HASAN KIVIRCIK / Birgün
Şehirde yaşayanların daha ziyade şehir ve sorunları odaklı, buradan türeyen fakat geneli ilgilendiren yahut tam tersi çok genel bir yaklaşımdan etkiyle somut güncel bir kesite bağlanan işlerde, demokratik platform nasıl tarif edilebilir? Şehirlerde yaşantının içine inen bir karar alma süreci, yeni bir demokrasi geliştirme yöntemi nasıl bulunabilir? Kent demokrasisinin oluşturulmasına katkı olabilecek çalışmaların yapılması, bunun önce pratik denemelerini bulma çabası ve yöntemler ortaya çıkaracak çalışmaların içine girmeyle olabilir. Sonra da akıl yolunu tasarlama, kent katılımcığı kavramını geliştirmeyle devam edip, bu kavramın muhataplarını çıkarmak, ilişkilerini tasarlamakla süreç geliştirilebilir.

KENTLERİN DEĞİŞİMİ VE KARAR ÜRETİMİ

Kentler sonuçta yüzyılımızın bütün yaratıcı hareketlerinin geliştiği mekanlar. Karar alma süreçlerinin (yönetim erkleri tarafından toplum katılımı esirgense de…) sahnelendiği, buna bağlı olarak mevcut sosyal siyasal sistemin işleyişinin doğası olarak sonuçta, toplumun bütünü adına uygulamaların başlatıldığı zeminlerdir. Mevcut demokratik ortamlarda “genel seçimler” dışında toplumun siyasete, siyasetin tümüne ya da bir bölümüne itiraz edebilme olanağı yoktur. Bu olanaksa sahip bulunduğu çok değerli ‘genel oy’ ile mümkündür. Farklı bir değişle akan giden ve kendini üreten siyaset ediş biçimine itiraz genel oya sıkıştırılmıştır. Bir de nadir olarak, hukuk içinde referandum diye bildiğimiz “ak-kara” seçimi belki sayılabilir.

İkinci Dünya Savaşı sonunda gelişen sosyal demokrasi, toplumsal örgütlenmeye imkan vermiştir. Örgütlü kesimlerin demokratik baskı grubu olmasını, işletilen demokrasinin eksikliklerinin kapatılmasında meşru olarak kabul eden cumhuriyetler toplumsal çıkar gruplarının demokratik haklarını çeşitli yollarla ifade edebilecekleri alanlar tanımışlardır. Bunun da ötesinde özellikle sendikal alanda hükümetlerle emek kesimi arasında toplu sözleşme adı verilen anlaşmaların mekanizmasını yasallaştırmışlardır. Ülkemizde bu tablo daha cılız gelişmiş, demokratik haklar zaman zaman darbelerle ve kriz dönemlerindeki otoriter yönetimlerce kolayca rafa kaldırılmış, içi boşaltılıp kullanılmaz hale getirilmiştir.

Yine ülkemizde bu iki ana kaynak dışında gelişen bir eğilim olarak toplum kesimlerinin görüşüne başvurmak bir kısım konularda giderek denenir olmuştur. Bunların şu ana kadar kesinleşmiş hukuku yoktur ve ‘tavsiye’ niteliğindeki oluşlar gibidir. Sonuçta yönetim mekanizmasının rızasına, çalışma yöntemine ve isteğine bağlıdır. Gerçekleştirilebilen karar alma süreçlerinde ‘bulunma’ kurallaşmış bir katılım hali değildir. Onun bir “hal” durumuna getirilmesi, bu gün için kent demokrasisinin temel konularından olmalıdır.

KATILIM “YÖNETİME” KARŞI

Bütün demokrasilerin dar aralıkta sıkıştığı bir dönemde, iradesini kamusal alanda ifade ederken ‘tekçi’ yapısını çoğullaştırmak için, etmen olarak “katılım” figürünü kullandığını biliyoruz. Önde merkezi, yerel, idare ve yöneticileri arkada onlara destek olduğu belirilen, sayıları değişen grup ya da kişiler. Bu en basit ve göze çarpıcı ‘katılım modeli’ yine en basit (fakat o ölçüde de işlevsel…) görünüm genel meşruiyetin bir aracı olmaktadır. Bu biçimiyle dizayn edilmiş katılım, arkasındaki ‘destek’ buna razı geldiği sürece inşa edilmektedir. Burada esaslı bir şekilde ele alınması gereken konulardan biri, katılım sürecini ören tarafın; ısrarlı bir talepte bulunan toplumsal gruplar, kamusal farklı çıkarlara sahip kesimler, uzmanlaşmış örgütlenmeler olmaması, adeta yine yukarıdan sunulmasıdır.

İkinci önemli husus ise, alttan yeterli zorlaması ve talebi olmayan konular için ağırlıklı olarak katılımın yönetim mekanizması tarafından sunulan komisyon, kurul gibi zeminlerde ‘davet usulüne’ göre kararlaştırılması, bütün bu işlemin baştan bir noktada tasarlanma olasılığını ortaya çıkarmaktadır. Bir miktar itiraz fakat genel olarak olumlama gibi sonucu garantileyen tasarımlar bu ‘katılımlar’ için kaçınılmazdır.

Temsil iddiasıyla ‘ortak’ katılım süreçlerine kabul edilenlerin de sadece olumlayan ve itiraz içermeyen bir yaklaşımda bulunmasının eleştirilecek tarafı çoktur ama bu durum ‘demokratik teammüllere’ uygundur. Yukarıdan inşa edilen muhalefetsiz karar alma süreçleri toplum kesimlerinin temsiliyeti biçiminde ortaya çıkarılabilmişse, demokratik kanallardan bir bölümü yine ‘tek sese’ ayarlanmış demektir. Yani bir konuda, kamu görevlileriyle birlikte çeşitli kesimler ve uzmanlardan oluşan ortaklık oluşturulmuşsa ve kural, çoğunluğu sağlayarak karar almaksa, çokluğu suçlayarak eleştiri yapılamaz. Eleştiri olsa olsa mekanizmanın tümüne ve onun kurgulanmasına yapılabilir.

YAŞADIĞIMIZ ÖRNEKLERDE KATILIM, ÖNCEDEN PLANLANIR

Yaşadığımız örneklerde biliyoruz ki, yönetim ya da işi yapan “katılımı”da planlamak istiyor. Katılımın derecesini, katılımla kabul edilen katılımcıların olası etkilerini, en fazla, en olumsuz durumda gerçekleşebilecek ‘yönetim zaaflarını’ önceden bilmek, baştan önlemler geliştirmek istiyor. Katılımın ‘yönetime karşı’ olma durumunu geçicileştirmek, etkisizleştirmek ve kontrol etmek istiyor.

Bu günlerde İMP’nin ( İstanbul Metropolitan Planlama Merkezi) planlama konularında katılım denemeleri var. “Gel, ne olursan gel” çağrısı ilksel olarak olumlu elbette. Bir araya gelmek, sorunları daha geniş olarak duymaya çalışmak ve varlığını bilmek için faydalı gerçekten. Ancak katılımın bir modeli, çıktı almak için politikası, bilgi ve emeklerin doğru değerlendirilmesi için yöntemi olmaz ise baştaki olumluluk anlamını yitirecektir. Katılan kişi ve grupların üretimlerinin karar alma süreçlerinde etkisinin olmaması mekanizmayı yozlaştıracaktır.

Katılım, şüphesiz sadece “danışma” organı sıfatı ile olamaz. Toplumsal katılım modelleri, aslında uygulama erkinin ve genel olarak idarenin sorumluları tarafından çoklukla düzenlenmiş bir seremoniden de çıkarılmalıdır.

Katılımın gerçekleşmesi, bilgi birikimlerinin aktarılması ve paylaşılmasından, konularına hakim kişilerin (ya da grupların) yaratıcı görüşlerinin alınmasına ve kararların bu müzakerlerin ağırlıklı sonucuna göre alınmasına değin yelpazenin açık tutulmasıyla mümkündür. Özellikle kentin sorunları gibi dönemler boyu devam eden konularda karar almanın organı, varsayılan katılımcıların sürekli arttırılması fikrine dayanmalı, yeni bilgi ve grupları içermeye her zaman açık olmalıdır.

İki yanlış eğilimden dönüşümlü olarak ‘faydalandığımız’ bir dönemi yaşadığımızı düşünebiliriz. Kadir ve sorumlu olan idare ile görüntüde katılımı sağlayan yöntemsel yaklaşım ve bu yaklaşımın karşısında sunulan katılım olanaklarını nerdeyse hiç kullanmama yahut red ve karşı olma politikası yürütme alışkanlıkları…

Oysa bu ikilem yerine, kent sorunları çözümlerine yapıcı, sorumlu yaklaşımlar sunmak öne çıkmalıdır. Felsefi olarak “itiraz”, başka bir yapma biçimini önermeyi de içinde barındırır. Oysa toplum gözünde “her şeye karşı çıkanlar…” değimiyle anılan oluşumlar çoğunlukla bir önyargı ve dışlama cümlesi olsa da, madalyonun diğer tarafından bakıldığında karşı çıkmanın ne kadar arkasında durulabildiği tartışmalıdır. Ne kadar yeni öneri ve yapma biçimi tasavvur ediliyor, bunların da muhakkak düşünülmesi gerekir.

KATILIM: İLİŞKİ DEVRİ

“Katılım ve demokratikleşme” yöneticilerin de sıklıkla söylediği bir konu olsa bile sonuçta katılım, sahiden gerçekleşmesi halinin, herhangi bir konu üzerinde kurulmuş olan hakimiyet-sorumluk ilişkilerinin bölüşülmesi, kurulu iktidar odaklı ilişkilerin paylaşılması demek olduğunu unutmamalıyız. Bu ilişki devri tek taraflı olarak yöneticilerin daha sonra kendilerini de kurallarla sıkıca bağlayacağı bir düzleme kendiliğinden kayabilir mi? Yahut yönetim erkinin demokratik kuralları hukuklaştırarak kendi etkilerini kendiliğinden azaltması beklenebilir mi?

Var olma, temsil etme ve sorumlu (iktidar hali) konumunu sürdürmek anlamındaki iş sahipliği yani yöneticilik, fiilen kaynakları, ilişkileri ve gündemi yönlendirme ‘hakkı’ dır zaten. Kendiliğinden bir ilişki devri kısmen de olsa normal koşullardan yaşadığımız demokratik kültür ve geleneklere göre beklenemez.

Zorlu bir konunun kamuoyuna açıklanmasında ‘destek bulma’ aracı olarak çoğunlukla katılımcıların kullanıldığını biliyoruz. Katılan sendika, dernek, grup, kişilerin karara varılacak konuyu küçük ayrıntılar dışında kesinleşmiş destekleri önceden garantilenmişse ‘demokratik tablo’ oluşturulabilmektedir. Yerel yönetimlerin projelerinde ve girişimlerinde önceden çok ayarlanmış ve büyük ölçüde destek mesajları alınmış (bir iki toplantıyla rengini belli etmiş…) olan sivil toplum girişimleri ile yerel-merkezi yöneticiler yan yana gelebilmektedir. Birlikte çalıştıklarını, birbirlerinden güç aldıklarını beyan etmeyi basiretle sergilemektedirler.

Ne yazık ki bu durumun dışındaki oluşumlar ve deneyler yoktur henüz.

EŞYANIN TABİATI AMA MÜCADELE ŞART

Hiçbir yönetsel mekanizma sahip olduğu sorumluluk edimlerini, doğal saydığı yetki çerçevesini sivil grup ve şahıslarla paylaşmak istemez. Özellikle kuralları, sınırları yeterince incelikli bir şekilde çizilmemiş olan durumlarda paylaşım bir süre için sağlansa bile, yönetim erki bir süre sonra bir nedenle sivil (farklı, aykırı, muhalif, diğer,…) yaklaşımı mass edecektir. Var olan yetkilerine ve işleyen mevzuata uygun ve hukuklu olarak diğerini dışlayacak, yok sayacak, işlevsizleştirecektir.

Diğer taraftan moloküler hale getirilmiş toplumsal muhalefetin ayrıntılanmış ve uzmanlıklara dönüşmüş sorun parçalarında bilgi tabanı azalmış, alternatifler üretecek yapı ve yaygınlıktan uzaklaşmıştır. Temsili varlığını az sayıda kişi ve az sayıda seçeneklerle, etkisiz araçlarla, bilinen yöntemlerle yapmaya çalışmaktadır. Sorunların takibi, uzmanlıkların toplum talepleriyle buluşması dinamizmi geriye düşmüştür. Ortada görünenlerin çoğu iddia ettiği geniş tabandan yoksundur. Muhalefet, yerini ve sözünü yitirmiş gibi görünmektedir.

Fakat bu tablo kötümser bir yaklaşımın içe dönümünü değil, demokrasi mücadelesinin bu defa kent ortamında, içinde kendi hayatlarımızı da anlamlandıracak şekilde verilmesini belirginleştirmektedir. Olumsuzluklar yeni çalışma ve mücadele alanlarının var olduğunu göstermektedir aslında.

Katılımın modeli üzerine kuramlar geliştirmek, yaşam alanlarımızda demokrasinin geliştirilmesinin anahtarıdır aynı zamanda. Politika alanından uzaklaştırılan milyonların kent üzerinden politika yapabilir olmasıdır. Kamu kaynaklarının denetlenmesi, kamusal yararın arttırılması, yaratıcılıkların önünün açılmasıdır.

İMP örneği üzerinde bugünlerde tartıştığımız katılım modellemeleri belki de bizi daha ötelere taşıyacaktır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir