalı ve bu konu olabildiğince basite indirgenerek üyeler arasında bir referandum yapılmalıdır.”
Sayın Yılmaz’ın da belirttiği gibi, “katılım” beklentisinde olan, kendi dışındaki kurumlarda bunun eksikliğini temel alarak eleştiri zeminini kuran meslek odası kendi içinde üyeleri arasında acaba nasıl bir “katılım mekanizması” gerçekleştirebilmektedir? Bu ögeyi demokratik olmanın neredeyse vazgeçilmezi olarak sayan meslek odası (gerçekten arzu ediyor olsa dahi…) sahiden böyle bir mekanizmayı ne oranda çalıştırabiliyor?
Yapı ‘farkı’
Kaldı ki daha bir yıl önce yapılan seçimler sırasında da ortaya çıktığı gibi odaların yükleneceği kamusal sorumluluğu daha geniş bir tabanla paylaşmak, farklı görüşlerinde temsiliyetine olanak vermek isteyen düşünce değil, bilinen ve yıllardır yönetimi elinde tutan görüş yeniden yönetime gelmiştir. Demokratik olarak, oyların çoğunluğunu alarak, seçim sonucunda telefon mesajlarında ilan ettikleri gibi “fark atarak” kazanmışlardır.
Farklı görüş ve tutumlara kapalı, öyle olanları ilk fırsatta dışlayan, çalışma ve üretimlerine imkan vermeyen ama kendi oda seçimlerini “farklı kazanan” gruplarla yönetilen meslek odası aslında içinde bulunduğu meşruiyet problemini görmezden gelerek yoluna devam etmektedir. Bu yüzden de son yalpalamalar dahil olmak üzere giderek daha az inandırıcı, daha az etkili, daha az haklı, daha az anlaşılabilir şekilde var olmaktadır. Bu strateji herhalde her daim yönetimde olanlar için “sürdürülebilir oda ve yönetimi politikaları” anlamı taşıyordur.
Artık meslek odasını akıl ve vicdanımızın sesi, meslek alanlarımızın ve ülke çıkarlarının bilginin ışığında savunulduğu yerler olarak görmekten çok kuralları, işleyişi, ‘belli’ bir yönetim şekli bulunan, kendine özgü adetleri olan bir “kurum” olarak kabul etme dönemi başlamıştır. Daha çok yasalarla yetkilendirilen, kendine has bürokrasisi olan bir kurum. Sevsek de sevmesek de bu durum bir varlık gösterme biçimi olarak karşımıza gelmektedir.
38 Soru Sorduk
Planın hazırlanmaya başlandığı daha ilk günden itibaren önemini fark eden mimdap eleştirilerini dile getirmiş ve konuya açıklık getirici görüşlerini mimarlık ortamıyla paylaşmıştır.
Planı hazırlayan ve gözlemleyenlere 38 soru yönelten Achidek, hem eleştirilerini hem de kamuoyunda cevap bekleyen sorunları gündeme taşımıştır.
İMP ve yapılanışı başta olmak üzere plan üzerine dava açılması metnine eleştirimiz ise hemen ilk günlerinde gelmiştir. (şu anda sitemizde “Plansız mı kalacak” başlıklı yazı yayındadır)
İMP nin hukuksuzluğu ve İstanbul Planını yapma yetkisi olmadığı faslından başlayan “iptal isteği” gerçekten çok şaşırtıcı durmaktadır. Çalışmalardan haberdar olan, hatta bir bölümüne dinleyici olarak bile olsa katılan meslek odası bir yıldan fazla bekledikten ve plan meclis onayından geçtikten sonra bu iddiasını öne sürmektedir. Bir an acaba ayrı ayrı ülkelerde mi yaşıyoruz ya da ayrı zamanlarda mı dolaşıyoruz biçiminde düşünülebilir.
Değerlendirme yazımızda, “Bu durumun o zaman sorgulanmamış ve müdahale edilmemiş olması bir zaman kaybı değil mi? Odalar sorumluluklarının süreç içinde bilimsel ya da siyasi bakışlarına uygun görüş vermekle ve sürecin sonunda da bu görüşlere uymayan kararlar oluştuğunda sadece planı iptal ettirmekle sınırlı olduğunu mu düşünüyorlar?” diye yukarıda dile getirdiğimiz garipliği vurgulamıştık.
Temel soruna, esas soruya değmeden…
Gerek uluslar arası sermaye ve küresel ekonomi gerekse ülke içindeki yeniden yapılanma mekana, kente yansıyor. İstanbul değişiyor. Neyin ve kimin iradesinde, hangi ekonomik ve sosyal gerçeklik temelinde? Bu sorular hepimizin soruları. Konulara müdahil olmanın gerçek yolu asıl soruya yanıt vermekle olanaklıdır.
Kendi alanında, mesleki birikimlerinde bile yapma-kurma becerisini harekete geçirmeden muhalefet yapma şekli olsa olsa bürokratik bir zihniyetin ifadesidir. Oysa tarif edilen toplumsallaşmaya yaklaşmak ve planın gerçekten gelişme-toplumsal adalet hedefleri taşıması için yeni, katılımcı, demokratik bir planlama stratejisi yaratılması gerekmez mi?
“Bu plan İstanbul’un “rekabetçi küresel bir kent olması” halinde, bütün dünyada yaşanan ve İstanbul’da gözlenen toplumsal ayrışmayı nasıl önleyebilecek ve toplumsal adaleti nasıl sağlayacaktır? Ya da Odalar “insanca yaşanacak bir kentin yaratılması” için nasıl bir planlama kurumsallaşması, nasıl bir katılım ve nasıl bir rol öneriyorlar?”
Herhangi bir önermeden söz etmeden, eleştirilerinin istikametinde başka bir sistemi kurmaya çalışmadan, sorunlara sahip çıkıp çözüm aramadan sözlerin ve “yasaların” arkasından muhalefet yürütülemez.