Parametrik dönüşüm mimariyi ve eğitimini nasıl etkiliyor?
XXI Dergisi Mayıs sayısında yayınlanan röpörtaj. Röpörtaj ve hazırlayan: Hülya Ertaş



Belli ki bugün artık başka bir dünya bizi çevreliyor ve bu yeni dünya her gün öyle bir hızda sürekli kendini üretiyor ki ayak uydurmamız gereken yeni durumlar değil artık, dönüşümün kendisi. Peki bu yeni dünyaya uygun nasıl bir mimarlık bizi bekliyor? Son dönemlerde mimari söylemde ağırlık kazanan parametrik tasarım bu sorunun olası yanıtlarından birini sunuyor. Mimarlık eğitiminde de aktif olarak rol oynayan dört mimar Şebnem Yalınay Çinici, Nilüfer Kozikoğlu, C. Alper Derinboğaz ile Salih Küçüktuna bir masa etrafında toplanıp parametrik tasarımın başlattığı dönüşümün hem tasarım sürecine hem de mimarlık eğitimine nasıl yansıdığını tartıştılar.


Hülya Ertaş: Bugünün mimari söyleminde parametrik tasarımın bir konumu var ve bu sadece dijital teknolojilerin gelişmesinin bir uzantısı olarak okunabilecek sığlıkta değil. Dolayısıyla “bugün” parametrik tasarımın mimari söylemin içinde kapladığı alanın tartışılması gerektiğini düşünüyorum.

Şebnem Yalınay Çinici: Bizim özellikle son on yıl içerisinde daha güçlü bir şekilde hissettiğimiz ama genele bakacak olursak son yirmi yıl içerisinde bariz olarak ortaya çıkan tasarımla ilgili bir evrimleşmenin söz konusu olduğunu düşünüyorum. Tasarım süreci, tasarım yaklaşımları bir evrim geçiriyor. Aslında biz 1920’lerde başlamış bir sürecin teknolojinin çok hızlı gelişmesi dolayısıyla sonuçlarını yaşıyoruz. Ben bunu her zaman daha bütün olarak algılamayı tercih ediyorum. Parametrik tasarım vurgusu çok fazla yapılıyor. Tasarımda yaşanan ve tasarımın içinden gelen, tasarımın çok gereksindiği dönüşüm, birtakım üst etiket ve adlandırmalarla paketlenmeye çalışılıyor gibi geliyor ve bundan biraz rahatsızlık duyuyorum. Böylesi etiketlemeler yapıldığında kendinizi otomatik olarak bir kampa çekmiş oluyorsunuz. Yaklaşık 21 senedir bilgisayar ve tasarım arakesitinde fiilen çalışmalarımı yürütmekteyim. Hep güçlü olarak gözlemlediğim bunun korkulan bir dünya olmasıydı. Teknoloji dediğiniz andan itibaren herkes kesin hayattan kopuk ve makineleşmiş bir şey önerecekmişsiniz, bilgisayarın otomatik olarak devreye girdiği bir tasarım anlayışından bahsedecekmişsiniz gibi savunmaya geçiyor. Tepkiler hemen devreye giriyor ve karşı kamplaşma başlıyor. Bu nedenle, bu tür kategoriler üzerinden anlamaya çalışmak yerine herkesin çok da yakınında bir şey olarak gerçekte ne olduğunu sorgulamak daha yararlı olur diye düşünüyorum. Siz buna bir isim, üst başlık, kategori açtığınız andan itibaren aslında bu, çok kolay tartışılabilir bir şey olmamaya, birtakım uzmanlarca türetilen biraz da uzak bir konu olmaya başlıyor.

Onun için ben özellikle 2000’den itibaren bu yeniliklerin eğitim ortamını nasıl güncelleyebileceğine ve mimarlık eğitiminin zamanının teknolojileri, ortamları, olanaklarıyla kendini nasıl yenileyebileceği üzerine çalışıyorum. Mimarlık eğitimindeki Bauhaus geleneği devam etmekte ve hala pek çok üniversitede özellikle birinci sınıf eğitiminde bu gelenek etkili. Benim de çok önemsediğim bir gelenek ama mimarlık ve tasarım konularına kompozisyon anlayışı ile yaklaşımı ve eğitimde kemikleşmeye başlaması diğer olasılıkların kaybedilmesine sebep oluyor. Diğer yandan öğrenciler bilgisayar teknolojisinin içine doğmuş kişiler, zihinleri çok farklı çalışıyor, kapasiteleri çok farklı. Onlara gelip başka bir dünyadan bahsederseniz kopuş o noktada yaşanıyor; etrafınızda mutsuz insanlar görmeye başlıyorsunuz.

Nilüfer Kozikoğlu: Postmodern’in Bauhaus söylemine ya da modern söyleme bir reaksiyon oluşturduğundan bahsetmek belki mümkün. Tasarım geleneğinin bütüncül yapısına baktığımızda ise sürekliliğin aslında devam ettiğini görürüz. Modernde belirgin bir araç olan pergelle yaratılabilecekle İslam mimari geleneğinin de tam göbeğinde, bugün parametrik denilen tasarımın da.

Bugün bilgisayar teknolojileri dayanaklı projelerde kimi kez bu teknoloji kişileri ürkütebiliyor. Anlamlandırarak beğenmekten uzaklaşıp hipnotize ederek beğendirme pozisyonuna itercesine bir duruma yol açıyor. Neal Leach Anaesthetics of adlı kitabında buna işaret eder. Aslında mimarlar geçmişte de bu şekilde suçlanmıştır, o anlamda da bir süreklilikten bahsedilebilir. Postmodern söylemde mimarların toplumdan tamamen ayrıştığı uzun uzun tartışılmış, şimdi ise tasarımların birtakım parametreleri ilişkilendirerek oluşması ancak parametrelerin dışarıdan okunamaması dolayısıyla toplumsal okunurluktan uzaklaşması söz konusu olabiliyor. Fakat bir diğer yandan da diyagram diline insanlar yaklaştıkça, eskiden yalnızca bizim mimari lisanımız olan yan görünüş, ön görünüş ve planimetri herkesin okuyabildiği bir şeye dönüşmeye başlıyor. Bunda gazetelerin özellikle ekonomi sayfalarındaki devinimsel diyagramların ya da Ikea talimatlarının da payı var. Bu yeni durumda mimari için de büyük bir fırsat doğmuş oluyor.

Parametrik tasarım etiketlendirmesine geri dönecek olursak açıkçası kendimi bir parametrik şemsiyenin altında konumlandırmak ve yaptığım tüm işleri o bağlamda değerlendirmek gibi bir hedefim yok. Durumu nasıl bir düşünce tarzı gerektirdiğine göre değerlendiriyorum. Ben parametrik çalışmalar için bol veri ve bu verilerin okunaklı olabilmesi için dramatik değişiklikler gerektiğini düşünüyorum. O veri her zaman kapsam içinde olmayabilir, o zaman onu yansıtmanın bir esprisi de olmaz. Örneğin bir oda tasarlıyorsunuz, ancak orada o kadar yoğun veri de, dramatik bir değişikliğe sebebiyet verecek pozisyon da yok, o zaman “parametrik tasarım” dekoratif bir yöne kayar.

C. Alper Derinboğaz: Ben de benzer düşünüyorum. Parametrik tasarım, mimarlığa servis veren teknik bir mesele gibi algılanıyor. Oysa aslında bu yaşadığımız değişim parametrik tasarımdan, teknolojiden öte mimarlığın temelden, özden, yapım şekliyle ilgili bir değişim ve bence bu sürecek. Bu yüzden ben parametrik tasarımı bir değişim süreci olarak algılıyorum. Bunun altında bu yeni parametrik araçlarla ne derece ve niçin ilgilendiğimizle bağlantılı olarak farklı birçok kategorinin ortaya çıkabileceğine inanıyorum.

Salih Küçüktuna Yıldız 1.Sınıf Stüdyosundan

“bugün artık “her şey” tasarlanabilir. O zaman da iyi tasarımcı, kötü tasarımcı gibi söylemleri ve bu konuda bildiklerimizi çöpe atmamız ve başka bir biçimde düşünmemiz gerekiyor..”salih küçüktuna

Dışarıdan baktığınızda işin karmaşık görünmesi ve kişileri konuyla yabancılaşmaya ve ona mesafe koymaya itmesi Türkiye’nin geleneğinde olan bir şey; yeni olana karşı her zaman temkinliydik. O noktada bizim Salih Küçüktuna ile yaptığımız işlerde ve başka birçok kişinin de işlerinde bu temkinli hali kırmaya yönelik girişimler olduğunu görebilirsiniz. Parametrik tasarımı sadece bilgisayarda yapılan değil de, kağıt katlamak gibi daha basit tekniklerle, tasarımın kendi içinden çıkarak da yapılabilen bir şey olduğu üstünde durmaya ve eğitimde de bunu “yaparken öğrendiğimiz” bir süreç formatına sokmaya çalışıyoruz.

Nilüfer Kozikoğlu: Tasarımcının illaki sıfırdan formun oluşturucusu değil de, kendinden oluşan bir formun şekillendiricisi, müdahalecisi olarak çalışması anlamına geliyor bu. Yani ahşabın içsel ya da işleme dayalı özelliklerini örgütlemekte mimar, kurgunun içerisinde bir rol oynayıcı olarak bulunuyor.

C. Alper Derinboğaz: Parametrik tasarıma dünyanın farklı noktalarında farklı yaklaşımlar sergileniyor. Bu anlamda Türkiye’de üretilen bilginin farklılaştığı nokta da tam burası. Bizim malzemeyle yaptığımız çalışmalar ve o konuda ürettiğimiz bilgi buraya özgü durumu tarifliyor.

Salih Küçüktuna: Aslında buraya kadar konuşulanların iki ortak noktası var. Birincisi parametrik tasarım, diğeri de yaşadığımız süreç. Alper ile biz son dönemde bu konuları geçmişinden, hatta 2000 yıl öncesine kadar geri giderek, yani hesaplamalı tasarımın kökenlerine inerek, bu sayıların tanımlandığı 2000 sene öncesinden günümüze ne değişti sorularını sorarak başladık ? Parametrik kelimesinin kökenine inersek aslında hesaplanabilenin ötesinde anlamına geliyor. Hesaplamanın ötesine nasıl geçebiliriz? Burada aslen yeni hesaplama yöntemleri kullanmak gerektiği vurgusu var.

Geçtiğimiz yüzyılın başında modernist manifestolar yazılırken bunlar arasında en etkili olanlardan biri Adolf Loos’un “süsleme suçtur” manifestosu, diğeriyse Le Corbusier’nin Bir Mimarlığa Doğru kitabında tanımladığı asal geometrik formların nasıl işlenmesi, bu hususta mühendislerden nasıl destek alınması gerektiğini ve bunun geliştirilmesiyle varılabilecek noktanın ipuçlarını anlattığı manifestosu. Bir karşılaştırma yapacak olursak bu ikisi daha o günlerden bugün bizim tartıştıklarımızla birebir örtüşen konuları ortaya koyuyor. Bütün o zorluklardan, yapılması istenip yapılamayan şeylerden dolayı asal geometrik

“özgürleştirmeyi sağlamaya çalışırken herhangi bir soru sorulduğunda ona doğru ve tek bir cevap üretmek değil; çoklu, değişebilir koşullar, etkiler altında, birbirleriyle ilişki kurarak dönüşebilir bir cevap üretmek zorundayız.” Şebnem Yalınay Çinici

formların hesaplanabilir hale getirilmesi ve mimarlıkta bir şekilde uygulanabilmesi araştırılıyordu, bugünse biz geçen yüzyılın ortalarından sonra “non-euclidien” geometrilerin hesaplanabilir hale getirilmesi ve mimarlıkta bir şekilde uygulanabilmesini araştırıyoruz. Buna Türkiye bazında bakamayız çünkü çok fazla uygulama göremeyiz ancak dünyada çok fazla uygulaması oldu ve bu süreci bizden çok daha iyi yaşıyorlar. Yine de bugün böyle bir manifesto yazılamıyor, çeşitlilikten ötürü. Herkes konuyu farklı şekilde ele alıyor. Bana süreç biraz kendi manifestosunu yaratıyor gibi geliyor, yapılarak yazılan bir manifesto var.

Hülya Ertaş: Tasarım sürecinin kendisinin mimarlık söylemine dahil olması aslında modernizmle başlayan ve sonrasında su üstüne çıkıp çok daha görünür olmaya başlayan bir durum. Ortak kanınızın parametrik tasarımın tasarım sürecinde toptan bir paradigma kayması üreteceği olduğu anlaşılıyor. Bugün kısıtlı sayıda mimarın ya da tasarımcının ilgilendiği bu konuların uzun vadede herkesin tasarım sürecine entegre olacağını öngörüyorsunuz.

Salih Küçüktuna: 2005 yılında İstanbul’da düzenlenen Dünya Mimarlık Kongresi’nde Peter Eisenmann’ın yaptığı konuşma, benim bu konulara eğilmeme neden olan etkenlerden biridir. Söylediği en önemli şeylerden biri “Postmodern çağ 11 Eylül’de bitmiştir ve o günden itibaren tüm dünya aktif çağa geçmiştir.” idi. Bu aslında çok manifestal bir söylem. Sonrasında bunu açmaya başladı. Artık mimarlıkta yeni bir dil gerektiğinden, bu dili gençlerin oluşturacağından söz etti ve karşılıklı etkileşimin öneminden, kendisinin bizzat İstanbul’a gelmesinin,
konuşmayı dijital ortam üzerindense yüzyüze yapmayı tercih etmesinin sebebinin de bu olduğundan bahsetti. Aynı şekilde bizler de her ne kadar dijital ortam üzerinde, yarattığımız
sanal dünyada bu işleri gerçekleştiriyor gibi görünsek de asıl mesele orada üretilen şeylerin fiziksel olanla bağlantısı, orada üretilenlerin gerçekte birebir var olabilmesi. Bugün artık “her şey” tasarlanabilir. O zaman da iyi tasarımcı, kötü tasarımcı gibi söylemleri ve bu konuda bildiklerimizi çöpe atmamız ve başka bir biçimde düşünmemiz gerekiyor. Eisenmann
bunu yeni bir tasarım diline ihtiyacımız olduğunu ifade ederek vurguladı.

Nilüfer Kozikoğlu tasarımı Psikiyatri Kliniklerinin Boyutlandırılmasında olasılık ayıklaması

Şebnem Yalınay Çinici: Özellikle yaşadığımız şu son dönemleri göz önünde bulundurursak özgürleşme ve özgürleştirmenin çok önemli olduğunu fark ederiz. Bu özgürleştirmeyi sağlamaya çalışırken herhangi bir soru sorulduğunda ona nilüfer kozikoğlu tasarımı psikiyatri kliniklerinin boyutlandırılmasında olasılık ayıklaması doğru ve tek bir cevap üretmek değil; çoklu, değişebilir koşullar, etkiler altında, birbirleriyle ilişki kurarak dönüşebilir bir cevap üretmek zorundayız. Ben o açıdan da parametrik tasarımın bir kategori olmadığını düşünüyorum. Bu, artık hayat. Yaşamla daha güçlü bir ilişki kurma derdimiz olduğunu düşünüyorum. Benim parametrik tasarımla ilgili en çok ilgimi çeken konu, tasarlanan bir şeye sistem fikriyle yaklaşılması. Her ne kadar bittikten sonra bir nesne, bir yapıt olacak olsa da, onu bir sistem olarak ele almak tasarım düşüncesini çok zenginleştirmekte.
Etrafıyla kurduğu ilişki, topoğrafya, iklim, güneş, rüzgar, malzeme ilişkilerinin vs tüm boyutlarıyla kurgulanabilmesi önemli. Bunu yapabilmek için elimizdeki gereçler arasından bu konuda en yardımcı olanın bilgi-işlemsel/hesaplamalı (computational) araçlar olduğunu söyleyebilirim. En azından araştırma yolunu açmak ve bu çoklu cevabı üretmek konusunda son derece yardımcı bir araç; hem araştırma ve tasarım hem de üretim aşamasında.

Hülya Ertaş: Bu yeni mimarinin de kendine özgü ifade biçimleri geliştirmesi gerekiyor öyleyse, çünkü bu artık bildiğimiz anlamda plan, kesit ve görünüşlerle tasarlanmayan bir bütün olarak ele alınan ve bu nedenle de o şekilde görselleştirilmesi gereken yeni bir durum tarifliyor. Diğer yandan da bilgisayarın mimariye katkısını yalnızca imaja (üç boyutlu çizimlere) indirgemek haksızlık .

C. Alper Derinboğaz: Bir taraftan da o ilk yaptığı şeydi. Bu söz ettiklerimizin hiçbirini üretemiyorken imaj üretimi ilk dalgaydı; insanlar bunları keşfedince hemen denemeye başladı. Şimdi nerede olduğumuzu tartışacak olursak pazarlamayla ilgilenenlerin kullandığı bir diyagramdan yararlanabiliriz. Ona göre başlangıçta %1’lik bir kitle vardır, bunlar üretir. Biz buralarda bir yerlerdeyiz. Sonra bunun arkasından biri bunu alır ve satar. Mimari ofis dediğimizin pozisyonu da biraz bu noktada duruyor, imajların bununla ilgili olduğunu söyleyebiliriz.

Ardından iyi, profesyonel satın alıcılar yani ne alacağını iyi bilen kesim oluşur ve bir bir eşik atlanmış olur. Takipçiler ise bu noktadan sonra devreye girer ve bir çoğunluk oluşmaya başlar. Biz başlangıç noktasında durduğumuz ve çoğunluk oluşmamış olduğu için böyle bir şeyin anlatılmasında güçlük çekiyoruz. Ama bu, çok kısa bir sürede bir sonraki aşamaya geçebilir. Benim korktuğum, avangardın içindeki yeni şeyleri keşfetmeye yönelik samimi durumun sonraki aşamalara taşınmaması, bu fikirlerin alınıp satılabilir hale getirilip, içlerinin boşaltılarak sunulması. Korkum, anlaşılmamak değil çünkü o sadece bir zaman meselesi.

Nilüfer Kozikoğlu: İçinin boşalmasıyla ilgili korkun için şunu söyleyebilirim. Bana göre modernizmin göbeğinde, fütürizm akımının kendisi durur. Ve fütürist manifestosu aşırı tüketilmemiştir, tüketilemez çünkü. Aynı durum parametrik tasarım için de geçerli. Parametrik tasarımla şu anda tüketilip kenara atılması gereken birçok proje zaten ortalıkta. Hatta teknolojiyi ya da ilişkisel düşünceyi değil de sadece CAD/CAM teknikleri kullanan, özünde fikir barındırmayan projeler tedavülde; diğer yandan da sizin anlattığınız gibi, işin düşünsel yapısı ile
hemhal olan, çekirdekte kalan projeler de var. işte onlar bana göre tüketime giremez.

Şebnem Yalınay Çinici: Başka bir noktadan yaklaşacak olursak üretim ile tasarımın yaklaşmış olması da önemli. Teknolojilerle beraber düşünmek, tasarlamak dediğimiz andan itibaren sadece tasarım sürecine bakmak yeterli değil. Bugün tasarım, üretimle çok daha yakın bir ilişkide. Üretim ile iç içelik sayesinde sorgulama, araştırma, tekrar düşünme çok daha önem kazandı. CAD/CAM ilişkisi yani bilgisayar destekli tasarım ile bilgisayar destekli üretim arasındaki sıkı ilişki Endüstri devrimi ile hayatımıza giren seri üretimin sunduğu standartlaşmanın ötesine geçtik. Şimdi artık bir çeşit ailesi (family) geliştiriyorsunuz, o aileden herkese uygun ürünü üretebiliyorsunuz. Bugün artık post-fordist dönemdeyiz, siparişe dayalı kitlesel-kişiselleştirme (mass customization) diye adlandırabileceğimiz çoklu seri üretime geçiliyor artık. Üretim konusunda da bir özgürleşme yaşıyoruz. Ama büyük ölçekte üretime ve mimarlığa geldiğimizdeyse geleneksel yapı yapma kültürü ve anlayışı bizi karşılıyor. Halbuki binanın üretilme biçimi de değişmekte bu anlayışta. Parametreler devreye girince sizin yapınızın herhangi bir parçası çok önemli hale geliyor. Parça-bütün ilişkisi yapıda artık bir ucundan başlayıp kuruluyor, yani hiyerarşi ortadan kalktı.
Norman Foster’ın British Museum örtüsü, parametrik modelleme araçları kullanılarak tasarlanıp uygulanmış benim bildiğim literatürdeki ilk örnek. Her bir birim ve parça olması gerektiği boyut, uzunluk ve açıda, detayı da çözülerek tek tek üretilmiş ve o incecik, tül gibi dev örtü gayet sağlam bir şekilde oraya yerleştirilmiştir. Belki kocaman kocaman makaslar göreceğimiz noktalar, inceliğine inanmakta güçlük çektiğimiz tül gibi bir örtü ile kaplı. Bu her anlamda ciddi bir başarı: marka, mühendislik, mimarlık, malzeme anlamında. Gerçekten bir ekip çalışmak zorunda çünkü farklı bir şey üretmekten bahsediyoruz. Daha önce üretmediğimiz bir şeyi gerçekleştirebilmek için beraber düşünmemiz lazım. BIM (Building Information Modelling-Bina Bilgi Sistemi) gibi yeni teknolojiler sayesinde

C. Alper Derinboğaz: Birlikte çalışmayı mühendisler de seviyor. İnşaat mühendisleri ile mimarların hep bir çekişme durumu vardır ya mimar tasarlar, inşaat mühendisi hesaplamaları yapmaya çalışır şeklinde. Şimdi bunda ilginç bir dönüşüm söz konusu. Son birkaç projede inşaat mühendisleri ile dosyalar aramızda gidip geliyor. Parametrik olarak tasarladığımız yapılarda taşıyıcılığı, performansı çok daha yüksek ve tutarlı bir sistem üretiyor olduğumuz için mühendisler de daha severek çalışıyorlar.

Nilüfer Kozikoğlu: Özünde norm anlayışı, norm algısı, standart denen şeyin algısı değişiyor. Bauhaus’un yapmaya çalıştığına nihayet ulaştık diyebilirim. Tek bir standart yok, daha değişebilir, ama yine de kontrolümüzün altında olan ve bize hizmet edebilen norm düzenekleri var.

Hülya Ertaş: Ben buradan biraz mimarlık eğitimine doğru geçmek istiyorum aslında. Burada toplanan dörtlünün temel ortak özelliği eğitimde aktif olmaları. Parametrik tasarımın mimarlık eğitimine katkıları neler?

Şebnem Yalınay Çinici: Öncelikle ben parametrik tasarım demeyeceğim hesaplamalı tasarım ya da bilgiişlemsel tasarım olarak Türkçe’ye çevirdiğimiz “computational design” daha doğru geliyor bana terim olarak. Bizim şimdi İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde bir ekiple beraber geliştirmeye çalıştığımız bir durum var. Tasarımdaki o türetici akıl bize çok önemli geliyor. Türetme ve ilişkileri kurma üzerine olan soyut düşünce, tasarım becerisi, akıl ve onun üzerinden geliştirilecek tasarım sezgisini bir biçimde nasıl aktarabileceğimizi araştırıyoruz. Benim mimarlık eğitimine ve okullarına baktığım zaman eksik bulduğum bir konu bu. “Bir şey nasıl tasarlanır?” diyerek size gelen bir öğrenciye siz birinci sınıfta bir şeyler anlatıyorsunuz, egzersizler yaptırıyorsunuz, çalışmalar yaptırıyorsunuz. Bunu yaparken de tasarladığı nesne ile ilişkisini biraz daha jenerik bir şey olarak kurgulaması bana çok önemli geliyor. Çünkü o nesne üzerindeki etkiler, malzeme, durduğu nokta değişebilir, bir sürü şey olabilir tasarım söz konusu olduğunda. Ama tabi ki tasarım düşüncesini ve yaratıcılığı bir kenara bırakmaktan söz etmiyorum. Türetici akıl, tasarım araştırması ve yaratıcılık söz konusu olduğunda farklı bir boyut sunuyor. Bu teknoloji ile bir araya geldiği zaman,
teknolojinin olanakları araç olarak kullanılmaya başlandığı andan itibaren bu aklı kurmaları ve bunun üzerinden bir tasarım becerisi geliştirmeleri kolaylaşıyor. O
yüzden ben bu teknolojilerin birinci sınıftan itibaren mutlaka verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

C. Alper Derinboğaz’ın beykent üniversitesi birinci sınıf stüdyosundan


Nilüfer Kozikoğlu’nun ytü birinci sınıf stüdyosundan

“Parametrik olarak tasarladığımız yapılarda taşıyıcılığı, performansı çok daha yüksek ve tutarlı bir sistem üretiyor olduğumuz için mühendisler de daha severek çalışıyorlar.” C. Alper Derinboğaz

C. Alper Derinboğaz: Bu araçlar zaten düşünce biçiminiz oluyor. lk dijital tasarım hikayelerinde insanların yaptıkları şeyler aslında bilgisayar programının, animasyon programının yapabildiği şeylerdi. Mesele şimdi bunun çok ötesinde. O araçla yeni bir şey kazandılar ve o aracı da geliştirebiliyorlar.

Nilüfer Kozikoğlu: Perspektif keşfedildi ve onun ürettiği mekanlar inşa edilmeye başlandı. Şimdiyse bu araçlar ve onların sunduğu yeni bir düşünme biçimi var. Yeni nesil bunlarla yaşamayı öğrendiği için beklentisi de onun üzerine kurulu. Bizler tasarımcı olarak buna karşılık veremezsek bir çelişki oluşmaya başlar. Ama bu araçların özündeki ilişkisel düşünceyi vermiyorsan bunun hiçbir yararı olmaz. Yani etki-tepki, güçler birliği, güçler bütünü, sistem düşüncesi, sistematik düşünme gibi düşünsel yoğunlukları fazla konulara eğilmeden bu araçların yalnızca tanıtımını yapıyor olursun.

Şebnem Yalınay Çinici: Eğitimde çok önemsediğim bir konu da 1:1 üretim. Birinci sınıftan itibaren devreye sokmak lazım. Birinci sınıf öğrencisinin 1:1 bir şey yapamayacağı doğru değil. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Bilgisayar Ortamında Bilim Dalı olarak koordine ettiğimiz mimari tasarıma giriş stüdyosu var, ilk yıl ilk dönem stüdyosu. Son iki yıldır öğrencilerle 1:1 ölçekli üretimler yapıyoruz ve çok iyi işler çıkıyor diye düşünüyorum. O öğrencilerin bir kısmı bilgisayarla çalışmadan, doğrudan malzemeyi alıp sadece o mantık üzerinden aldıkları
eğitimle onu düşünüp, ortaya atılan problem etrafında ne kurabileceğini araştırıp 1:1 inşa edebildiler. Ben o üretim deneyiminin, malzeme ile haşır neşir olmanın mimarlık eğitiminde birinci sınıftan itibaren devreye girmesi ve ikinci, üçüncü, dördüncü sınıflarda da farklı boyutlarda işlenmeye devam edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Aksi takdirde dört yıllık mimarlık eğitiminden sonra öğrencileri sudan çıkmış balık gibi fırlatıyoruz bina yapması için. Kim kime bu şekilde bina yaptırmak ister ki? Hiçbir deneyimi olmamış, malzeme bilgi ve tecrübesinden yoksun, iki şeyi birbirine çakmamış bir kişi nasıl bina yapsın?

Nilüfer Kozikoğlu: Tasarımda illa ki sanal ile fizikselin, analog ile dijitalin ilişkisi hep var olacak, bu ilişkilerin birbirini geri beslemesiyle tasarımın geliştirilmesi anlayışını eğitimin ilk yılında vermek çok doğru. Dijitali yalnızca bugünlere ait bir durummuş gibi ele almamak lazım. Dijital kavramını teknoloji anlamında kullanmadığımız, dijitalin kavramsal alandaki, varlık alanındaki izdüşümler olduğunu, oradaki ilişkileri kurmaktan bahsettiğimizi düşünecek olursak, o 1200’de de, Aristo zamanında da vardı. 1200 senesinde de aynı matematik
soyut kurgular söz konusuydu; bilgisayar yoktu ama soyutlama o zamanda devredeydi. Bugünse teknoloji aslında burada soyutlamanın ana aracı. Mimarlık eğitimini bir soyutlama eğitimi gibi mi görmek lazım, belki de özellikle ilk yıllarda öyle. Bilgi işlemsel olan aslında soyut ile somut olanın arasındaki o pazarlık alanını kurgulayabilmek, ona hakim olmak.

C. Alper Derinboğaz: 1:1 deneyimin dahil olduğu eğitimde benim gözlemlediğim en önemli noktalardan biri öğrencilerin özgüven kazanmaları. Tasarımcı olarak sen yaptığın şeyin inşa edilebileceğine inanmazsan zaten hiçbir şey yapamazsın. Usta-çırak ilişkisinde, çırak bilmeyen ve yıllarca acı çekerek ustasının bildiği şeyleri öğrenmek zorunda olan konumundaydı. 1:1 üretim yapmaya başladığın an usta-çırak ilişkisi de kırılıyor çünkü gerçekten bir şeyi üretmeye başlıyorsun, üretebileceğine dair özgüven kazanıyorsun, neler yapabileceğini görüyorsun ve dahası özgürleşiyorsun.

Salih Küçüktuna: Özgürleşme meselesinden bahsetmek istiyorum. Yani aslında insan kriz döneminde yaratabildikleri ile normal dönemde yarattığı şeyler arasında dağlar kadar fark olduğunu görüyor. Aslında çok verimsiz çalışıyoruz, kendimizi belirli zamanlar ve mekanlarla sınırlandırdıkça, örneğin ofise ya da stüdyoya gidip belirli bir saati orada geçirmemiz gerektiği fikriyle bunu yapınca, daha verimli olmuyoruz.
Diğer yandan buna karşın, özgüven, özgürleşme gibi hislerle öğrenci hareket ettiği zaman saatlerce, günlerce çalışabiliyor, sabahlayabiliyor. Ve bilgi üretiyor. Sizin yaptığınız yatırımın, öğrenciye çok basit bir kurgu vermenizin, ona sadece öyle bir alan tanımanızın karşılığında aldığınız geri dönüş inanılmaz. Bu çok daha verimli bir eğitim sistemi tarifliyor, usta-çırak ilişkisine kıyasla.

C. Alper Derinboğaz: Usta-çırak sistemi, usta diye nitelendirilen tecrübeli kişiyi koruyan bir sistem aslında. Siz birinci sınıf öğrencisi olarak okula girer girmez bir hiyerarşinin içine giriyorsunuz. Bir hiyerarşinin olduğu bir yerde özgürleşmeden söz etmenin anlamı yok. Bir de karşınıza çıkan eğitimcinin, yani ustanın bilgileri kapsamında bir şey öğrenebilme şansınız var, onun da hepsini öğrenip öğrenemeyeceğinizin garantisi yok.

C. Alper Derinboğaz’ın Beykent Üniversitesi birinci sınıf stüdyosundan

Şebnem Yalınay Çinici’nin YTÜ birinci sınıf stüdyosundan

Salih Küçüktuna’nın YTÜ birinci sınıf stüdyosundan

Salih Küçüktuna: Öğrenci açısından baktığımızda daha okula girer girmez bir travma yaşıyor. Mimari yeteneği çizim yeteneğiyle ölçülmeye çalışılıyor ve o noktada özsaygısı dibe çekiliyor. Benim gözümde iyi tasarımcılar iyi çözüm üreten ve inisiyatif kullanabilen, doğru kararı doğru zamanda veren insanlardır ve çok kritik durumlarda çok iyi çözümler üretebilirler. Bu gücünü sahip olduğu bilgisinden ve muhakeme yeteneğinden aldığını düşünebiliriz ama o bilginin, altyapı olması lazım. Aslında biz öğrencilere “yaparak öğrenme”yi vermeye çalışıyoruz. Bu bir kere el becerilerinin, işi yapabilme araçlarının hepsini -el çizimleri, maket teknikleri, dijital araçların, dijital üretim araçlarının kullanımı, vs- kullanabileceklerini biliyorlar. İşin bir de teorik kısmı var. Ya bunu başka derslerde alacaklar ya da stüdyoda gerçekten çok yoğun bir programla, başka insanların da stüdyoya katılımıyla bu kısım da besleniyor olacak.

“bilgi-işlemselde değişimle, değişken olanla tasarım yapmakla çok yoğun ilgileniyoruz, yani kendinden devamlı devinen, değişen, dönüşen şeyin tasarımı söz konusu.” Nilüfer Kozikoğlu

Nilüfer Kozikoğlu: Bir basketbolcu günde kaç saat çalışır? Düşünmeyi öğreneceksen günde kaç saat, nasıl düşüneceksin? Düşünmeyi egzersiz haline getirmenin çok ciddi yollarından biri bilgi-işlemsel araçlar. Deneyerek yapıyor, bakıyor ki olmuyor, neden olmadığını düşünüyor, böylelikle zaten düşünme egzersizi yapıyor. Öyle bir şey ki balerine üç saat boyunca belirli hareketleri çalış denebilir. Mimara ne diyeceksin? Üç saat devamlı fikir üret, bu öyle bir şey değil. Bilgi işlemseli devreye soktuğundaysa mimar ilişki kurar, farklı ilişkiler üretir, onları yorumlar; böylelikle zaten devamlı düşünür. Bu bizim öğrenciyken eskizden beklediğimizle aynı tabii, hocalarımızın iteratif eskiz yaptırmalarına benzer bir mantık; ancak bilgisayarda çoklu üretim fırsatları engin. Yaratıcılık da o çağrışım kabiliyetinden geliyor, bu belki doğuştan gelen bir yetenek olabilir. Yine de bir kişinin doğuştan esnek olması onun iyi balerin olacağı anlamına gelmez. Tasarımcının farklı ilişkileri organize edebilme yeteneği ancak böyle tekrarlamalı ve deneye dayalı egzersiz süreçlerinden geçmesiyle mümkün olabilir.

Salih Küçüktuna: Diğer taraftan profesyonellerin akademik ortama ve böylesi bir etkileşime girmesi mimarın kendini eğitmesi açısından önemli. Mesela bir müzisyenin müziğini icra
etmesinden önceki sürecini, sahip olduğu bilgi birikimini gördüğünüz zaman onu çok iyi anlıyorsunuz aslında. Mimarlarda bu eğitim süreci ve birikim epey zayıf diğer
mesleklere oranla. Bir müzik aletini çalamazsanız bu, skandaldır. Ama mimarlığı iyi yapıp yapamadığınızla ilgili yorum yapmak çok zordur. Bir pilota uçağı bir şekilde
uçurmak ve indirmek zorundadır. Ama mimarlıkta “ben bunu uçururum” diyen, bütün o bilgi birikimine sahip olduğuna inanan ama bunu yapamayacak olan o kadar çok
insan var ki.

Salih Küçüktuna’nın YTÜ birinci sınıf stüdyosundan

Nilüfer Kozikoğlu: Bilgi-işlemsel tasarımın eğitimdeki bir diğer avantajı da işin biyolojik tarafı. İster istemez zaten canlıdan yola çıkıyoruz, canlı bizi ilgilendiriyor bu süreçlerde. Bilgi-işlemselde değişimle, değişken olanla tasarım yapmakla çok yoğun ilgileniyoruz, yani kendinden devamlı devinen, değişen, dönüşen şeyin tasarımı söz konusu. Birtakım tavırlarda değiştirilebilir, dönüştürülebilir mekanlardan değil, gerçekten organik olanının tasarımından söz ediyorum. Modernizmin başındaki geometrisi ile organik olan tasarımdan değil, gerçek anlamda organik olandan, yani güneşle, toprakla, havayla, suyla etkileşimli, biyolojik canlı bir mekanın tasarımından söz ediyorum.
Sürdürülebilirlik üzerine yapılanların da bilgi-işlemselin de beklentisi o mekanların tasarlanması yönünde.

Salih Küçüktuna: Gerçek sorunlara, hızla gerçek çözümler üretebilen bir şeyden bahsediyoruz aslında.

Nilüfer Kozikoğlu: Bilgiyi işletiyor, dolayısıyla devamlı dışarıdan bilgi alan ve onu işleten bir organizmayı tasarlamış oluyorsun.

Salih Küçüktuna: Aslında tüm bu performanslara gerçek anlamda yanıt verebilen, bütün sistemlerde çok iyi bir biçimde çalışan, kendini her zaman sistemin içerisinde tutan, çok iyi entegre olabilen bir sistemden bahsediyoruz. Çok karmaşık gibi görünse de tasarım problemlerine temeli çok basit prensiplere dayanan çok iyi çözümler üretilebileceğine inanıyorum. Geçen gün Patrik Schumacher’in kitabıyla ilgili bir tartışmada Wolf Prix “Kitabınızda parametrik düşüncenin özünün karmaşıklaşan hayatla paralellik taşıdığını söylüyorsunuz, peki karmaşık hayatın içine daha karmaşık bir şeyi neden sokuyorsunuz?” gibi bir eleştiri yaptı. Çok doğru aslında, değil mi?

Nilüfer Kozikoğlu tasarımı toplum ruh sağlığı merkezleri için form olasılıkları düzeneği

Hülya Ertaş: Aslında verilerin karmaşıklığı illaki mekanın karmaşık olmak zorunda olduğu sonucunu doğurmayabilir. Ancak çok uzun sürelerdir parametrik tasarımdan beklentimiz hep karmaşık mekanları üretmesi oldu.

Nilüfer Kozikoğlu: Oradaki sistem sadece adapte olabilme kabiliyetinden dolayı akıllı bir sistem, yoksa illaki karmaşık olanı üretmesi şart değil. Daha da kolay algılanan ve hemhal olunan bir düzenin olması adapte olabilirliğinin de ana koşulu.

Salih Küçüktuna: Araçlar da gittikçe daha az karmaşık olmaya başladı, daha da basitleşeceğini düşünüyorum. Sonuçta gerçek sorunlara gerçek çözümler üretebilen bir tasarım anlayışından bahsediyor olacağız gibi geliyor bana.

Şebnem Yalınay Çinici: Birtakım yazılım çalışmalarında, araştırmalarında, akademisyenler, profesyoneller ve endüstri yani yapı malzemesi üreticileri bir ortaklığa girmek durumunda kalıyor. Bunlar önceleri birbirinden daha kopuk alanlarken, bu teknolojinin gelişmesi yeni ortamlar yarattı. Örneğin Generative Components’ın Smart Geometry ekibiyle ürettiği yazılım geliştirilirken sponsorluğunu Foster, Rogers, Kohn Pedersen and Fox gibi büyük mimarlık ofisleri üstlendi. Yazılımı yapan ekibin temel derdi, bilgisayar programlarının eğitim ortamlarında çok doğru anlaşılmadığı, sadece üç boyutlu modelleme ortamları olarak kullanıldığıydı. Dolayısıyla tasarım süreci ile beraber çalışabilecek bir yazılımı nasıl üretebileceklerini araştırdılar.
Tasarım sürecindeki lineer olmayan kurguya, gelgitlere uyum sağlayabilen, ama doğru kurduğunuz ilişkileri sürdüren bir yapıya sahip yazılım. Şimdi ofisler de bunu çok önemsiyor çünkü gerçek problemlerle çok alakalı bir durumdan bahsediyoruz. Ofisler de yazılımları alıp sadece model yapmak için kullanmak istemiyorlar. Bu yazılımın geliştirilmesi sırasında deneme ortamları üniversiteler oluyor. Ayrıca 1:1 üretimleri bir araştırma haline dönüştürdüğümüz andan itibaren malzemecilerle iletişime geçmeye başlıyorsunuz. Öğrenciler malzeme üreticileriyle görüşüp onlardan sponsorluk aldılar. Bu hem malzemeleri tanımak hem de girişimcilik açısından önemli. Bu tasarımlarla en sonunda aslında bir bilgi üretiliyor. Birbirinden ayrı gibi duran ortamlar ve kişiler üretken bir diyalog içine girmiş oluyorlar. Mimarlık, tasarım adına, ortak bir araştırma, üretim, diyalog gelişiyor.

Hülya Ertaş: Sözünü ettiğimiz bu bilgi-işlemsel yaklaşım eğitime hakim değilse bu, öğrenci için ikili bir dünya tariflemiyor mu? Onun için içlerinden birini seçmek zorunda kaldığı iki
farklı dünya tarifleme tehlikesi yok mu?

Şebnem Yalınay Çinici: Evet, var. Bu, farklı ilgi alanları olan, farklı şahsiyetlerin olduğu büyük bir ekipçe ortak paylaşılan bir dert olmalı. Programlandığı zaman iyi çalışabileceğini düşünüyorum. Bilgi’de şimdi böyle bir niyet ve çaba var. Nasıl gelişeceğini ben de merak ediyorum, dört sene sonunda ne olacağını göreceğiz. Yıldız Teknik Üniversitesi’nde ise birinci sınıfta böyle bir çalışma yapıyoruz. Ondan sonra diğer stüdyolar kendi geleneksel akışlarında devam ediyor. Evet, kafalarında bir soru işareti yaratıyor olabilir ama ben yine de iyimser bakıyorum. Burada elde edilmiş olan o deneyimin kendisi zihinlerinde az da olsa yer tutsa, özellikle ilk yılda almış olmaları açısından temeli, zemini oluşturacağı için olumlu olacağı görüşündeyim. Yine de mimarlık eğitiminin çok ciddi bir şekilde güncellenmesi gerek.

C. Alper Derinboğaz: Ben biraz daha iyimser bakıyorum bu duruma. Evet, burada bir ikilik var ama bu sadece alan tanınmadığı için. Ben aslında çok basit ve olası buluyorum bu öğrendiğimiz ya da çalıştığımız teknolojilerin uygulamaya adapte edilmesini ve onların hemen hemen her projede yararını görüyorum. Asıl mesele buna alan tanınması, yani siz bunu yapabilecek, destekleyebilecek bir müşteri, bir mimari tasarım ortamı, bir stüdyo bulabiliyor musunuz?

Salih Küçüktuna: Bu ikililiğin yarattığı çeşitliliğin de olumlu bir tarafı var. Karşılaştırma imkanı sunuyor öğrenciye. Birlikte yaptığımız atölyelerden çok büyük bir keyif alıyorlar çünkü kolektif olarak çalışıyorlar. Tek başlarına yapabileceklerinin çok sınırlı olduğunu görüyor, birlikte daha büyük bir şey üretebileceklerine inanmayı öğreniyorlar. Birçok öğrenci ilerleyen sınıflarda düzenlediğimiz atölye çalışmalarına katılıyorlar, sosyal medya sayesinde bir şekilde iletişimimiz sürüyor. Bir kısmı parametrik ya da algoritmik tasarım konusunda yüksek lisans seçenekleri konusunda danışıyor. Birinci sınıfta verilen eğitim, herkesin bu alanlara ilgi duyacağı anlamına gelmiyor ama bu sayede biz ilgi duyacak insanları bu alanlara yönlendirebiliyoruz. Bu farkındalığı yarattıktan sonra zaten onu kolay kolay kaybetmiyorlar.

Yukarıdaki söyleşi XXI Dergisi için Hülya Ertaş tarafından gerçekleştirilmiştir.

 

6 Comments

  1. Mimari tasarım için daha çok bulunacak yöntem gidilecek yol olduğu bu söyleşiden de anlaşılıyor.

  2. Modüler mimarinin tuğlanın keşfinden beri geçirdiği bir evrim var. Eğer modülerin biraraya geliş ve dönüşüm kurallarından ibaret olan parametrik kavramını günümüz mimarisi ile ilişkilendirirsek:
    .estetik bir yaklaşım içinde yer almış bir endüstriyel üretim modeli görürüz. Burada modüller üretilmekte ancak yakın zamanların sıkıcı binaları yerine çok sayıda ve şaşırtıcı alternatifler ortaya konulmaktadır.
    .gençler için (burada biraz öyle) yeni çıkış yolları görürüz.
    .doğal biçimlerin tasarım süreçlerine girmesiyle kübik formlarla sınırlı mimarilerden yeni açılımlara geçebiliriz.
    .bilgisayar tekniklerinin neredeyse her tasarılanı uygulama imkanı sağlayan gelişmeleri insanlığın da ciddi şekilde gelişmesini sağlamaktadır. Bilgi ve üretimin evrensel yakınlaşması ise bu ortamı desteklemektedir.
    Dil evet biraz özürlü. Redaksiyonda iyi çalışmamış ya da biraz yabancı kaldığı için bu dile çok fazla müdahale etmek istememiş.
    Yine de gelişmeler heyecan verici. O kadar kusur kadı kızında da olurmuş:) Naci İnce

  3. şu habere bakıyorum da tamamn saçmalık.bugün parametrik mimari denen saçmalık, bir hobiden daha ileri gidemez. sayın bu işle ilgilenen kişilere soruyorum,acaba biri bile bu sistemlerin strüktür hesaplamalrından haberleri var mı,yoksa öle allah ne verdiyse çekiştirip çekiştirip estetik şekiller yakalayınca bu iş oldu mu diyorlar. yapılanın mimarlıkla asla ortak bir tabanı yoktur. bugün dünyada bir loyd wright a baktığımızda o dekonstrüktivizm yapar. o yapar olur. çünki tabanında birşeyleri sorgulamak vardır. bir zaha hadid yapar olur.çünki bir sorgulama, sorgulayış vardır. ama burada yapılanlar sadece birer hobidir. genç mimar arkadaşlarımızın arayışlarıdır. umarım daha çok yere basan bir dünya yaratmaya çalışırlar…

  4. :)) bu dil tutmaz, ancak 500 sen sonra belkii…Türkler orta asya ırkıdır, hız hareket çabuk iletişim demektir…. Bu ve bunun gibi konuşmları yapan arkadaşalar, ancak kendileri söyler kendileri dinler:))

  5. Özgün bir konuşma ancak yeni bir dil. Zaman içinde diller de evrime uğrar. Zaten röpörtajda ilk dikkati çeken de dilin yeni olması.

  6. arkadaşlar bu konuşmalrını türkçe mi yapmışlar, yoksa google çeviri mi yapılmış merak ettim…bu nasıl bir türkçe dildir?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir