ERBATUR ÇAVUŞOĞLU / Birgün
Büyülü bir kent olarak kabul edilir İstanbul, birçok kişi için. Her zaman başkent gibi yaşayan bu eski başkent kimi zaman kibirli, mağrur bazen de mağdurdur. Bizler, ayrı olunca kendini özleten bu nazlı kentimizin büyüsünü bozmak için çabalayadursak da, o yeni sihirler icat edip büyülemeyi sürdürür bizi. Her seferinde yeniden aşık eder bizi kendine…
Birkaç yıl önce uluslararası bir kongrede İstanbul’un nasıl güvenli, huzurlu ve farklılıkların höşgörü içinde birarada yaşayabildiği bir yer olmayı başardığı tartışılırken, bir kesimin kaygısı İstanbul’u bu anlamda bir huzur cenneti olarak pazarlayıp daha çok turist çekmek ve milli onuru zedelememek olmuştu. Kendine karşı daha dürüst olabilenler ise İstanbul’un resmi suç istatistiklerinin söylediğinin aksine gündelik hayatın terörize edildiği, hukuk devletinin elini ayağını çektiği, her sokağının mafyalaşmaya başladığı bir kent olduğunu düşünmekteydi. Ancak İstanbul ve suç konusunu kapkaça, çözümü de kamusal alanı gözetlemeye indirgemeden tartışmak gerekiyordu…
KENTE KARŞI İŞLENMİŞ SUÇLAR
Kent ve suç dendiğinde aklımıza genellikle kentte işlenen suçlar gelir, oysa İstanbul’da en çok gözlemlenen suç türü kente karşı işlenmiş suçlardır: Dünyanın en hediyeli coğrafyalarından birini ve en zengin kültürel mirasını yağmalamak için yarışan bir toplum olmamız, bu kenti plansızlığa terkederek gelişmesine seyirci kalışımız en büyük suç değil mi?
Rant amaçlı projeler üreten küresel sermaye de, başını sokabilecek bir kaçak yapı yapan yenikentli de, bu sürece sessiz kalan yerel ve merkezi otoriteler de, tepki göstermeyen kent aşıkları ve kent bilimcileri de ister istemez bu organize suç örgütünün parçası haline geliyorlar. İstanbul ise hâlâ güzel ve büyülü kalmak için direniyor. Ancak bu süreç kentteki suçların da önünü açan koca bir sorunsala dönüşüyor.
KENTTEKİ SUÇLAR
Bu suç sarmalında eksik hizmet ve altyapı kaynaklı suçlar kadar eksik bilgi ve vizyon kaynaklı suçlar da bulunuyor: İstanbul, çöplüğü patladığı için ailelerin yok olduğu bir metropol. Hafızamızı zorlayınca kar tatili nedeniyle okuldan evine dönmeye çalışan ilköğretim öğrencisinin donarak öldüğü, diğer bir öğrencinin ise oyun alanında yüksek gerilim hattına kapıldığı, yine bir başka çocuğun ailesiyle piknik yaparken İSKİ deresine yuvarlanıp boğulduğu yer olarak karşımıza çıkıyor İstanbul. Yetersiz ve eksik kentsel hizmetler nedeniyle bireysel ve toplu ölümlerin yaşandığı bir kent sözünü ettiğimiz. Diğer yandan kent için uygun vizyonlar üretemeyip sermayenin projelerine teslim olan bir yerel yönetim anlayışı da önemli bir suç işlemekte. Her gün sermayenin yeni bir büyük projesinin reklamı TV’de boy gösterirken, belediyenin bu kent için planlar ürettiğini düşünmek sadece naiflik olmasa gerek.
İstanbul’un deneyimlediği kentleşme süreci çarpık kentleşme yerine çarpık ekonomi ile açıklanmalı. Kent toprağına ya da konuta yatırım yapmak artık bireysel bir tercih olmanın çok ötesinde. Küçük ve büyük sermaye kadar, yerel ve merkezi iktidarlar da kent rantını yağmalayarak bütçe yaratma peşine düşmüş durumdalar. Oysa, sermayenin dönüşüm projelerine kamu desteği vermek, karnını doyuramayan insanlara mortgage önermek olmamalıdır İstanbul’daki şehircilik anlayışı.
ARTAN SUÇ VE KAYITDIŞILIK
Bu satırların yazarı da bir çok kişi gibi bir İstanbul aşığı. Ama giderek daha ürkek ve tedirgin bir kentli haline gelenlerden. Zira, İstanbul’un dünyanın en güvenli metropollerinden biri olduğu, farklı uygarlıkların bir arada huzur içinde yaşamayı başardığı söylemlerine şüpheyle yaklaşmak gerekiyor. Sokakta uğradığımız tacizin de, kente karşı işlenen suçların da kayıt altına alınmadığı, hesabının sorulmadığı bir ortamda, ve hatta suç olarak tespit edilen eylemlerin de af yoluyla aklanmasıyla, suçlardan arınmış bir cennet haline geliveriyor görünürde İstanbul. İnsanlar düşünce suçlusu olabiliyorlar bu kentte ama adliye basıp düşünce suçlusunu linç etme girişimi bile kayıtlara suç olarak geçmiyor. Birçok suç toplumdaki genel yozlaşmadan bağımsız münferit olaylar olarak gösteriliyor. Bazı cinayetler ise kaza kurşunu, ihmal, geç ya da yanlış müdahale gibi terimlerle geçiştiriliyor. Yani yine enflasyon, trafik, müteahhit canavarı gibi bir retorik yaratılarak asıl suçlular görünmez kılınıyor.
Resmi suç istatistiklerine bakıldığı zaman da çelişkili açıklamalar görünüyor: Emniyet Müdürlüklerinin, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, DİE’nin verileri arasında yüzde 20’lere varan çelişkili rakamlar var. Ancak bütün veriler suç sayısının arttığında ve İstanbul’un en çok suç işlenen kent olduğunda hemfikir. Organize suçların artışı ve faili meçhul oranının yüzde 70’lere varmış olması da düşündürücü. Diziler ve filmler mafyalara, çetelere, bol arızalı ilişkilere kilitlenmiş durumda, medya 24 saat racon şırıngalıyor. Haberler cinnet, cinayet, tecavüz, yaralama ve bin türlü şiddet biçimi ile dolup taşarken, toplumsal patlama yokmuş gibi yapıyoruz. Oysaki dışa doğru patlama deneyimi az olan ve sıkı kontrol edilen her toplum gibi bizim toplumumuz da giderek içe patlıyor, yozlaşıyor.
NEREDE O ESKİ KABADAYILAR
Modernleşmenin bizden çalıp tarihe karıştı rdığı bir tip olarak mert, yürekli, kuvvetli mahallenin delikanlısının, bıçkınının, kabadayısının yerini de gücünü kalabalık ve silahtan alan örgüt reisleri, çete liderleri alıyor giderek. Buna paralel olarak, mahallenin en güzel kızına delikanlıca sevdalanmanı n yerini mahallenin tüm hatunlarını taciz etme biçimleri alıyor. Son olarak Taksim yılbaşı kutlamalarında gördüğümüz ve geleneksel hale gelen taciz bize alt kimlik olarak yapışmasın sakın!
Hangimiz sokağa güvenle çıkabiliyor, karşımızdakinin gözlerinin içine huzurla bakabiliyoruz? Hangimiz gündelik hayat içinde çeşitli şiddet biçimleriyle karşılaşmı yoruz, sevdiklerimizin eve dönmesini kaygıyla beklemiyoruz? Türkiye’de terör en önemli gündem olmayı sürdürüyor, gündelik hayatın terörize edilmesine ise seyirci kalınıyor çoğu kez.
SONSÖZ
Dünyanın koca bir cephanelik haline geldiği bir dönemde bulunduğumuz coğrafyanın sivil insanları da boş (!) gezmiyorlar artık. Silah endüstrisinin yeni oyuncaklarıyla kendinden geçmiş sevgisizler cinnet geçirmek için neden arayarak dolaşıyorlarken sokakları mızda, “aşk ve kelebekler için bize oy verin” diyenlerin seçimlerde yüzde 1’i bile görememesine şaşırmamak gerek…