TAVAN NERE GİTTİ ANNE?

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Böyle bir felaketi anlatmaya sözcükler yeter mi? Rakamlar yeter mi? Ölü canların sayısı, yıkılan binaların, hasarlı binaların sayısı yeter mi?
Annesiz kalan çocukların, bebeklerin sayısı, bebeksiz kalan, çocuksuz kalan ana babaların sayısı bu felaketi anlatmaya yeter mi? Biz ne kadar anlatmaya çalışırsak çalışalım ülkemizin 11 ilinde yaşadığımız deprem felaketi, yıkım ve kayıpları ile en derin acıları; yaşayanlar, felaketle hemhal olanlar bilir ancak.

 

 

 

 

 

 

 

 

“Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar” diye atasözleri neden söylenmiş ki?

 

 

 

 

 

 

 

6 Şubat tarihli Maraş merkezli şiddetli iki deprem onbinlerce ananın ağlamasına, onbinlerca evladın anasız kalmasına neden oldu.

 

 

 

 

 

 

Depremin yok ettiği Antakya’nın şairi Ali Yüce şu dizeleri ile acıları sanki somutlaştırmamış mı?

 

 

 

 

 

 

“Tavan nere gitti anne

 

 

 

 

Nere gitti evimizin duvarları

 

 

 

 

 

Daya ellerini anneciğim

 

 

 

Kediler düşmesin üstüme”

 

 

 

 

 

 

 

Büyük felaketten dolayı ülkemize başsağlığı, geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

POLİTİK ACILAR

 

 

 

 

 

 

Okurlarımız düşüncelerimizi bilir. Ülkemizin yaşadığı ekonomik krizler, hayat pahalılığı, enflasyon, afet başlığı altında toplanan sel, heyelan, yangın, deprem felaketleri ile yaşanan büyük kayıplar depremlerde yıkılan binalar ve can, mal kayıplarının ana sebebi olarak politik sebepleri gösteririz. Çektiğimiz acılar politik acılardır ve sebep olanlar da çoğunlukla politikacılardır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÇARE BİLİMİN YOL GÖSTERİCİLİĞİNDE

 

 

 

 

 

 

 

Bilimin, aklın gereğini yapmayan politikacılar, sel yataklarını, gevşek zeminleri yerleşime açanlar, kaçak, projesiz, dayanıksız ruhsatsız yapıları meşrulaştıran, imar afları ile bunları ruhsatlandıran politikacılar bu felaketlerin birinci sorumlusudur. Yerel yönetimler de bunların uzantısıdır.

 

 

 

 

 

 

 

Felaketin neden, nasıl olduğunu 6 şubattan bu yana canlı olarak izliyoruz. Organizasyonsuzluk sonucu yardımların zamanında ulaştırılamadığını görerek dizlerimizi de dövdük. Oysa Türkiye çok büyük olanaklara sahip bir ülkedir. Bu organizasyonsuzluk ve yardımların anında yapılamamış olmasının nedeninin de politik erke bağlı basiretsizlik, liyakatsızlık olduğu görülmüştür. Askerin ilk 2 gün bölgeye sokulmaması gibi..

 

 

 

 

 

 

 

Felaket oldu, yaşanmaya devam ediliyor. Buradan öyle ya da böyle çıkarız biz. Şimdi yapılması gereken, gelecekteki felaketlerin olmaması için yapılması gerekenlerdir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ACELECİ İHALELER DURDURULMALI

 

 

 

Politik erk yaşanan felaketten ders almamış ki hemen eski usul konut inşaat ihalelerini yapmaya başlamıştır. Enkaz ve cenazeler henüz ortada iken..

 

 

 

Bu işlerin uzmanı bir mimar, plancı ve uygulamadan gelen bir yapı yüklenicisi olarak sormak görevimiz. Ne zaman sağlam zeminleri tespit ettiniz, ne ara imar planları yaptınız, güncellediniz, ne zaman sağlam, kullanışlı, estetik, çağdaş konut projeleri yaptınız da ihale yapıyorsunuz? Bu acele niye?

 

 

 

Mevzuat eksiklikleri hala ortada. Kamu yapılarını yapı denetiminden muaf tutuyorsunuz. TOKİ Yapılarını da kamu yapısı diye kontrolden uzak yapıyorsunuz.. Sağlam Zemini seçmemişsiniz, kontrol yok, projeler tip proje.. Bu aceleciğinizle geleceğin felaketlerinin temelini attığınızın farkına ne zaman varacaksınız?

 

 

 

Bu yazımız acılarla ve tespitlerle bitiyor. Çözüm yollarını ise gelecek yazımıza bırakalım. Bunun en başında TMMOB ve bağlı meslek odalarının çözümün içinde olması gereğini söyleyelim. Şehir plancıları, jeoloji ve jeofizik mühendisleri inşaat mühendisleri odaları ile mimarlar odası birikimlerinin, önerilerinin çözümde en başlıca dikkate alınması gereğini belirtelim.

 

 

 

Yazımızı yine yok olan Antakya’mız üzerine Ali Yüce’nin şiiri ile bitirelim:

 

 

 

“ANTAKYA SOKAKLARI DAR

 

 

 

Antakya sokakları dar,

 

 

 

Antakya sokakları bir kişilik.

 

 

 

Sen giderken ben gelemem,

 

 

 

Bir gönlümü bahar almış,

 

 

 

Bir gönlümü yaz.

 

 

 

Antakya sokakları bir kişilik

 

 

 

Öte git biraz…”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

One Comment

  1. Acının yönü, yeri, yurdu, kimsesi olmuyor gerçekten. İlk çağlarda mıyız? Bir deprem ülkesinde deprem gerçeğini “yokmuş gibi yaparak” nasıl devlet olunur? Bireyler, tek tek vatandaşlar hatalı tutumlara girebilir, yanılabilir ama devlet (ve onu 21 yıldır sürdüren iktidar elbette)hem bu ülkenin daha önceki yaşanmışlıklarından hem de bilimin apaçık ortaya koyduğu verilere rağmen nasıl böyle fahiş hata yapar?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir