Dünya sanat tarihi içinde eşsiz bir yeri var. İlkel olandan devrimci bir sanat yaratmış. Barışı, özgürlükleri ve yaşamı savunmuş hep.
İbrahim Karaoğlu – Sanat Yazarı
Kadim kentlerin ruhlarında, keşfedilmemiş şeyler de vardır. Hiç beklenmedik anlarda çıkar karşımıza, rastlantılarla; hayrete düşüren, umulmadık, dayanılmaz hazlar sunar insana. O kentlerin gözeneklerinde, bizi birdenbire içine çeken hafıza mekânlarındaki karşılaşmalar/buluşmalar; hiç yaşamadığımızca güzel, unutulmaz an’lar yaşatır çoğu kez. Bazen bile isteye, bazen kent ruhunun bir süpriziyle yaşarız o an’ları.
Sokaklarında özgürce kaybolduğum kentlerin çoğunda, pek çok kez doyasıya yaşadım bu buluşmaları. Ve o kentleri terk ederken; anılar önce yolcu etti, sonra da çağırdı gerisingeriye; kentlerin ruhunda bulduğum ne varsa; unutulmaz manzaralar, tatlar, kokular, sesler, renkler ve görsel sanat şölenlerinin duyusal hazları…
Berlin’de, ağustos göğüne asılı küme bulutların gölgelerinde dolaşırken, bir rastlantıyla bulduğum, Galeri Gutshaus Steglitz’deki Picasso sergisi unutulmaz deneyimlerimden biri oldu. Ünlü galerici Helmut Klewan’ın koleksiyonundan özel bir seçki. Picasso’nun ömür boyu süren yaratıcı sanatsal deneyimlerinin en önemli kesitini oluşturan, 1910’lardan 1970’lere uzana süreçte ürettiği yapıtlardan altmış resim vardı sergide. “Sanatçı ve Model”, “Portreler” ve “Mitoloji” gibi motiflerin yer aldığı, içerikleri çok çeşitlilik gösteren yapıtların her biri Picasso’nun beniyle mühürlü resimlerdi ve her bir resim; birbirinden başka düş evrenlerinin, yaşanmışlıkların tutanağı gibiydi sanki.
“Sanatçı ve Modeli”nin çeşitli halleri üzerine pek çok resim yapmış Picasso. Sanatçı, model, resim ve izleyici arasındaki iç içe geçmiş ilişkileri karmaşık anlamlarla yansıtmış yapıtlarında. Sanatçının rolünü ve modelle ilişkilerini sorgulamış… Bu sergide yer alan “Portreler” de çok ilginçti; çoğu Picasso’nun sevgililerine ait; Marie-Thérèse Walter, Dora Maar, Françoise Gilot ve Jacqueline Roque’un resimleri… Çünkü onun kadınları; ilham perileri ve modelleri olmuş hep. Gerçekliğin kabul edilmiş normlarını, sınırlarını, farklı görme biçimleri üzerinden sanatsal ifadelere dönüştüren büyük usta, kadınlarının portrelerini de dâhice çizmiş… Yalnızca kadınlarının portreleri değil, şair Arthur Rimbaud’nun portresi de vardı; şairin, sonsuza kadar genç kalan ikonik yüzünü en masum bakışından yakalamış bir resim…
En çok “Mitoloji” resimlerini sevdim bu sergide: İnsan gövdeli ve boğa başlı efsanevi canavar Minotaur figürlü resimleri, hayvani ve insani ikilik üzerinden yaşamı ve insan ilişkilerini sorgulayan gerçeklikler sunuyordu. Picasso’nun önemli bir izleği olmuştur boğa. Yalnızca Minotaur değil, yalın boğa figürlerini de çok kullanmıştır yapıtlarında. Çünkü Malaga’daki çocukluk döneminde, babasıyla gittiği boğa güreşi büyülemiş onu. Sonra, bir tutkuya dönüşmüş boğa. Henüz sekiz yaşındayken gördüğü teatral vahşetten çok etkilenmiş. Bunun duygusu, ritüelleri ömrünün sonuna kadar dolanıp durmuş içinde, bilinçdışında. Boğa güreşçisinin boğayla yaptığı ölümcül dans parsellenmiş belleğine. Ve boğa, çok erken bir zamanda girmiş resimlerine. Babasıyla gittiği boğa güreşi dönüşü, çocukluğunun ilk önemli resmini bile “Küçük Sarı Pikador” adıyla çizmiş. Çok ünlü olduğunda, nice yıllar sonra, “Ressam olmasaydım pikador olurdum” demiş. O tutku hep sürmüş.
Çizimlerinde, heykellerinde kalıcı motiflere dönüştürmüş boğayı. Yapıtlarında en çok tekrarlanan izleklerden biri olmuş boğa.
Picasso ve ressam arkadaşı Luis Fernandez’in, 1936 yılında, yazar Romain Rolland’ın 14 Temmuz adlı tiyatro oyunu için yaptıkları büyük boyutlu (8,30 m x 13,25 m) resmin de odağında boğa vardır. Resmin sağında, Nazizmin yırtıcı kartalı insan-kuş, palyaço bir Minotaur’un cesedini sürüklüyor. Soldaki genç adam ve sakallı arkadaşı da Halk Cephesi’nin umudunu, savaşa ve faşizme karşı barış için birleşen gençliği ve bilgeliği simgeliyor. Sırtında, Guernica’yı yansıtan ölü bir atın derisini taşıyan, yumruğu sıkılı ihtiyar adam; savaşmaya hazır bir halde Halk Cephesi’ni selamlıyor…
Savaşın, acı, ölüm ve çaresizliğin en etkileyici betimlemelerini sunan, kübist ve sürrealist bir başyapıt olan, barışa özlemini, barış çağrısını temsil eden ve İspanyol kalbindeki büyük bir öfkenin görsel çığlığı, dokunaklı resmi Guernica tablosunda da en önemli figürlerden biridir boğa. Picasso’ya göre, “boğa vahşeti temsil ediyor… vahşet ve karanlıktır…” Yani, gücün ve zulmün simgesi, duygusuz bir boğa Guernica tablosundaki de.
Şaşırtıcı, büyüleyici sanatını; benzersiz biçimlerle, figüratif olarak sürdürmüş; görkemli birçok yönlülük içinde durmadan dinlenmeden üretmiş bir sanatçı Picasso. Dünya sanat tarihi içinde eşsiz bir yeri var. İlkel olandan devrimci bir sanat yaratmış. Barışı, özgürlükleri ve yaşamı savunmuş hep. Bu savunuyu yansıtan yapıtlarıyla hafızası olmuş, faşizmin geçmiş zaman kiplerinin. Savaşa ve faşizme karşı duruşuyla onurlu bir yaşam sürdürmüş.
Kaynak: Birgün