Küresel Gelişmeler, Neoliberal Politikalar, Risk Toplumu ve Planlama Alanı - MİMDAP
Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
Küresel Gelişmeler, Neoliberal Politikalar, Risk Toplumu ve Planlama Alanı
Share 26 Şubat 2008

Planlamanın kapsam ve hedefleri ile uygulama alanları, zaman içinde değişmezlik gösteren ya da bağımsız olarak belirlenebilen bir özellikte değildir. Bu alanı uzun dönemde (ve geniş coğrafyada) etkileyen ana güç ve süreçlerin niteliği tarihsel dönemlerde farklılaşmıştır. Planlama, erken modern toplumda, sanayideki gelişmelerin yarattığı kentleşmenin ve çevre üzerindeki olumsuzluklarının giderilmesi, asgari bireysel fiziki standartlar ve hijyen koşullarının sağlanması için gerekmişti. Bu amaçla öngörülen fiziki planlama kurumu, olumsuz sonuçları gidermekle (remedial planning) yükümlü kılınmıştı.


Newyork

Daha sonra planlama, ‘refah toplumu’ döneminde ‘ekonomik büyüme’, ‘kamu yararını’ kollama, kendi hedeflerini belirleyen girişimci (proactive planning) bir toplumsal etkinlik kimliği kazanmıştı. Günümüzde ise, iki karşıt eğilimin planlama üzerinde farklı yönlerde belirleyici güçler oluşturduğu izlenmektedir. Neoliberal politikaların planlama alanını daraltma etkileri yaratıp yaratmadığını dikkatle izlemek gerekmektedir. Buna karşılık, doğanın ve kaynakların geri dönüşsüz yok edilmesi, iklim değişikliği, ‘risk toplumu’ koşullarının yoğunluk kazanması gibi nesnel koşullar, günümüzde ‘küresel yararı’ kollamak üzere farklı bir planlama (preemptive planning) tutum ve kurumlaşmasını gerektirmektedir. Bu güçler, planlamanın kapsam, içerik ve uygulama süreçlerini etkili bir biçimde yönlendirmekte, bu kurumun yakın gelecekte değişime konu olacağına işaret etmektedir.

Küreselleşme ve Neoliberal Tercihler; Planlamanın Kuşatılması

Birbirinin yerine geçercesine kullanılan küreselleşme ve neoliberal yaklaşım terimlerinin, gerçekte çok farklı iki süreç ve olgudan söz ettiğini öncelikle netleştirmek gerekir. Bu iki kavramın aynı imiş gibi kullanılması, kimi yazarlar tarafından özellikle izlenen bir tutumdur. Bu tutum uluslararası ortamda ve bizde yeterince düşünsel karmaşaya yol açmakla amacına ulaşmış görünmektedir.

Küreselleşme kavramı yalnızca bir tarihsel dönemin nesnel koşullarını tanımlar. Mikro-çiplerin geliştirilmesi ve kitlesel üretimi bu koşulların yaratılmasında başlıca etkendir. Bu yolla, tüm üretim süreçleri programlanabilmiş, hızlandırılabilmiş, ölçek sıçramalarına ve geniş bir coğrafyada entegre edilebilmesine yol açılmıştır (1). Aynı etkenin, bilgi işleme ve saklamada, ulaşım ve haberleşme süreçlerinde de verimlilik ve ölçek büyümelerine yol açması, sermayenin sınırları aşan bir bütünleşme ve birikim gücü kazanması için yeterli olmuştur. Bu nesnel koşulların, uluslararası piyasaların da bütünleşmesi ve etkinlik kazanmasında katkıları olmuştur; ancak bu durumun neoliberal politikaları benimsemeyi zorunlu kılan bir yönü yoktur. Neoliberal uygulamalara başvurma bir siyasal tercih konusudur. Ne küreselleşme koşulları kaçınılmaz olarak neoliberal düzenlemeleri gerektirmektedir, ne de neoliberal politikalar nesnel küreselleşme koşullarını yaratmıştır ve bununla bağımlıdır. Ne var ki, zorunlu bir bağlantı bulunduğu iması sürekli olarak karşılaştığımız bir aldatmacadır.


Newyork

Neoliberal politikaların kaynağı ve uygulanma tarihçesine ilişkin araştırma ve eleştirel değerlendirmeler, yoksunluğu çekilen bir bakış açısı ve araştırma alanı değildir (Bourdieu, 1998; Harvey, 2005, 2007; Leitner, Peck ve Sheppard, 2007). Burada, neoliberal politikaların temel özelliklerini, uygulamaların çeşitlenmesini ve yalnızca hangi yönleri ile planlama karşıtı bir zemin oluşturduğunu belirleme çabasındayız. Piyasa ve planlama, hangi siyasi ortamda olursa olsun, kaynakların dağıtımında iki alternatif mekanizma ve yöntemdir. Piyasalar neoliberal uygulamaların başlıca aracı ise, planlama neoliberal ortamda itibar edilen bir araç ve kurumlaşma değildir.

Neoliberal yaklaşım, ekonominin ve toplumun yönlendirilmesinde birinci önceliği piyasaların genişletilmesine, girişimciliğin yaygınlaştırılmasına, yatırımların ve ticaretin yapılmasında engel ve zorlukların kaldırılmasına veren bir tercihtir. Öyle ki, piyasa ve girişimcilik araçlarını etkin kılmak pahasına çoğu kez, neoliberal politikayı savunanlarca ileri sürülen amaçlar (ekonomik büyüme, toplumsal paylaşım düzeni) gözden kaybedilmektedir. Bir yandan uluslararası bütünleşmelerle mevcut piyasalar ölçek büyümelerine uğrarken, öte yandan eğitim, sağlık, ulaşım, gibi kamu eliyle planlama etkinliklerine dayalı olarak sunulan hizmetler özelleştirilmekle yeni piyasalar oluşturulmaktadır (2).

Herhangi bir yatırımın yapılması, kaynakların ya da hizmetlerin ortak (kollektif) işletilmesi/kullanımı, toplumsal bir öngörü, meşru uzlaşı dolayısıyla bir ‘plan’ gerektirir. Planlamaya duyulan gereksinme, özünde bir ortak referansa dayanma, yetkilerin kullanılmasında meşruiyet kazanma ve hesap verebilme dayanağına olan gereksinmedir. Neoliberal yaklaşım, ikinci temel özelliği olan kamu kurumlarını küçültmek ya da kaldırmakla, kaynakları özelleştirmekle, planlamanın toplumsal zeminini daraltmakta ya da yok etmektedir. Kamu yatırım ve etkinlik alanlarının daraltılması, kamu hizmet ve harcamalarının kısıtlanması, kamu mallarının elden çıkarılarak mülksüzleştirme sürecine girilmesi, planlama işlevine olan gereksinmeyi de büyük ölçüde ortadan kaldırmaktadır. Bunların paralelinde özelleştirme gelirlerinin saydamlıkla yönetilmemesi, yabancılara doğrudan ya da dolaylı büyük varlık transferleri, kamu denetim etkinliğinin çözülmesi gibi süreçler gelmektedir (3). Kaynakların ve mekanın kullanımında kuralların kaldırılması, giderek denetim özürlü bir toplum ve kültürün yaratılması demektir (4). Denetim mekanizmalarının kalkması, planlama gereksinmesini azaltan ayrı bir güçlü etkendir.

Ulusal varlıkların elden çıkarılması sonucunda plan hazırlama gereksinmesi ve istenci kaybedilmektedir. Bu eğilimin aldığı biçimlerden biri de karar kapsam alanının dağıtılması, alt kademe ve yerel yönetimlere yetkilerin denetimsiz aktarımıdır. Yerelleşmenin, farklı konularda plan hazırlama işlevlerini pekiştirmesi, “yerel rekabet gücünün” planlama yolu ile gelişeceği anlayışının yaygınlaşması beklenirdi. Ancak yerel yönetimler üzerinde yeterli bir denetim kurulmaması, teknik konularda siyasi eğilimlerle kararlar verilmesi, seçilenlerin her konuda yetkin oldukları yolunda varsayımlar yapılmasına yol açmaktadır. Bunun anlamı, siyasi otoritenin mesleki otoriteyi teslim almasıdır. Güncel gereksinmelerin karşılanmasında, yeni kentsel işlevlerin ortaya çıkması ve yatırımların yapılmasında piyasa kendi yerel yöntem ve yollarını belirlemekte, planlama merkezden yetkilendirilmeyip etkisiz bırakılmaktadır. Yerel ortamda, planlama işlevinin yerine getirilmesi konusunda ayrı düzenleme ve yükümlülüklerin getirilmemesi, planlama etkinliklerinin en alt düzeye çekilmesi sonucunu doğurur (5).

Neoliberal uygulamalarda gözlenen üçüncü temel özellik, işgücünü ve kaynakları koruyan mevcut düzenlemelerin kaldırılması çabasıdır. Sosyal güvenlik, iş güvenliği, sağlık, emeklilik haklarında gerilemeler, toplu iş düzenlemelerinin etkin olmadığı gerekçesiyle kaldırılması, işten çıkarmaların kolaylaştırılması vb girişimler, adım adım uygulanan bir stratejidir. İşgücü piyasasında rekabetin kızıştırılması, işten çıkarma ve işe alma işlemlerinin kolaylaştırılması mutlaka sağlanan bir koşuldur. İşgücü açısından, sorumluluklar üstlenme ve toplumsal haklar kazanmada kollektif düzenlemeler yerine, bireysel piyasa gücü ya da bireysel ilişkiler belirleyici durumdadır. Bu ortamda ‘kamu yararı’, ‘toplumsal’, ‘sınıf’ kavramları erozyona uğratılmaktadır. Dolayısıyla planlama bir kez daha, içeriğinin ve hedeflerinin boşaltılması yoluyla sınırlanmaktadır. Ayrıca, işgücünün kurumsal yapılarının çökertilmesi eğilimi, planlama meslek odalarının da etkisizleştirilmesine giden yolu açmaktadır. Plancılar artık kamu programlarının yürütücüsü değil, uluslararası sermayenin gündemine hizmet eden bireylerdir (6).

Neoliberal uygulamalarda gözlenen bir başka özellik, doğa ve kültür varlıklarının korunması hedeflerinin geri plana itilmesi, bu kaynakları koruma sorumluluklarının muğlaklaştırılıp denetim mekanizmalarını kaldıran ve bu kaynakların piyasa eğilimlerine göre kullanıma açılmasına ya da gözden çıkarılıp tüketilmesine yol açacak düzenlemelerin yapılmasıdır. Kıymetli maden ve enerji kaynakları söz konusu ise, yönetimlerde doğal varlıkların ve ekolojik değerlerin savunanı bulunmaz (5177 sayılı yasa, 2004). Aktörleri ve hedefleri önceden belirlenmiş, uluslararası yatırımlar ya da kullanıcı kesimlere çekici kılmak uğruna kolaylaştırmalar sağlanan, hukuku zorlayan tekil proje uygulamalarında, yerel yönetimler değil, üst düzey kararlar belirleyicidir. Burada planlı bir rasyonele dayanma gereği gözardı edilmekte, planlama ilke ve yöntemleri adım adım aşındırılmaktadır (7).


Tokyo

Neoliberal uygulamaların dayatılması öncelikle uluslararası anlaşmalar yoluyla sağlanmakta, bu çerçevede getirilen hükümlerin ulusal mevzuatı aşan bir güçte olduğu baştan kabul edilmektedir. NAFTA, IMF, WTO, MAI, vb anlaşmalar, Dünya Bankası projeleri, tahkim yasaları ile yaratılan çerçeve kaçınılmaz olarak mevcut ulusal hukuk sistemi ile çatışmaktadır. Bu durum, bir yandan mevcut hükümleri tanımayan yeni uygulamaların ortaya çıkmasına, diğer yandan neoliberal bir yeni hukuk yaratma çabalarının gündeme gelmesine yol açmaktadır. Bu girişimlerin ulusal planlama sistemine ise hiçbir yeni yaptırım yeteneği getirmediği, planlama kapasitesini kısıtlayan, karar konularında katılımcı söylemlere karşın yerel topluluklarla işbirliğini dışlayan eğilimlerinin ağır bastığı görülür. Teknik konularda bile yönetimlerin nesnel ve bilimsel ölçütleri bir kenara bırakıp, siyasi nedenlere dayalı karar verme süreçlerini meşrulaştıran çabalar gösterdikleri izlenir (8).

Neoliberal politika, kültürel ve toplumsal değerlerin de yeniden biçimlendirilmesi projesi ile bütünleşir. Piyasa uygulamalarına ayak uyduramayanlar sistemde ‘başarısızlar’ tanımlaması ile damgalanırlar. Söz konusu değerlendirmeler, ekonominin adeta Darwin’ci bir açıklamasına dayanmaktadır. Çoğulcu söylemlere karşın yoksullar, etnikler, başka din ve inanç sistemlerine bağlı kesimlerin dışlanmasında, kültürel ortamda üstü örtülü ya da açık biçimlerde aşağılanmasında bir sakınca bulunmaz. Neoliberal etik ve değer yargıları sistemini tamamlayan bir özellik de, genel ve tekil (ortaklaştırıcı) bir toplumsal üst değerler sistemi değil, ‘kompartmanlaştırılmış’, birbirini gözetme davranışlarının hedeflendiği ileri sürülse de, bunu zorunlu görmeyen değer ve düşünce yapılarının yaygınlaştırılmasıdır. Dini inançların ve bunlara ilişkin yaşam biçimlerinin, batıl inanç ve kültürlerin, realizmden uzak-fantastik sanat yapıtlarının yükseltilmesi, neoliberalizmin “özgürlük” paletinin diğer renkleridir. Neoliberal politika açıktır ki, bir insanlık aydınlanma ve adalet projesi değildir. Bu çoğulluk ve (saydamlık savunulsa da) hedef bulanıklığı yaratılmış ortamda planlama kimin için yapılacak, planlamayı kim talep edip savunacaktır?

Neoliberal politikaların gözlenen evrensel sonuçlarının, vadedilen ekonomik büyüme, birikim ve refah artışlarını gerçekleştirmediği, ‘tam istihdam’ politikasının dışlanması sonucunda işsizliğin ve yoksulluğun yaygınlaştığı, sınıfsal kutuplaşmalar uğruna çok küçük bir azınlığın aşırı zenginleştiği yolundadır. Harvey’e (2007) göre neoliberal politika yeni değerler yaratmayı değil, yalnızca sınıflar arası yeniden dağılımı hedeflemekte; bu açıdan ekonomik değil, siyasi bir proje özelliği göstermektedir. Bu (para piyasalarında büyük bir çeşitlenme ve sürtünmesiz ve hızlandırılmış akışkanlıkların da kolaylaştırıcı etkileriyle), fakirleştirme yoluyla sermaye birikimini sürdürme yöntemi ve bir “yaratıcı yıkım” sürecidir. “Ekonomik rasyonel, ‘rekabet ve etkinlik’ kriterlerine dayandırılabilse de, toplumsal rasyonel, ‘adalet’ kavramına dayandırılmak zorundadır” (Harvey, 2007, 151). Adalet, neoliberal yaklaşımın özünde yatan bir kavram değildir. Neoliberal politikaların getirdiği bir başka sonuç da, önceki uygulamalarda ve işletme ortamındaki verimliliğini kaybeden, özelleştirilemeyip elde kalan ‘kalıntı’ altyapının yenilenememesi, kimi toplum kesimlerinin marjinal konumda ve yoksullaşma yolunda yalnız bırakılışı ve yaratılan çöküntü süreçleridir. ‘Demonte’ edilen ekonomik sistemin verimli parçaları yağmalanırken, diğer parçaları sahipsiz bırakılıp çürümeye terk edilmektedir. Öte yandan kaynakların geri dönüşsüz biçimlerde yersiz tüketilmesi; doğa, kültür varlıkları ve çevrenin gözden çıkarılması ve yağmalanması, ayrıca iklim değişikliği gibi küresel yıkıma ilişkin hiçbir çözüm ve sorumlu göstermeyip bu süreçleri azdıran tutumlarda ayak diremesi neoliberal yaklaşımın umursamaz, masumiyetten uzak ve ürkütücü yönleridir.

Yukarıda sıralanan özellikleri yanında, neoliberal politikanın planlama alanında görülen sonuçları Türkiye özelinde de irdelenebilir. Önde gelen bir gözlem, planlama yetkilerinin yerelleştirilmesi ve saçaklanmasının aynı anda yürümekte oluşudur. Yerel yönetimler denetimsiz olarak yetkilendirilmiş bulunmakta, öte yandan aynı alanlarda farklı bakanlıklar üst yetkilerle yerel planlar yapmakta, uygun gördükleri yatırımlara izin vermektedirler. Bu durum hem yetki karmaşasına ve karşıtlıklara, hem de özellikle altyapı ve çevre koruma konularında yetki boşluklarına yol açmaktadır (9).

Siyasi otoritenin mesleki otoriteyi teslim alması, gündeme gelen düzenlemelerde ve uygulamalarda karşılaştığımız bir durumdur. Neoliberal siyaset planlamaya gerek görmediği gibi, sermaye kesimi ile ilişkileri de temel alan bir anlayış içindedir. Yeni yatırımlar ve kaynakların devredilmesi için plan hazırlatma zorunluluğu ile karşılaşılsa da, bu engeller bir an önce yasak savmak üzere, yatırımcı sermayenin sabırsızlığı ile tamamlatılıp aşılacaktır. Gerektiği zaman ve koşullarda mevcut planlama süreci ve yöntemleri, hukuk ve kamu yararı ilkeleri göz ardı edilerek ayrıcalıklı uygulamalara başvurulur. Bu eğilimler mesleki yetki sınırlarının ve hizmet standartlarının dolayısıyla toplumsal saygınlığının aşındırılmasına, ya da belirsiz bırakılmasına yol açar (10).


Lyon kenti plan şeması

Kamu mallarının ve fiziki altyapının (okullar, cezaevleri, istasyonlar, vb) özel kesime devri, bu işlemlerde planlama kriterlerinin gözardı edilmesi, bunların düşük değerlerle elden çıkarılması, hizmetlerin daha yaygın biçimde piyasada görülmesi, yönetimlerin yandaş girişimcilere fırsatlar tanıması ve aynı zamanda sorumluluk ve denetimlerden kurtulması anlamındadır. Yapılacak özel yatırımların (otel, hipermarket, oto yarış tesisleri, vb) planlama kriterlerine uygunluğu araştırmaları yapılmak yerine, engel oluşturan plan kararlarının değiştirilmesi neoliberal yönetim zihniyetine daha uygun bir tutumdur. Bu işlemlerde de planlama ilkeleri ve plancı yetkileri, yöneticiler ya da diğer meslekler tarafından gaspedilmektedir. Türkiye’de aynı davranış, doğal ve tarihi çevrede geri dönülmez yıkımlara yol açan kararlarda da gözlemlenmektedir. Uluslararası sermayenin turizm yatırımları, ülkenin ender doğal güzellikteki alanlarının denetimsiz gelişmesine, bu arada yabancı planlama meslek hizmetlerinin de ülkeye sızmasına yol açmaktadır. Büyük bölümü kayıt dışı sermaye akışlarına dayalı ‘rezidans’lar, uluslararası piyasalara sunulan tatil konutları ve köyleri, taşınmaz piyasalarında çeşitlenmeler ve (menkulleştirme, ‘mortgage’ yasası vb) yeni finansal yöntemler, bu alandaki girişim kapasitelerini güçlendirmektedir (11).

Bütün bu plansız yürütme biçimleri yanı sıra, neoliberal yaklaşımın planlamaya önem verdiği aldatmacası da gündemdedir. Strateji planlaması tanımı ile sözde katılımcı planlama yöntemleri, özellikle küçültülen kamu kurumlarında etkinliği artırma hedefindedir. Bunun, yerel topluluklardan başlayarak, toplumun her düzeyinde karar erkine de katkı veren gerçek bir katılım yaratması söz konusu değildir. Neoliberal politikanın, planlamanın etkilerini zayıflatıp boşa çıkaran, planlama talebini ve çalışma alanlarını daraltan, içeriğini etkisizleştiren, toplumsal saygınlığının aşındırılmasını sağlayan bir tutum ve etkilere sahip olduğu açıktır. Bu durum hem kuramsal açıdan, hem de Türkiye’deki uygulamaları ile tanımlanabilmektedir. Neoliberal söylem ve uygulamalar bugün eleştirel değerlendirme ve sistemli direniş biçimleri geliştirme çabalarını doğurmuştur (Leitner, vd., 2007). Bu direniş politikasının meslek ortamında da benimsenmesi için yeterli neden bulunmaktadır. Meslek ortamında ve Oda çalışmalarında hangi direniş etkinlikleri yerinde görülebilir?

– Neoliberal politikaların kapsamlılığını ve doğru anlaşılmasını sağlamak üzere kampanyalar düzenlemek ve bu amaçla diğer meslek odaları ve kuruluşlarla anlayış ve çalışma birliği geliştirmek;
– Toplumsal haberleşme-dayanışma ağları ve bir özel internet sitesi geliştirmek;
– Meslek odaları ile birlikte uygulamaları izlemek ve belgelemek üzere, ‘rant ve yolsuzluk gözlemevi’ kurmak ve bilgi akışını kayıt-dosyalama düzeni altında tutmak, gerektikçe yayınlamak; Bu yolla Türkiye’de neoliberal uygulamalar tarihi profilini ortaya çıkarmak; Bu konuda üniversitelerle araştırma işbirliği yapmak;
– Doğal ve kültürel kaynakların korunması, kullanımı, restorasyonu konularında özel gözetim ve görevlendirmeler yapmak;
– Yeni uygulamaların yasal sınırlarının hukukçularla birlikte değerlendirilmesini sağlamak ve sakıncalı uygulamalara karşı hukuk kanallarına başvurmak; Bu etkinlikler için kaynak oluşturmak;
– Yerel katılımlı örgütlenmeler ve ortaklıklara dayalı örnek dönüşüm projeleri geliştirmek ve desteklemek;
– Planlama yarışmalarının çoğaltılması ve uygulamalarının tanıtılması için programlar önermek;
– Yıllık sempozyumlar ile planlama uygulamalarının tartışılmasını sağlayacak platformlar geliştirmek;
– Planlama mevzuatının yenilenmesi konusunun gündemde tutulmasını sağlamak;
– En başarılı uygulama değerlendirmelerini kurumlaştırmak;
– Planlama alanının genişletilmesi amacıyla bir strateji geliştirmek ve yeni planlama alanlarına meslek adına sahip çıkmak; vb.

Neoliberal politika ve uygulamaların, planlama alanını daraltıp, çok yönlü olumsuz etkiler yaratmakta olduğu açıktır. Günümüzde başka eğilim ve güçlerin ise planlamaya yeni gereksinmeler yarattığı ileri sürülebilmektedir. Gereksinilen hizmetlerin verilmesinde, planlama da kendi içerik ve çalışma biçimlerini gözden geçirmek zorunda kalacaktır.

Hazırlayan: Murat Balamir

1 2 Notlar

6 Yorum
  1. bu çok önemli bir teorik çalışma gerçekten ve faydalanmak bile zaman alacak gibi görünüyor, bir kopyasını aldım.

    neoliberal politikaları sadece slogan olarak söyleyen hiç bir açılım sağlamayan siyasiler, siyasiler gibi davranan meslek odaları yöneticilerinin günlük ezberlenmiş konuşmalarından sonra sahiden derinliği olan ve hepimizi bilgilendiren bu çalışma enfes olmuş.

    değerli Murat Balamir hocamızı kutlar, bize bu kadar külliyatlı bir çalışma sunmasından ötürü de teşekkür ederim.

    saygılarımla.

    pınar çelik | 28 Şubat 2008

  2. Murat Balamir hocaya çok teşekkürler. Hem neoliberal kavramı ile küresselleşme kavramlarını birbirinden ayırdığı için hem de günümüzdeki meslek odalarının toplumsal felaketler karşısınıdaki yaygın tutumunun planlama tutumu olmadığını, tam tersine planlama için çalışan kuruluşlardan çok farklı ve kısa vadeli menfaatlerini ön plana çıkartan bir tutum içinde olduğunu vurguladığı için. Bu bana mühendislerin deprem sonuçlarını nasıl kendilerine yonttuklarını anımsattı. Sanıyorum Mimarlar Odasının şu son dehşetengiz seçim kampanyasının aslında planlamaya karşı bir yapsat düzenini kamufle etmek amacını taşıyabileceğini düşündürdü. Eyüp beyin yapsat kooperatifçisi yönü seçimlerde çok bir ortadaydı.

    Mustafa Mutlu | 28 Şubat 2008

  3. Kavram karmaşalarının bulandırdığı ortamlardan yaralanıp insanların “küreselci, neoliberal, şucu, bucu” diye bilgisizce (yada bilerek) suçlandığı ortamlarda kavramlara açıklık getiren, planlamanın etkinsizleştirilmesinin sonuçlarına değinen ve Meslek Odalarının daha etkin direnişleri için öneriler getiren bu kapsamlı çalışması için Murat Balamir hocamıza çok teşekkürler.

    Sayın Balamir yazısını “planlama da kendi içerik ve çalışma biçimlerini gözden geçirmek zorunda kalacaktır” diye bitirmiş. Acaba Hoca’nın daha sonraki bir yazılarının konusu da; “Yerel katılımlı örgütlenmeler ve ortaklıklara dayalı örnek dönüşüm projeleri geliştirmek ve desteklemek” olarak belirttikleri gerksinimle de bağlantılı olarak planlamanın bu yeni gereksinimler kapsamında gözden geçirilmesine bir açılım getirmek olabilir mi? Pek çok boyutu olan bu konuda da ciddi bir kavram karmaşası var. Bir kesim örneğin Mimarlar Odası “kentsel dönüşüm projesi” kavramına kesinlikle karşı, sanki kentin tüm dayanımsızlıkları ve sorunlarıyla değişmeden kalmasını uygun görür gibi. Diğer taraftan piyasa ve yerel yönetimlerde de “kentsel dönüşüm” konusunda genellikle planlamayı dışlayan yaklaşımlar izleniyor.

    Bu konularda yoğun bir tartışma varmış gibi görünmekle birlikte, tartışmaların yeterince açık, net ve yeterince bilgiyle dayalı yapıldığını sanmıyorum.

    A.Y. | 29 Şubat 2008

  4. Hazır kavramları netleştirmeye başlamışken bir kaç kavram üzerinde daha düşünmemizde yarar var sanıyorum. Bunlardan birincisi “çöküntü bölgesi” ve derecelendirmesi. Sözgelimi bir çok yerde (özellikle yerel yönetimler buna çok yatkınlar) Karanfilköy bir çöküntü bölgesi sayılıyor bana göre ise bu sıfatı çevresindeki biçimsiz 15.50’ler (ve daha fazlaları için kullanmak daha doğru olurdu) tek katlı bahçe içindeki evler biraz da yapı fiziği açısından desteklenince imrenilecek yaşam alanlarına dönüşüyorlar. Dün televizyonlarda Başıbüyük yıkımları vardı. Bence çok farklı politikalar uygulanmalı bu bölgelerde. Hele insanların kendilerinin konut yapma potansiyelleri varsa bu da teknik ve mali destek programlarıyla ve altyapı/donatı planlamasıyla ciddi bir alternatif oluşturabilir. Bu alanda aslında o kadar çok yapacak var ki. Ne yazıkki meslek odaları bu alana çok önyargılı yaklaşıyorlar.

    Yılmaz Kuyumcu | 29 Şubat 2008

  5. bir durum tespiti olarak hazırlanmış, en sonunda da kısa bir açılım sağlamaya çalışan öğretici bir yazı. Hatta bu sayfalarda okuduğum en güzel yazılardan biri.

    Bu noktada , özellikle İstanbul’da mimarlık ve planlama eğitimlerinde gözlediğimiz benzer bir süreç yaşanmakta. İmece/Toplumun Şehircilik Hareketi’nin hazırladığı bir çalışmada üniversitelerin mimarlık ve şehircilik müfredatları incelenmiş ve neo-liberal politikaların uygulanmasını içselleştiren bir meslek anlayışının üniversitelerde meşrulaştırıldığı bir dönemin başladığı tespit edilmiştir. Ne yazık ki mesleklerimiz günden güne artarak bu neoliberal politikaların kalemi olmakta ancak daha kötüsü bu anlayışı kabullenen/içselleştiren bir yaklaşım kendi hegemonyasını oluşturmaktadır.

    deniz ulugür | 4 Mart 2008

  6. Yorumlar için teşekkürler

    Sayın Pınar Çelik’in söyledikleri, konuyu belki daha da açarak güncel Türkiye ve dünya örnekleriyle somutlaştırmanın yararlı olacağına inancımı güçlendiriyor. Yazı şimdiden kimi noktalarda eklemelere kavuştu. Ancak asıl metin ile notlar bölümü arasındaki dengeleri de gözden kaybetmemek gerekiyor; yoksa notlar çok uzayabiliyor.

    Sayın Mustafa Mutlu, konuyu can alıcı güncel bir köşesinden yakalamakta; kısa dönemli çıkarların sınıfsal yapılanmayı geri plana iterek yeni koalisyonlar oluşturması, neoliberal politikanın yararlanmayı bildiği bir yöntemdir. Bunun (kimilerinin çok hoşlandığı körleştirme araçlarından olan) bir “win-win” koşulu sağlamadığını bugünden göstermeye çalışmak zorundayız.

    Sayın A. Y. nin ‘dönüşüm’ ya da kentsel yenileme üzerinde durmasını birkaç açıdan yerinde bulmak gerekir. Yerel toplulukların yetkiler ve meşru kimlikler kazanmaları Türkiye’de büyük değer taşıyor çünkü:
    1. en üstte ‘belediye meclisi’ – en altta ‘apartman yönetimi’ arasında alan/mekan bazlı gerçek bir sivil yapılanma bulunmuyor. İstanbul Deprem Master Planı kapsamında kentsel yenilemeleri de yönlendirme kapasitesi gösterebilecek ‘yerel topluluk yönetimi’ önerisinin yapılmasının ve taslak yönetmeliklerin hazırlanmasının nedeni bu idi.
    2. Konuya önce makro düzeyde bakılarak da girilebilir: Türkiye’de Kentsel İyileştirme Girişimlerinin Gündeme Alınması ve Planlama Sisteminde Gereken Değişiklikler, Yapı Dergisi (2002) 66-70.
    3. Bir başka açılım, “Dönüşüm Yasa Tasarısı Taslağı” metnine dayanılarak yapılabilir; Böyle bir denemeyi başka bir yayında yapmıştım: Balamir, M. (2006) Dönüşüm Alanları Hakkında Kanun Tasarısına İlişkin Görüşler, CHP Yerel Yönetim Dergisi (13) 47-59. (bu metinleri isteyenlere gönderebilirim: balamir@arch.metu.edu.tr).

    Sayın Yılmaz Kuyumcu’nun değindiği konuda söylenmesi gereken iki nokta görüyorum. “Çöküntü” alanlarının oluşması, neoliberal politikaların getirdiği mekansal sonuçlardan biri olabilir. Bu tıpkı sınıfsal süreçlerde ya da özelleştirmeler ile yaratılan ‘kalıntı’ (residual, marginalized) varlıkların ortaya çıkmasına benzer bir mekan yağmalama sürecinin yan ürünüdür. Neoliberal vahşeti frenlemede plancıların ve kent yönetimlerinin başvurması gereken asıl direnme mekanizması, “sadaka dağıtma” değil, yerel toplulukları her fırsat ve olanakla örgütleyebilme hünerleridir.

    Sayın Deniz Ulugür can acıtan bir noktaya parmak basmış bulunuyor. Meslek camiasında ve üniversitelerimizde giderek yaygınlaşma eğiliminde olduğunu gözlemlediğimiz bu ‘içselleştirme’ sürecine ilişkin araştırma bulgularını edinmek isterim. Eğitim ortamında bu süreç, doğrudan ithal edilmiş ya da taklitleri geliştirilmiş kimi derslerin programlara eklenmesi, ya da stüdyo çalışmalarında piyasacı kavramlara dayalı açılımların ve rüzgara göre yönelmiş konuların gündeme getirilmesi ile yürürlük kazanmakta. Bunu denetleyecek bir bilgelik mekanizmasına ne yazık ki sahip değiliz. Yer yer öğrenci kitlesinin bu konuda çok daha duyarlı olduğunu görmek umutlandırıyor.

    murat balamir | 6 Mart 2008


Yorum yazmak için


  Avustralya’nın Melbourne kentindeki Penleigh ve Essendon Gramer Okulu’ndaki (PEGS) Müzik Merkezi, McBride Charles Ryan’ın (MCR) PEGS Kampüsleri genelindeki bir dizi girişiminin bir parçasıdır. 

Copyright © 2024 All Rights Reserved | Mimdap.org