Şehirler, belediyeler ve başkanları: Türkiye’de belediyeciliğin öyküsü ve işlevleri/ Şükrü Aslan - MİMDAP
Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
Şehirler, belediyeler ve başkanları: Türkiye’de belediyeciliğin öyküsü ve işlevleri/ Şükrü Aslan
Share 26 Kasım 2020

Bugünün şehirleri de, belediyeciliği de öncekilerden bazı farklılıklar göstermektedir. Üzerlerinde yıllardır talanın yarattığı yükü taşımaktadırlar. Sınıfsal parçalanmışlıkları derinleşmiştir. Bu yüzden yorgun şehirlerdir. Bütün bu nedenlerle belediyeler sanıldığından çok daha önemli birimler haline gelmiştir

 

 

 

 

 

Türkiye’de belediyeler ile merkezi hükümetlerin gerilimini iktidar-muhalefet partilerinin siyasal yaklaşımlarının ötesinde, daha geniş bir resim içinde okumak mümkün. Bu resim bazen merkezi hükümetler tarafından kısıtlanmış olsa da belediyelerin güçlü-etkili işlevlerini görmemize imkân sağlar. Bunların başında da belediyelerin, demokratik bir kültür-siyaset üretebilme potansiyeli gelir. Son elli yıllık tecrübe göstermektedir ki merkezi düzeyde demokratik yönelimler de ancak yerel dinamikler ve dalgalarla mümkün olmuştur.

 

 

Osmanlı modernleşmesinden bugüne kadar merkez-yerel ilişkisine dair tecrübe de bu bağlamda önemlidir. Kamu hizmetlerinin vakıflardan Şehremaneti yönetimine geçmesinden başlayıp adım adım ulus devletin kuruluşuna ve oradan da 1960’lı yıllara kadar yerel gerçekte edilgen olmuştur. Zira Osmanlı ve Cumhuriyet’in yereli merkezden belirlenmiş; belediye başkanları da merkezden atanmıştır. Bu durum nüfus bakımından en büyük iki kent; İstanbul ve Ankara’nın belediye serüveni üzerinden okunabilir. 1580 sayılı Yasa İstanbul’da vilayet ve belediyeyi birleştirmişti. İstanbul Valisi aynı zamanda İstanbul Belediye Reisi idi. Belediye Meclisinin görevleri, Belediye ve Vilayet Meclisi üyelerinden oluşan İstanbul Umumi Meclisi’ne bırakılmıştı. Ankara’da vilayetten ayrı bir belediyenin varlığı kabul edilmiş ama Belediye Başkanı seçimi Dahiliye Vekili’ne bırakılmıştı. Yani Cumhuriyet döneminde de yerel, merkez tarafından kuşatılmıştı.

 

 

 

Şehir yönetimlerinin seçilen başkanlara devredilmesi için ilk kez 1963’te yerel seçim yapılmış; İstanbul ve İzmir’i Adalet Partisi (AP), Ankara’yı ise Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) adayları kazanmıştı. (İstanbul’da kazanan AP’li Nuri Eroğan, kamu görevinden zamanında ayrılmadığı için CHP’nin itirazıyla adaylığı düşmüş; yerine CHP adayı Haşim İşcan Belediye Başkanı olmuştur). Belediyeler, böylece yeni ve yerel işlevleriyle görünür olabilmiştir.

 

 

Dipten gelen ilk dalga: Toplumcu belediyecilik

 

 

Türkiye’de belediyeler ile merkezi hükümetlerin ilişkilerinde hem muhalif üretkenlik hem de gerilimi göreceğimiz üç önemli dönem bulunuyor. 1973, 1989 ve 2019 yerel seçimleri. Bu dönemlerin her birini dipten gelen dalgalar belirlemiştir.

 

 

1960’lardan itibaren dünyadaki eğilime uygun olarak kentsel hareketler ve sendikalaşmanın etkisiyle merkeze karşı yerelin önemine dair düşünce ve arayışlar da gelişmiştir. Bu yönelim özellikle 1968’den itibaren hem ana muhalefet partisi CHP’de karşılık bulmuş hem de kendine yeni yerel kanallar açabilmiştir. CHP’nin 1973 yerel seçiminde üç büyük kent dahil 33 ilin belediye başkanlığı kazanması bu ilk dalganın neticesidir. Bu dalga ile yerel-merkez ilişkisinde bir kırılma yaşanmış; kimi CHP’li ve CHP dışı muhalif belediyeler ile merkezi siyaset arasında gerilim derinleşmiştir. Esasen CHP içinde devletçilikten halkçılığa doğru söylemin değişmesi de bu dinamiklerle ilgilidir. Toplumcu belediyecilik de ifadesini bulan bu yeni siyasi tutum ve deneyimin etkisiyle CHP 1977’de yeni bir başarıyla 67 ilin 42’sinde belediyeleri kazanmıştır.

 

 

Bu ilk dalga ile gelen CHP’li belediyeler merkezi iktidarın engellerine rağmen güçlü modeller üreterek belediyelerin önem ve işlevleri üzerine kapsamlı tartışmaya imkân da sağlamışlardır. Ankara’da Vedat Dalokay ve devamında Ali Dinçer, İstanbul’da Ahmet İsvan ve devamında Aytekin Kotil, İzmir’de İhsan Alyanak ve İzmit’te Erol Köse bu yeni belediyeciliğin en çok anımsanan isimleridir.

 

 

 

Ahmet İsvan 1973-77 yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’ydı.

 

 

 

 

Dalokay’ın belediye ödenekleri kesildiğinde belediye mülklerini satması, belediyeye borç para verilmediğinde İller Bankası’nın suyunu kesmesi ve daha başka uygulamalarla merkezi engellere karşı ürettiği stratejiler belediyeciliğin radikal eylemleri olarak kayıtlara geçmiştir.

 

 

 

İsvan belediyeciliğinin de iz bırakan uygulamaları vardır. Belediyede ulaşımla ilgili ilk birim ve ilk tercihli yol uygulaması, fırın sahiplerinin tekeline karşı İstanbul Halk Ekmek fabrikasının kurulması İsvan’ın çalışmalarıdır. Kamu arazilerini türlü hilelerle uhdesine geçiren sermaye gruplarına karşı, mekân yıkacak kadar güçlü mücadele onun zamanında başlamıştır. Belediye binasında açtığı Belediye Mallarına Tecavüz Sergisi bugün de konuşulmaktadır.

 

 

Erol Köse’nin İzmit Yeni Yerleşmeler Projesi sadece sosyal konut üretimi bakımından değil, katılım politikaları açısından da iz bırakmıştır. Aile çevresinin belediye ile ilişkilenmesine izin vermemiş nadir başkanlardan biri olarak ülkeyi yönetenlerin özelleştirme tutkusuna karşı İzmit koyundaki arazileri kamulaştırmış, kentlerde ilk özel toplu taşıma uygulamasını getirmiştir.

 

 

1977 seçimlerinde İstanbul’da Aytekin Kotil, önceki başkan İsvan’ın Ankara’da Ali Dinçer, Dalokay belediyeciliğinin projelerini de sahiplenen bir belediyecilik mirası bırakmışlardır. İzmir’de İhsan Alyanak iki dönem başkanlık yapmış; kendine özgü bir belediyecilik deneyimi bırakmıştır. Aynı dönemde üç büyük şehrin alt belediyelerinde ve başka şehirlerde de dikkat çeken toplumcu belediyecilik örnekleri ortaya çıkmıştır.

 

 

1977 yerel seçimleri pek çok il-ilçede yepyeni belediyecilik deneyimlerine de tanıklık etmiştir. Diyarbakır’da Kürt kimliğiyle tanınan Mehdi Zana seçimi kazanmıştır. Böylece Cumhuriyet’ten beri bu coğrafya, ilk kez kendi içinden aykırı bir sesi belediye başkanı yapmıştır. Fatsa ve Terzi Fikri belediyeciliği de dönemin sosyalist versiyonu olarak 1979 yılından itibaren yolsuzluklara ve karaborsaya karşı mücadele, aleniyet ve halk komiteleri deneyimi ile yerel yönetim tarihine geçmiştir.

 

 

Bütün bu belediyecilik deneyimleri 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’yle birlikte dağıtılmış; bu ilk dalgayla oluşan birikim yok edilerek belediyeler, Cumhuriyet döneminde olduğu gibi yeniden merkezi yönetime katı biçimde bağımlı hale getirilmiştir.

 

 

İkinci büyük dalga: Yeni liberalizm koşullarında sosyal demokrat belediyecilik

 

 

Türkiye’de ikinci yerel demokratik dalga 1980’lerden itibaren sermayenin beklentilerine göre kentlerin yeniden düzenlendiği ANAP belediyeciliğine ve hükümet politikalarına karşı 1989 yılı yerel seçimlerinde ortaya çıkmıştır. Bu yeni dalga ile birlikte İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere Türkiye’nin 39 ilinde Sosyal Demokrat Halkçı Parti belediye başkanlıklarını kazanmıştır. Böylece hem toplumcu belediyecilik deneyimini yeni koşullarda sürdürebilmek mümkün olmuş hem de iktidar hedefi için ciddi bir imkan sağlamıştır. Ülkede hakim olan siyasi muhafazakarlık ve yeni liberalizm koşulları altında özellikle üç büyükşehir belediye deneyimi önceki örneklerdeki gibi Türkiye’nin yerel yönetim tarihinde derin izler bırakmıştır.

 

 

İstanbul’da 0-1 yaş arasındaki çocuklara süt dağıtımı, kent içi tramvay taşımacılığı, meslek odalarıyla işbirliği, 1970’li yıllarda başlatılan tercihli yol projesini geliştirme, yayalaştırma alanları, kent ve imar hukukuna aykırı projeleri durdurma, Park Otelin fazla katlarının ve Sarıyer’de Boğaz İmar Planına aykırı lüks sitelerin yıkılması, gecekondu bölgelerine daha fazla belediye hizmeti, biyolojik arıtma tesislerinin inşası, ilk doğalgaz kullanımı, Taksim-Levent metrosunun temelini atma, Kazlıçeşme’den dericilerin Tuzla’daki yeni tesislere taşınmaları gibi uygulamalar Nurettin Sözen belediyeciliğinin iz bırakan deneyimleridir.

 

 

1989’da Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı oluğunda, 1970’lerde toplumcu belediyecilikle başlayan Akkondu projesini Kentkoop-Batıkent ile tamamlama, Ankaray ve metro projeleri, kanalizasyon ve doğalgaz şebekesi gibi büyük yatırımları yapan Murat Karayalçın, geliştirdiği modellerle Türkiye’nin yatırım ve kaynak üretme politikalarında da ufuk açmıştır. Metronun yap-işlet-devret metoduyla yapılmasını isteyen Özal’a karşı tahvil ihraç yöntemini seçmesinin önemi, bugünkü kamu kaynaklarının heba olmasına yol açan uygulamalarla karşılaştırıldığında daha iyi anlaşılabilir. Projelerin gerçekleşme sürecinde demokratik katılım, kamu yararı, mali şeffaflık ve kamusal denetim belediyecilik tarihinde altı çizilecek önemdedir. Ankara’yı memur şehrinden kültür ve tarih turizmi ile de yarışan bir kent haline getirmesi, kent halkının yönetime katılmasını esas alan Ankara Kurultayı uygulamaları da Murat Karayalçın belediyeciliğinin iz bırakan deneyimleridir.

 

 

Aynı şekilde 1989’da İzmir Büyükşehir Belediyesinde denetimsiz kamu taşımacılığının örneği olan minibüsleri kaldırarak denetimli kamu taşımacılığına yönelmesi, deniz otobüslerinin kent ulaşımına dahil edilmesi, kentte metro projesinin bütün ön aşamalarını tamamlaması, Belediye Meclisi toplantılarının kamu tarafından izlenebilmesi gibi uygulamalar da Yüksel Çakmur belediyeciliğinin örnekleri olarak iz bırakmıştır.

 

 

Elbette bütün bu süreçte üç büyük kent dışında da pek çok il-ilçede önemli toplumcu belediye deneyimleri gerçekleştirilmiştir.

 

 

Vedat Dalokay 1973-77 yılları arasında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptı.

 

 

 

Küresel Zamanların Yeni Toplumcu ve Kültürel Belediyeciliği

 

 

Türkiye’de yerelde gerçekleşen üçüncü büyük dalganın belki başlangıcı değil ama en yüksek aşaması 2019 yılı yerel seçimleridir. Başlangıcı değil çünkü önceki yerel seçimlerde de Mardin, Diyarbakır, Van gibi Kürt coğrafyasındaki belediye deneyimleri kültürel belediyecilik olgusunu Türkiye’nin gündemine getirmiştir. Çok dilli belediyecilik bu deneyimin en önemli özelliği olarak literatüre geçmiştir. Keza halkçı-sosyalist belediye deneyimleri bu dönemde Samandağ, Hozat, Ovacık, Aknehir, Mazgirt gibi bazı ilçe ve beldelerde yaşanmıştır.

 

 

2019 yerel seçimlerinin en dikkat çeken yanı muhalefet partilerinin ittifak ile büyük şehirlerin bir bölümünü; bilhassa İstanbul ve Ankara’yı kazanmış olmalarıdır. Böylece ilk iki dalgada olduğu gibi üç büyükşehir bu seçimde de iktidar-muhalefet geriliminin odağında yer almıştır. Bu seçimde Millet İttifakı’nın başarısının yanı sıra HDP de üç büyükşehir, 8 il ve 56 ilçe/belde belediye başkanlığını kazanarak belediyecilik alanını genişletmiştir. Seçimi ilgi çekici kılan bir husus da Komünist Başkan Mehmet Fatih Maçoğlu’nun Dersim Belediye başkanı olmasıdır.

 

 

Türkiye, 2019 yerel seçim sonuçlarıyla modernizmin kısıtladığı kimlik alanı ve neoliberalizmin kısıtladığı iktisadi-toplumsal alanda belediyelerin yeni sesiyle tanışmıştır. Bu aynı zamanda Türkiye’nin yeni siyasal rejimi olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi içinde yapılan ilk yerel seçim olduğu için de önemlidir. Daha fazla merkezileşmeyi öngören yeni hükümet sistemiyle daha fazla demokrasi-çeşitlilik öngören yeni belediyeciliğin aynı anda işlemesi bir gerilime de işaret eder. Nitekim daha şimdiden bu gerilim gündeme oturmuştur.

 

 

***

 

 

 

1970’ler Ankara.

 

 

 

Sonuç: Yorgun şehirlerde yeni(den) belediyecilik

 

 

 

Türkiye’de belediyeciliğin öyküsü ve bugünü bize özetle şunları söylüyor:

 

 

Yerelde meydana gelen ilk iki dalganın kesintiye uğramasında sadece belediye başkanlarının başarı ya da başarısızlıkları değil ilgili parti politikaları, konjoktürel koşullar ve hükümetlerin reaksiyonları gibi pek çok faktör etkili olmuştur.

 

 

Bugünün şehirleri de, belediyeciliği de öncekilerden bazı farklılıklar göstermektedir. Öncelikle bugünün şehirleri nefes damarları daralmış birer beton yığını gibidir. Tarihsel kimlikleri bile bu yığınlar içinde görünmez olmuştur. Üzerlerinde yıllardır talanın yarattığı yükü taşımaktadırlar. Sınıfsal parçalanmışlıkları derinleşmiştir. Bu yüzden yorgun şehirlerdir. Dolayısıyla şehirler ve belediyeler eski işlevlerin yanısıra iktisadi, kültürel ve siyasal yeni bazı işlevler de üstlenmiş bulunuyorlar. Fiziksel-mekânsal olduğu gibi toplumsal görevleri de çeşitlenmiştir. Hatta ulus devlet pratiklerinin miras bıraktığı meselelerde de Avrupa’da olduğu gibi yerel yönetimler potansiyel çözüm aracı olarak görülmektedir. Bütün bu nedenlerle belediyeler sanıldığından çok daha önemli birimler haline gelmiştir.

 

 

 

Türkiye, bu eğilime uygun olarak belediye/büyükşehir yasalarını defalarca değiştirmiştir. Ne var ki bu arayış yarım kalmış bir yolculuk gibidir. Çünkü merkeziyetçiliğin güçlü dinamikleri bu sürecin önünde durmaya devam etmektedir. Şimdi, çok daha katı merkezileşme anlamına gelen Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile bu dinamikler güçlenmiş görünüyor. Belediyeler, önündeki sorunlar hıyerarşisinde en baştan beri bulunan bu merkezi kıskacın yarattığı gerilimi aşabildiklerinde ve iktisadi-politik dayanışma içinde kendi yorgun şehirlerini tedavi edebilecek ve onun içindeki toplumsallıklara nefes alanı açabileceklerdir.

 

 

Şükrü Aslan

Kaynak : Birgün


Yorum yazmak için


  Avustralya’nın Melbourne kentindeki Penleigh ve Essendon Gramer Okulu’ndaki (PEGS) Müzik Merkezi, McBride Charles Ryan’ın (MCR) PEGS Kampüsleri genelindeki bir dizi girişiminin bir parçasıdır. 

Copyright © 2024 All Rights Reserved | Mimdap.org