Beyrut’a bakıp fetih değil felaketi görebilmek - MİMDAP
Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
Beyrut’a bakıp fetih değil felaketi görebilmek
Share 9 Ağustos 2020

 

İş güvenliği, gıda güvenliği, kamu güvenliği zaafları, kelimenin tam anlamıyla ‘sekter’ yandaşçı politikalar hayatımıza, çevremize, umutlarımıza, güvenlik hissimize mal oluyor. Toulouse’dan Tianjin’e ve Beyrut’a anlatılan bizim hikâyemiz!

ASLI ODMAN

 

 

Evet, Beyrut Limanı’ndaki patlamaların görüntülerinden gözlerini almak zor. Duman, alev, patlamaya başlayan havai fişekler, ardından kolektif hafızamızda bize nükleer bombaları hatırlatan bir dumandan mantar ile şehre salınan ölümcül şok dalgaları. Şimdiye kadar bildiğimiz üç olgu var. 1) Depolanan havai fişeklerin varlığı. 2) Sıcakta, çok uzun süredir ve yan yana olmaması gereken maddelerle birlikte depolanmış, 2013’de Batum’dan yola çıkan ve arızalanıp, Beyrut Limanı’na yanaşan Moldova bandıralı bir gemide el koyulan 2700 ton suni gübre (ve/veya bomba) hammaddesi amonyum nitrat ve 3) Patlamadan hemen önce hiçbir iş güvenliği ekipmanı olmadan kaynak yapmaya çalışan üç (çok muhtemelen taşeron) işçinin patronlarına ilettikleri bir ‘işi yapıyoruz’ fotoğrafı….Yöneticileri Lübnan’a has etnik-siyasi aidiyetlere göre atanan 133 yıllık Liman Şirketi’nin sorumluluğunda olan iş güvenliği zaafı, büyük bir kamu güvenliği felaketine dönüşüyor. Sonuç dünyanın şimdiye kadar gördüğü en büyük endüstriyel felaketlerden biri.

 

 

AMONYUM NİTRAT PATLAMALARI: BİZİM HİKÂYEMİZ!

 

 

Kitlesel kullanımı ile gıda güvenliğini tehdit eden suni gübrenin hammaddesinin, gene kitlesel olarak taşınma ihtiyacı uluslararası limanlarda sürekli bir kamu güvenliği sorunu da oluşturuyor belli ki. Daha 2015 senesinde Çin’in küresel limanı Tianjin’de 800 ton amonyum nitrat patlamış ve 173 insan hayatını kaybetmişti. 2001 senesinde Total Şirketi’nin Fransa’nın güneyindeki Toulouse kentinin meskun mahalline çok yakın bir yerdeki AZF Total suni gübre fabrikasında, gene 30’dan fazla can alan, üç kilometrelik alanda cam pencere bırakmayan, binlerce insanı evinden eden bir patlama olmuştu. Tam 11 Eylül sonrasına denk gelen bu patlamaya dair ilk ‘suları bulandırıcı’ teoriler de ‘islamcı teröristlerin’ bu işi gerçekleştirmiş olabileceği idi. Bu sabotaj spekülasyonların argümanlarından biri de, düz bir ırkçılık ile fabrikada çalışan Müslüman-Fransız, Cezayirli işçilerin varlığı idi. Halbuki seneler süren kapsamlı tahkikatlardan sonra 2018 senesinde çıkan üst mahkeme kararında, taşeron işçilerin iş güvenliği zafiyetinin patlamaya yol açtığı hükme bağlandı. Birinci dereceden sorumlu şirket yöneticileri ise sadece canını kaybedenler ve zarar görenlere tazminat ödemeye değil, aynı zamanda kenti ‘çevresel bir felakete maruz bırakmaktan’ mahkum edildiler. İş güvenliği, gıda güvenliği, kamu güvenliği zaafları, kelimenin tam anlamıyla ‘sekter’ yandaşçı politikalar hayatımıza, çevremize, umutlarımıza, güvenlik hissimize mal oluyor. Beyrut’ta anlatılan bizim hikâyemizdir!

 

 

 

DERSAADET VE BEYRUT: COĞRAFYA, TARİH VE HAFIZA

 

 

Beyrut Limanı, aynı İzmir, İstanbul, Selanik, Pire, İskenderiye gibi diğer Osmanlı Doğu Akdeniz Limanları ile aynı dönemlerde, yani 19. yüzyılın ikinci yarısında, aynı motivasyonlarla ve imtiyazlarını aslen Dersaadet’te yapılan pazarlıklarla elde eden uluslararası Rıhtım Şirketleri ellerinde bugünkü ‘modern’ şeklini aldı. 19. yüzyılın liberal yayılmacı kapitalizminin altın çağında daha hızlı meta üretimi, dolaşımı ve sermaye birikimi için buharlı gemilere uygun rıhtımlar, antrepolar inşa edildi. Siyasi iktidar ile ayrıcalıklı ilişkileri olan bu imtiyazlı şirketler büyük karlar elde ettiler. Limanlar her zaman kâr amaçlı sistemin nefes alıp verdiği ciğerler oldular. ‘Patlamaları’ da her zamana bu akıştaki büyük aktörlere, çıkar çatışmalarına ve arazlara işaret etti.

 

 

Patlamadan önce ve sonra Beyrut…

 

 

Fakat Beyrut Limanı bunca tarihi, coğrafi ve ekonomi-politik yakınlığa rağmen, Türkiye’nin gündemine ancak felaketlerle ile girebiliyor. Bu felaket gündeme girdiği zaman da çoğunlukla trajik ‘görüntüler yaşanan(!)’ bir haber girdisi olarak, görsel olarak hızla tüketildi. Bu arada fırsatçı fetihçi rüyaları ve Türkiye’nin sürekli mağrur mağdur rolünü kaptığı ‘Ortadoğu komplolarını’ tetikledi. Halbuki Beyrut Limanı’ndaki bu büyük endüstriyel felakete, dönüp bir de ‘Bizim memlekette de 180 civarında liman var, savaşın hüküm sürdüğü Suriye’nin dibindeki, savaşın demir hurdasının aktığı İskenderun, asbestli gemilerin sökümün yapıldığı Aliağa, pek çok dolum tesisini çok yoğun bir yerleşim dokusu içinde barındıran Avcılar/Ambarlı, petrol boru hattı Botaş’a ait Ceyhan, şehri doğurmuş Mersin, sürekli patlayan fabrikaları ile kimya OSB’lerinin hemen dibindeki Tuzla Limanı…, acaba buralarda durum nasıl?’ diye kendine sorma sükuneti bulan kaç kişi olabildi acaba? Bu resmi limanlar dışında şirketlerin, hemen arkasındaki farklı patlayıcı nitelikleri olan kimyasal hammadde işleyen fabrikalarıyla doğrudan bağlantı kurması için genişlettikleri, ‘Kanserovası’ diye de anılan Dilovası’nın irili ufaklı limanları var. Üstelik bu tarz ‘kamucu geleneğinin altının hızla oyulduğu’, devletin kamu sağlığı ve güvenliği ile ilgili bağlayıcı yükümlülüklerini getirmeye dair baskılardan azade tekelci bir sisteme yöneldiği, içindeki birbirini ara ara kayıran, ara ara kurban eden fraksiyonların güç ve nüfuz alanı birikimi için rekabet ettiği, bu politik kastın şirketlerin ‘sermaye birikimi egemenliklerine’ neredeyse hiç müdahale etmeden çevre ve emeği sömürmeye bıraktığı sınıfsal ittifakların yaşandığı coğrafyalarda, büyük sanayi felaketlerinin sadece limanlarla sınırlı kalması da düşünülemez. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin İngiltere’deki kardeş örgütlenmesi Hazards Campaign, bugün Sussex Limanı’nda amonyum nitrat depolanması ile ilgili yapılan itirazlara geniş yer ayırıyordu.

 

 

 

BÜYÜK SANAYİ FELAKETLERİ BÜYÜK CEZASIZLIKLAR

 

 

 

Daha bir ay önce Hendek’teki havai fişek fabrikası patlaması ve sonrasında da can almaya devam eden suç mahalli tahliyesinde görünür olan ‘Büyük Coşkunlar, Büyük Suçlar, Büyük Cezasızlıklardan’ bahsetmiyor muyduk?

 

 

 

Daha on iki yıl önce İstanbul’un göbeğinde Davutpaşa’da tüm kamu görevlilerinin gözleri önünde üretime devam eden kaçak maytap atölyesindeki patlamada, o ve komşu bir iş hanında çalışan işçilerden yirmi biri hayatını kaybetmemiş miydi? Davutpaşa’da yakınlarını kaybeden ailelerden bazıları örgütlenip, sorumluların yargılanması için ciddi bir hukuk mücadelesi vermelerine rağmen, bu felaketin oluşmasında sorumluluğu olan, pozitif eylem yükümlüğünü yerine getirmeyen kamu görevlilerinin hiç birine etkin ceza verilmesini sağlayamamışlardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Daha yedi sene önce göz göre göre Soma Holding, devletle arasındaki ayrıcalıklı rödevans ilişkisine sırtını vererek, ferah ferah ceberut bir işyeri rejimi kurup, sadece üç yüz bir insan değil tüm bir ilçeyi kurban etmedi mi? 1982 senesinde Çorlu’da Konyalılar Mensucat Fabrikası’ndaki metan gazı sıkışmasından kaynaklanan patlamada ölen 32 işçiyi, 1993’de Gaziantep Şehreküstü’nde gayet basit bir halı yıkama fabrikasındaki tinerlerin tutuşması sonucu oluşan yangında ölen 10 işçiyi, 1997 senesinde Kırıkkale Mühimmat patlamasından sonra bölgeden tahliye edilen iki yüz bin insanı hele, ne kadar hatırlıyoruz? Adım adım Beyrut Limanı patlamasına götüren sistematik ihmaller zinciri ile TMMOB’un her sene yayınladığı ‘endüstriyel yangın raporları’ arasında ne ilişki var? Buna göre 2017’de en az 182 endüstriyel yangın, 2018’de en az 385 endüstriyel yangın oldu. Son iki yıl içinde endüstriyel yangınların sayısı 541’e yükseldi. En büyük rafineri TÜPRAŞ ve etrafındaki destekleyici işletmelerin en riskli aktif fay hattına gayet yakın konumlandığını düşünelim mi? Bırakın vatandaşları, hangi uzman Türkiye’nin aktif fay hatları, sanayi felaketine yol açma riski taşıyan tesislerinin konumları ve alınan önlemleri aynı haritada görme şansına erdi bugüne dek? Adı ‘Afet Yasası’ olan mevzuat ise, riski bina ve alan ilanları, acele kamulaştırmaları ile irili ufaklı müteahhitlerin, arz ve kar amaçlı yık-yap iştahları dışında kamu ve çevre sağlığı adına ne işe yaradı bugüne dek?

 

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne entegrasyon sürecinde kendi hukuk sistemine kattığı mevzuat silsilesine, 2013 yılında ‘Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi Ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik’ de eklendi. Ne isabetli, ne anlamlı bir isim, değil mi? Hele ki uç bucak tanımayan, sanayi, özel üniversite, depolama tesisi, şehir hastanesi, enerji nakil hattı, tarla, meranın birbirinin içine girdiği, içe ve doğru patlamış kentlerimize baktığımızda, ne kadar önemli bir mevzuat transferi, değil mi? Bu Yönetmelik 2019 senesinde güncellendi. Hali hazırda bu mevzuat şirketlere, iş güvenliği önlemlerini almayıp da, büyük kamu güvenliği riski oluşturmasınlar diye, yani kamu güvenliği ve sağlığı adına büyük yükümlülükler yüklemekte. Büyük sanayi felaketlerinin önlenmesi için riskli üretim yapan tüm tesislerden ciddi iş güvenliği yatırımları bekleniyor. Yerel (İlçe ve İl Belediyeleri) ve merkezi kamu kurumlarının (Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı) sorumluluklarını tanımlıyor. Tehlikeli madde ve prosesleri bildirim yükümlülüğü, tehlikeli madde müdahale kartları, büyük kaza senaryo dokümanı, büyük kaza önleme politika belgesi, güvenlik raporu, dahili acil eylem planı, kamu bilgilendirme prosedürleri tanımlıyor. Amacının “tehlikeli maddeler bulunduran kuruluşlarda büyük endüstriyel kazaların önlenmesi ve muhtemel kazaların insanlara ve çevreye olan zararlarının en aza indirilmesi amacıyla, yüksek seviyede, etkili ve sürekli korumayı sağlamak için alınması gerekli önlemler ile ilgili usul ve esasları belirlemek” olduğu ifade edilmiş. Yanımızdaki yöremizdeki tüm bu risklere dair haberdar olmak bir yurttaş hakkı. Yaşam hakkı ve çevre hakkının doğal bir uzantısı. Ve bir kamu sorumluluğu.

 

 

KOMPLO DEĞİL, BÜYÜK KAZA SENARYOLARI YAZALIM!

 

 

Bu ufak ‘hafıza notunu’ bir başka sanayi felaketini anarak bitirmek istiyorum. Sene 1949. Yer Sütlüce. Enver Paşa’nın kardeşi, Birinci Dünya Savaşı’nda Alman Ordusu ile Bakü cephesinde savaşmış, İkinci Dünya Savaşı’nda da Türkistan cephesinde Nazi ordusu ile özel ilişkiler geliştirmiş olan eski general ve yeni sermayedar Nuri Killigil Paşa, askeri ve siyasi nüfuzunu kapitalist bir yatırıma dönüştürmüş, silah ve mühimmat üretiyor: Fabrikanın resmi adı 1930 kuruluşlu Nuri Killigil Tabanca, Havan Ve Mühimmat Fabrikası. Yanında çalışan mühendislerden Burhan Oğuz’ın anılarında ’emniyet tedbirlerine hasisliğinden kaynak ayırmayan, işçilere zalimce davranan, atak, maceraperest’ olarak tasvir edilen Killigil bizzat, altı itfaiyeci ve 21 işçi, buradaki patlamada hayatlarını kaybediyorlar. Sütlüce sahilinde fabrikanın olduğu yer darmaduman oluyor. Bugün bu sanayi felaketini hatırla(t)mayı tercih eden yeniden yükselen değer Türkçü-Turancı eğilimliler, İsrail Devleti’nin fabrikayı havaya uçurduğu spekülasyonları üzerinden bu felaketi gündeme getiriyorlar. Kentin meskun mahalline ‘patlayıcı madde’ ruhsatı bile olmadan ‘madeni eşya imalatı’ adı altında bu fabrika nasıl kurulabildi*, hangi hammaddeler kullanıldı, işçiler nasıl çalıştırıldı, patlama anında çevreye ne gibi zehirler saçıldı, bunların sonraki nesillere etkisi ne oldu… İşte dünkü ve ‘kendi şehrindeki’ felakete bakıldığında yaşamın asli dinamiklerine dair ne eksikse, bugün de aynıları eksik. O yüzden her iş cinayetinde, her sanayi felaketinde hatırlanacak en önemli şiarı tekrar edelim: Kapitalizm her yerde ise anlatılan hikâye bizim de hikayemizdir!

 

 

 

 


*İstanbul Vali ve Belediye Başkanı Lütfi Kırdar’ın 6 Mart 1949 tarihli ifadesine ve iş güvenliği zafiyetleri ile ilgili çalışanların tanıklıklarına, Nejdet Karaköse’nin 2010 ‘da Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Nuri Killigil’in biyografisi hakkında kaleme aldığı doktora tezi sayesinde ulaşıyoruz. (sayfa 366)

 

 

 

Kaynak: Birgün

3 Yorum
  1. Çok dikkatle yazılmış, önemli saptamaları içeren bir yazı. Aslı hanım ülkemiz “iş kazalarını” ve bunların toplumsal hafızamızdaki uçuculuklarına atıfta bulunarak güzel bir kıyaslama yapmış. Kendimize bakmadan başkalarına ders verircesine söylemlerde bulunulan bir çağa girdik, ürpertici.

    Hasan Kıvırcık | 12 Ağustos 2020

  2. Beyrut ne kadar ara bir yerde ve ne kadar çeşitli güçlerin çatışma alanı. Bu anlamda talihsiz coğrafya.

    Tünay Candansayar | 16 Ağustos 2020

  3. Beyrut’a bakınca en çok kendimizi ve ülkemizi görüyorum.

    selim yüksel | 25 Ağustos 2020


Yorum yazmak için


  Avustralya’nın Melbourne kentindeki Penleigh ve Essendon Gramer Okulu’ndaki (PEGS) Müzik Merkezi, McBride Charles Ryan’ın (MCR) PEGS Kampüsleri genelindeki bir dizi girişiminin bir parçasıdır. 

Copyright © 2024 All Rights Reserved | Mimdap.org