Türkiye’nin dünyada kendi kendine yeten yedi ülkeden biri olduğu söylemi son dönemde bir şehir efsanesi olarak gündeme taşındı, hem de tarım bakanımız tarafından. Neydik, ne olduk sorularının yanıtını bilimsel gerçeklerin ışığında vereceğimize kulağa hoş gelen, ancak hiç de gerçeği izah etmeye yetmeyen (TUİK’in verilerine göre 2007’de tarımsal ihracat 3.7 milyar dolar, ithalat ise 5.5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bu verilere göre, Türkiye giderek daha fazla tarım ürünü ithal ediyor. Bu veriler tarımı hâlâ önemli sayılan ülkemiz için can sıkıcıdır. Bu, bugün böyle de, dün böyle değildi. Özellikle 2002’den beri izlenen yanlış tarım politikalarının, küresel ısınmanın, akarsuların, göllerin ve barajların hemen yanı başındaki tarım arazilerinin dahi sulanamamasının sonucu olarak bu duruma gelindi.) bu şehir efsanesi söylemi küresel ısınmaya hazırlıksız yakalanmış olmamıza bir bahanedir.

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) kuraklığın Güneydoğu’dan sonra özellikle İç Anadolu bölgesini etkisi altına aldığının altını çizerek, Türkiye buğday rekoltesinde yüzde 22, arpa rekoltesinde de yüzde 31 oranında bir azalma beklendiğine dikkat çekti. Konya’nın Karapınar ilçesi Ticaret Borsası Başkanı Mehmet Gökcan da ilçede arpa ekiminde yüzde 90, buğday ekiminde yüzde 80 zarara uğrandığını ifade ediyor. Görüldüğü gibi daha hasat mevsimine girerken alınan bu üzücü haberler geçen sene yaşadıklarımızın artarak devam edeceğini gösteriyor.

Türkiye Kyoto Protokolü’ne taraf olmak için ilk somut adımı attı. Türkiye, taraf ülkelere ‘sera gazı’ salınımına sınırlama getirme ve çevre birliğine karşı somut önlem alma yükümlülüğü getiren Kyoto Protokolü’ne imza koyan 178. ülke olacak. Türkiye’nin 11 Aralık 1997’de japonya’nın Kyoto kentinde imzalanan BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’nin Kyoto Protokolü’ne katılmasının uygun bulunduğuna ilişkin kanun tasarısı, TBMM Başkanlığı’na sunuldu. T

asarının gerekçesi olarak, iklim değişikliğinin günümüzde salt bir çevre sorunu olmaktan çıkması ve çok ciddi sosyo-ekonomik sorunlara yol açabilecek ve hatta ülkelerin güvenliğini tehdit edebilecek boyutta bir sorun olarak ele alınmaya başlanması olarak sunuldu. Gerekçede, Türkiye’nin protokole taraf olması ve iklim değişikliği ile mücadelede kararlılığını ortaya koymasının yanı sıra taraf ülkeler nezdinde de itibarının artacağı, ayrıca Türkiye’ye BM Güvenlik Konseyi geçici üyeliği için de avantaj sağlayacağı belirtildi. Türkiye’nin Kyoto Protokolü’nü imzalamadan önce kendi özel koşullarını belirlemek için müzakere hakkı bulunuyor. Türkiye, henüz protokolün taraflarıyla bununla ilgili masaya oturmadı. Ancak, hükümetin tasarıyı TBMM Başkanlığı’na sunması, müzakere sürecinin başlayacağı şeklinde yorumlanıyor. Uzmanlar ise, Türkiye’nin kalkınmasının devamı için sera gazı salınımını arttırmaya devam etmeye zorunlu olduğunu belirtiyorlar. Bu noktada, Kyoto üyelerinin yaşadığı değişime ve gelişime başka cepheden bakmakta da yarar vardır:

1. Daha az karbon üreten enerji santrallarına geçilmesi.

2. Çevre mevzuatlarının yenilenmesi.

3. Aydınlatma ve ısınmada tasarruflu teknolojilere geçilmesi.

4. Karbon üretimi yüksek olan sanayi ürünlerine daha fazla vergi ödenmesi.

5. Alternatif enerji kaynaklarına desteğin arttırılması.

6. İşletmelerin atık işlemlerinin yeniden düzenlenmesi.

Kyoto Prokolü’ne imza konulması halinde, Türkiye 2012’den sonra doğrudan sera gazı emisyonuna azaltma taahhüdü altına girecektir ve bunun ekonomiye maliyeti ise 40 milyar dolar ile 150 milyar dolar arasında olacağı öngörülmektedir, yine AB üyeliği hedefinde de Kyoto Protokolü karşısına çıkacaktır.

Bütün bunlara rağmen, Türkiye bu zor kararı müzakere etmelidir. Sanayileşmiş ülkeler 200 yıldır küresel ısınmaya sebep olmaktadırlar. Bunun bedelinin de azgelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere ödettirilmesi doğru değildir. Bunun başka alternatifleri vardır ve olmalıdır. Kyoto Protokolü’nün bu hali ile kabulü, emperyalist bir dayatma ya da karara boyun eğdirmedir. Özellikle de sanayileşmesini tamamlamış Batı’nın dayatmacı bir anlayışla önümüze getirdiği çevreci ve küreselleşmeci yaklaşımı ile masum gözüken Kyoto Protokolü, ülkemizin, çevremizin, doğamızın korunmasını da elbette dikkate alarak, sürdürülebilir ekonomik kalkınma ve sanayileşme süreci ile birlikte değerlendirilerek müzakere edilmelidir.

Sadık Çelik
Kaynak: Cumhuriyet

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir