BURAK ÇETİNTAŞ / Toplumsal Tarih *
Son zamanlarda eski eserlerin fotoğraflanmasına yönelik kısıtlamalar araştırmacılara sıkıntı yaşatacak boyutlara ulaştı. Birçok eski eserin fotoğraflanabilmesi için ilgili kurumdan izin alınması lazım, ilgililer tarafından öne sürülen, fotoğraflamanın eski eserlere zarar verdiği yönündeki bahaneler ise inandırıcılıktan uzak. Bu kısa yazı, eski eserlerin fotoğraflanmasına türlü bahanelerle engel olan ilgili kurum ve kuruluşlara ithaf olunur.

Son bir seneden beri yoğun olarak çalışma ve araştırma yaptığım bir bölge olduğu için rahatlıkla isim verebiliyorum. İstanbul’daki eski eserlerin fotoğraflarının çekilmesi çeşitli makamlarca engelleniyor. Bunlar arasında bazı müftülüklerden kaymakamlıklara, cami imamlarından camilerin tuvaletlerini işletmekten sorumlu kimselere, bazı özel güvenlik şirketlerinin şefleri ve elemanlarından işgüzar memurlara ve hatta meraklı mahalleliye kadar geniş bir kitleden bahsetmek mümkün. İşin garibi, tarihi eserleri fotoğraflamak için yola dökülen ben ve benim gibilerinin çoğu neden engellendiklerini anlayamıyor da. Diyalog kurmaya muvaffak olup da konuştuğunuzda, bu engelleme işinin hukuki dayanağı ve resmiyeti olmadığı, kimi amirlerin isteklerine, bazı hallerde ise tamamen görevlinin şahsi karar ve arzusuna dayandığı anlaşılıyor.

19. yüzyıldan itibaren fotoğraf makinelerinin yaygınlaşması ile dünyanın dört bir tarafındaki birçok eski eser profesyonel ve amatör fotoğrafçılarca tespit edildi. Geçen yüzyıllarda, çoğu sadece manzara için çekilmiş eski fotoğraflar, bugün bir köşesinde gözüken eski bir eserin yenilenmesi, hatta sıfırdan yapılması için kaynak oluyor. Bu da, en basit ifade ile fotoğrafın mimarlık, sanat tarihi, kültür tarihi ve benzeri alanlarda ne kadar önemli ve yanılmaz bir kaynak olduğunun en güzel, en somut göstergesi. Bir başka açıdan bakılacak olursa, bugün hangi kurum, kuruluş veya şahıs tarafından olursa olsun, yapılan tespitler ve fotoğraflama çalışmaları da yarın için kaynak niteliği taşıyacak, eski eserlerin ihyası, kurtarılması ve elden geçirilmeleri noktasında referans alınacak belgeler olacak. Hal böyleyken, tespit faaliyetlerini desteklemek yerine türlü engeller yaratmanın temelinde ne yatıyor, anlamak güç.

Yakın geçmişte eski eserlerin fotoğrafla tespitine yönelik bu engellemelerin sayısı arttığı ve tuhaf uygulamalar ayyuka çıktığı için bu yazıyı kaleme alma ihtiyacı hissettim. Şu satırları yazarken ben bile hayrete düşüyorum. Bu kısa serzenişi okuyacak olanların şaşırması gayet doğal. Bir caminin, mescidin, türbenin önüne gidiyorsunuz; civarda o işgüzar güvenlikçilerden biri veya civarın yerlisi, kiracısı, sade fakat meraklı ve sahiplenme duygusu hayli gelişmiş vatandaş yoksa, mesele de yok. Fotoğraflamanızı, gerekli tespitlerinizi yapıyor, işinizi tamamladıktan sonra oradan kafanızda tasarladıklarınızı yapmış olmanın iç huzuruyla ayrılabiliyorsunuz.

Civarda birileri varsa, önce o şahsın kimlerden olduğunu tespit etmeniz şart! Kimlerden derken bir güvenlikçiyle mi, görev alanı o civar olan imam, müezzin gibi bir memurla mı, yoksa merak hisleri gelişmiş bir mahalle sakini ile mi karşı karşıya olduğunuzu kastediyorum. Zira bu noktada şahsın mensubiyeti çok önemli.

Şayet karşınızdaki sade fakat meraklı bir vatandaşsa, “Burada resim çekmek yasak kardeşim…”den, “Neye baktıydın, geçende buralarda bir kitabe çaldılar bak ona göre” ye kadar türlü ihtarın muhatabı olmanız mümkün. Meraklı vatandaşlar arasında, yoldan geçerken yüzünüze gülüp köşeyi döndükten sonra karakolu arayarak, “Amanın yetişin, çeşmeyi kökünden söküp götürüyorlar…” diyenler dahi vardır. Birkaç dakika önce takdirkâr sözleriyle moral bulduğum bu türden bir mahallelinin az zaman sonra bir polis otomobilinin içinde beni işaret ederek, “Memur bey, işte aradığınız kaçakçı budur…” dediğine şaşkınlığa düşerek şahit olmuştum.

Yazık ki, tespitlerini akademik seviyede yürüten araştırmacıları engelleyen bu anlayıştaki mahalle sakinleri eski eser ihyasını elde fırça, gördüğü mezarı, çeşmeyi, mescit kapısını türbe yeşiline boyamak, bilmem kaç yüzyıllık bir duvarı betonla sıvamak, 400 senelik bir serviyi veya dişbudağı, buduyorum diye kuşa çevirmek, tombak işçiliğinin en zarif örneklerinden olan mesela bir 16. yy şamdanını karardığı gerekçesiyle soba yaldızıyla boyamak, antika halıları çöpe atıp yerine duvardan duvara halı yaptırmak olduğunu zanneder; böyle işler yaparak o anda adeta cennetle müjdelenmişçesine iç huzuruna kavuşur.

Civardaki memurlar da resim çekmeye, hatta eski bir esere biraz dikkatli bakmaya tavır koyan ikinci gruptur. Caminin dış veya iç mekânını ödev, yayın, araştırma gibi sebeplerle çekebilmeniz için il veya ilçe müftülüğünden izin almanız gerektiği ilk elde yüzünüze tokat gibi çarpılır. Yüzler asık, ses tonları ciddi ve resmidir. Müftülük imzalı, kaymakamlık onaylı izin belgeniz istenir. Benim başıma geldiği gibi, izin belgenizde fotoğraflama yapacağınız bölgede yer alan yapılardan mesela biri unutulmuşsa, ne sizin çalışmanız, ne de elinizdeki resmi onay dikkate alınır. Adının listeye eklenmesi unutulan binada fotoğraf çekemeyeceğiniz söylenir. Topkapı’da Kara Ahmed Paşa Camii’nin, Fındıklı’da Molla Çelebi Camii’nin, Beşiktaş’ta Sinan Paşa Camii ve mesela Fatih’te Cerrahpaşa Camii’nin imamları, çekmek istediğiniz birkaç kare fotoğraf için resmi izin, kaymakamlık imzalı kâğıt ve benzeri belge isteyen görevlilerden sadece birkaçıdır. Aynı sert tavır diğer kurumlarda da sergilenir.

Mesela Marmara Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Fakültesi’ne tahsis edilmiş olan Üsküdar Atik Valide İmarethanesi’nin anıtsal cümle kapısı şu satırların yazarı tarafından bir çalışma için fotoğraflanırken, güvenlik görevlisinin engellemesi ile karşılaşılmıştır. “Birader neden çekiyorsun?” sorusuna resmi kimliğinizi gösterip araştırma alanınızı anlatarak cevap verdiğiniz halde, binanın caddeye bakan -bir başka deyişle kamuya mal olmuş, herkesin malı olan- cephesini fotoğraflayamayacağınız ısrarla vurgulanır. Kimse harap haldeki yapının tahsis edildiği kuruma dönüp de, “Size emanet edilmiş bu tarih mirasına neden hakkıyla sahip çıkmıyorsunuz? Bu ne hal?” demez de, herkes o hali fotoğraflayan araştırmacının üstüne, “Çekme kardeşim, yasak…” diye çullanır. Herkesin tek derdi vardır: Varsın eski eser çöksün, yeter ki o perişan manzara belgelenmesin!

Halbuki sokaktan gelip geçen turistler gözlerine kestirdikleri, hoşlarına giden her türlü binayı istedikleri gibi fotoğraflar. İmrenirsiniz.
Zarar vermemek, tahrip etmemek kaydıyla resmi ve yetkili kurumların, tarihi binaların iç ve dış fotoğraflarının çekilmesine izin vermemek gibi bir yetkisi ve yaptırımı yoktur. Her şeyden evvel Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak, yaşadığımız şehirlerin artık süsü ve sembolü haline gelmiş olan böylesi eserleri gönlümüzce fotoğraflamak bizlerin hakkıdır, hem de en az ülkemizi bir süreliğine ziyarete gelen yabancı misafirlerimiz olan turistler kadar. Bunu konuşmak, tartışmak bile saçmalık değil mi? Eski bir eserin fotoğrafını çekebilmek için mutlaka bir üniversiteye mensup olmak, akademisyen sıfatı taşımak da gerekmez. Valilikten, kaymakamlıktan, müftülükten, imamdan, polisten, hele özel güvenlikten yalvar yakar izin kâğıdı almanıza da lüzum yoktur. Zaten olmaması da gerekir. Yapmak istediğiniz, üzerinde çalıştığınız eski eserin birkaç kare fotoğrafını almaktır. Yoksa yurtdışında açacağınız bir sergi için altı ay süreyle söküp götürmek değil.

Ülkemizde anayasanın ve hukukun biz vatandaşlara tanıdığı haklardan biri de haber alma özgürlüğüdür. Hakka tecavüz etmemek, çevreye zarar vermemek koşuluyla insanlar istediği araştırmayı yapabilir. Süleymaniye’nin son cemaat mahallindeki sütunlardan birini fotoğraflamak ile Beyazıt Kütüphanesi’ndeki bir kitabı okumak, şayet yazma veya nadir değilse fotokopisini bile almak aynı şeydir. Yoksa o sütunu da olduğu yerden kaldırıp Topkapı Sarayı’nın yazma eserler kütüphanesine kaldırır, pamuklar içinde saklarlar, gelen gidenin bağrında açtığı çakı kazıntılarına müsaade etmezlerdi!

Bugün için ise tuhaf bir anlayış hâkimdir. Camilerde vakıflar, müftülükler, kaymakamlıklar fotoğraflamaya engel olur. Cami görevlileri, imamlar, müezzinler, tuvalet bekçileri kimi zaman fotoğraf makinesini çantanızdan çıkarmanıza bile tepki gösterir!
Bugün İstanbul’un mezarlıklarında ilgili müdürlük ısrarla, hesabına çalıştığınız ilgili kurumdan izin belgesi, çalışan kimseden de alan bildirmesini istiyor. İzniniz çıksa bile sadece başvurunuzda bildirdiğiniz mezarlık için geçerli. Başka bir alanda tarama yapamaz, fotoğraf çekemezsiniz. Üstüne üstlük elinize “izin verildi” kaydı taşıyan, velev ki iki satırlık olsun bir belge, bir kâğıt da verilmiyor. Bütün bunlar baştan aşağıya yanlış uygulamalardır.

Yetkili ve ilgili kurumların görevi, sorumluluklarında tarihi eserleri olduğu yerde, olduğu gibi korumak, bunun için uygun koşulu sağlamaktır. Yoksa eserin fotoğrafının çekilmesini, kitabesinin okunmasını, hakkında yayın yapılmasını engellemek değil. Kimse eski eserlerin üzerinde uygulanan yanlış restorasyon yöntemlerine değinmezken, mezar taşını kumlama, tazyikli su ve kimyevi madde kullanarak temizlemenin sakıncalarından bahsedilmez, hatta böyle uygulamalara izin verilirken, bu yetkili makamlar biz araştırmacılara ısrarla sütun, mezar, minare, çeşme, artık eski eser namına göz önünde ne kadar taş varsa bunları fotoğraflamanın yasak olduğunu vurgular.

Şimdilerde, Mezarlıklar Müdürlüğü yazılı başvuruda bulunulduğu takdirde hayli uğraştırdıktan sonra fotoğraf çekimi için gereken izni -yazılı herhangi bir belge, izin kâğıdı vs. düzenlemeksizin- veriyor. Hâlbuki böyle güçlüklere hiç gerek yok. Mezar taşı fotoğrafı çekmek neden yasaktır? Taşın yerini değiştirmedikten, sırtlayıp götürmedikten, taşa zarar vermedikten sonra mezar taşlarının kitabelerini tespit etmek, bunları fotoğraflamak neden mahsurlu bulunur? Yetkili makamlar güzel işlere imza atarak yakın geçmişte mesela mezarlıkların güvenliğini ele aldı. Güvenlik işi ihale edildi ve bazı firmalar bu işi üstlendi, mezarlıklara vardiya usulüyle güvenlik görevlileri kondu. Öyle söyleniyor ki, bugün İstanbul genelindeki mezarlıklarda toplam 600 küsur güvenlik elemanı var. Güzel. Bunlar mezarlıklarda bir taraftan güvenliği, diğer taraftan mezarların temiz kalmasını ve tahrip edilmemesini sağlıyorlar. Pekâlâ, araştırma yapmak üzere mezarlıklara gelerek burada fotoğraf çekenler neden her defasında engelleniyor, bunun sebebi nedir? Açık havanın bütün yıpratıcı koşullarına, güneşe, yağmura, kara, kışın ısı düşüşlerinden dolayı meydana gelen donlara asırlardan beri maruz kalan bu taşları araştırmacıların fotoğraf makinelerinin flaşları mı tahrip edecek? Yoksa pelür inceliğindeki estampaj kâğıtları veya tebeşirleri mi? Araştırmacıların engellenmesi pahasına dahi olsa eski taşların başına bir şeyler gelmese yine gam yemeyeceğim ya, bunca güvenlik tedbirine rağmen taş hırsızlıkları sürüp gidiyor.

Bu işin bu kadar sıkı tutulmasının başka bir sebebi olmalı. Ben, hayli zaman önce başvurmuş olmama rağmen bir süre önce Mezarlıklar Müdürlüğü’nden, Mezarlıklar Müdürü Adem Avcı Bey’in şahsen ilgilenmesi ve yardımcı olması sayesinde resmi izin aldım ve belirli mezarlıklarda çalışmalarımı sürdürme imkânı buldum. Ama yakın geçmişte sadece ve sadece fotoğraf çektiğim gerekçesiyle Anadoluhisarı mezarlığında güvenlik kulübesinde bir süre bekletilmiştim. Karacaahmet’te gündüz vakti ve mezarlığın en yoğun olduğu bölgede yine fotoğraf çektiğim gerekçesiyle güvenlik tarafından bir motorsikletle bölge müdürlüğü binasına götürülmüş ve orada uzunca bir süre bir odada tutulmuştum. Bir başka mezarlıkta ise 4-5 güvenlik görevlisi tarafından hem hakarete uğramış hem de zorla mezarlıktan çıkarılmaya çalışılmıştım. Sebep neydi? Sadece ve sadece araştırmalarımı sürdürmeye çalışıyor olmam, fotoğraf çekmek istemem. Pekâlâ, beni engelleyenlerin gerekçesi neydi? İşte onu bilemiyorum. Yalnız engellenme sebebimin güvenlik, mezar tahribi, hırsızlık, mezara ve ölüye saygısızlık olmadığı kesindi.

Senelerce camii camii dolaşıp gözüne kestirdiği çinilerin fotoğraflarını çektirdikten sonra, “işinin uzmanı” birilerine “Şu panolarla bu kuşak yazılarını isliyorum…” diye sipariş veren malum zevata gık denmezken, bu işi merak, heves ve sevgiyle yapan araştırmacıların önünün eski eser korumacılığının arkasına saklanılarak kesilmesi, tespit çalışmalarının türlü bahanelerle engellenmesi büyük bir haksızlık ve ayıptır. Yetkililere sorduğunuzda ise sizin yaptığınız araştırmalardan en çok kendilerinin memnun olduklarını ve kesinlikle engellemek gibi bir düşüncelerinin olmadığını, fotoğraflama ve tespit yasaklarının eski eserlerin korunmasına yönelik olarak alınmış bir dizi önlemden sadece biri olduğunu vurguluyorlar.

19. yüzyılın sonlarından itibaren imparatorluk coğrafyasına gelen bazı araştırmacılar ve fotoğrafçılar türlü güvenlik sebebi dolayısıyla saraydan izin aldıktan sonra işlerini görür, fotoğraflarını çeker, memleketlerine dönerlerdi. Amatör ve seyyahlara, turistlere karışan olmazdı. 1920’lerden 1990’lara kadar ise kimsenin, hiçbir ilgili müdürlüğün aklına fotoğraf çekmeyi yasaklamak gelmemişti. Araştırmacı, akademisyen, öğrenci, meraklı, turist, aklınıza kim gelirse herkes -askeri bölge dışında kalan eski eserleri-istediği gibi çekerdi. 2000’lerin başından sonra piyasaya bu tuhaf anlayış hâkim oldu. Bir camiden detay almaya kalktığınızda veya bir kitabeyi fotoğraflayacağınız sırada başınıza biri dikiliveriyor ve resim çekmenin yasak olduğunu sert bir dille anlatıyor.

* Toplumsal Tarih Dergisi’nin 166 numaralı Eylül 2007 sayısından alınmıştır.

7 Comments

  1. Mustafa bey,

    Fotoğraflarla avunmuyoruz elbette. Bunları çekme maksadımız ise belge niteliği içindir. Gerçekleri gözardı eder miyiz hiç? Zaten, hepimizin şikayeti de bahsettiğiniz durumlar değil mi? Fotoğraflayıp, belgeleyelim ki tekrarlarını kimse yapamasın diye engel olabilelim, yanlışları gösterebilelim; bir farkındalık geliştirebilelim.

    Kendine güvenen bir firma, kişi zaten fotoğrafını çektirmeye de müsaade eder. Demekki korktukları birşeyler var.

  2. 1990 yılına kadar Kirazlımescid dünyanın en güzel sokağı idi.
    Anıtlar Kurulu hemen yanıbaşında.
    Doksanların ortasında evlerin çoğu terkedilmiş, boşalmış, ya restorasyona uğramış, ya da yakılıp yerlerine otoparklar yapılmıştı.
    Anıtlar kurulu yanıbaşında. Ve koruma diyince mangalda kül bırakmayan mimarlar odası. Doksanbeşte alın birbirinize der gibi mimarlar odasının yerine anıtlar kurulunu taşıdılar, sonra oda yerini geri aldı. Kurul istemiye istemiye Kayserili Sokağına geri döndü.
    İkibinde kirazlımescid’in nasıl bir yer olduğu çok zor algılanabiliyordu. Çoğu yangın yeri çoktan otoparka dönüşmüştü.
    Ama anıtlar Kurulu hala yanıbaşındaydı.
    Bu gün Kirazlımescid artık korkunç bir yere dönüşmüş durumda. Neyse ki artık kurul yanıbaşında değil.
    Bir şeylerde yanlış var ama nerede?

  3. ayıbınız sadece fotolarla avunup gerçekleri gözardı etmeniz mihrimah sultan camii de olduğu gibi duyumlarıma göre işin ihalesi yine mehmet yılmaz denilen sahtekara verilmiş kimlerin ne çıkarı var bilmemm YAZIIK

  4. Sanıyorum hepimizin derdi bu. Atik Valide Sultan İmarethanesi’nin içinin bir kısmını bile fotoğrafladım ben. Yalnız ben içeri girerken kimse yoktu görünürde, direkt daldım. Sonra beni enselediler. Sadece bir bölümünü gezebilmiştim, içerde neler vardı neler; yakalanmasam süper olacaktı. Sadece çıkmamı istediler ama sorduğum sorulara cevap vermeyip, ters davrandılar. Yani ben soru sorarak baskın çıktım 🙂 Zaten çekim için müsaade edeceklerini de sanmıyorum.

  5. Bu işin alışılagelmiş devlet korumacığıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Bir kere devlet görevlisi bir şeyi yaptırmak istemiyorsa iki kere iki dört etmez ve o sınırı geçemezssin. Acayip bir şey bu. Gerçeklik orada durur sen fotoğraf çekmeye kalkarsan güvenliği ihlal edersin, falan… Ne saçma sapan bir mevzuat ve akılla yönetiliyoruz.

  6. Haklısınız.Bende çeşıtli araştırmalar yaparken aynı zorluklarla karşılaştım.Örneğin:Beylerbeyi İskelesini deniz tarafından çektirmediler.Telefonla görevlinin yanında amirine şikayet ettim,o da izin vermedi.Halbuki vapur veye teknelerden pekala iskelenin fotoğrafı çekilebilir.Ama onlara anlatamadım.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir