Türkiye’nin önde gelen şehir planlamacılarından, ODTÜ Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi. Türkiye Bilimler Akademisi’nde şeref üyeliği, TÜBİTAK’tan hizmet ödülü var.

Köken itibariyle bir şehircilik profesörü olan Tekeli’nin en önemli özelliği sosyal bilimleri ve sosyolojiyi bu alanın merkezine taşıyabilmiş olmasıdır. Sosyal demokrat harekete daima yakın olan Tekeli’nin SODEP’in parti programında da imzası var. Son dönemde Türkiye’yi yeni bir demokrasi krizi içinde görüyor. Kucaklayıcı demokrasi arayışları üzerine yaptığı son analizlere kulak kabartanlar arasında CHP’liler de var. Partiden küçük bir grubun yeni strateji arayışları için kapısını çaldığı konuşuluyor. ‘Dost acı söyler’ misali eleştirilerini okuyacaksınız. Bu arada pek farkında olmadığımız bir meselenin de ipuçlarını verdi; dünya ‘kozmopoliten demokrasi’ye doğru gidiyor, hazır mısınız?

EĞER OY ALACAK ADAYI ANCAK BÖYLE GÖSTERİYORSANIZ İDDİANIZ OLMADIĞINI SÖYLÜYORSUNUZ
– CHP’nin MHP ile ittifak içinde Ekmeleddin İhsanoğlu’nu Cumhurbaşkanlığı’na aday gösterilmesini nasıl yorumladınız?

Toplumun ortalama oy dağılımına bakarak en çok bununla oy alınır diye bir hesap yapılıyor. Tabii bu aritmetik hesap briç oyununda kartlar açıldıktan sonra ‘Çıkarı var mı’ diye düşünüp çıkarı ‘ancak böyle vardır’ denen çözümlere benziyor. Bunun haklı olup olmadığı ancak oyun oynandıktan sonra belli olur. Ama böyle bir değerlendirme CHP içinde önemli bir eksikliğe işaret ediyor. Eğer en çok oy alacak adayı ancak böyle gösteriyorsanız, kendinizin siyasi olarak fazla bir iddianız olmadığını da söylemiş oluyorsunuz. Yeni bir siyaset önerisi içermiyor. Bu şuna dayandırılabilir; Türkiye o kadar kötü bir noktada ki Cumhurbaşkanlığı seçimi kişisel diktatörlüğün inşasında bir adım gibi görünüyor ki bu yola gidildi. Dolayısıyla bu büyük tehlike karşısında en az riskli pozisyonu almak diye düşünülebilir. Ama kişisel olarak bir söz sahibi olmak ve o sözü temsil eden bir aday üzerinden siyaset yapmak, var olan oy dağılımına hapsolmamak önemlidir. Yeni bir siyasetle oy dağılımını değiştirecek bir aday önerilmesini tercih ederdim. Ama tabii bu işler ısmarlamayla olmuyor.
– İhsanoğlu’na kadar CHP içinde pek çok ismin potansiyel olarak tartışıldığını biliyoruz. O isimler arasında tarif ettiğiniz türde bir aday var mıydı?
Onlar da çok parlak isimler değildi. Kendi partisinde dolaşan isimleri gösterseydi ne fark edecekti? Projesi yok. Cumhuriyet’in modernite projesi artık proje olamaz. Bu dönemin projesi yeni demokrasi talebi üzerinden olabilir ancak. Bu demokrasi talebi konusunda mütevazı olamayız.
ÖYLE KAMPANYA YÜRÜTÜRSÜNÜZ Kİ KAZANARAK MAĞLUP ÇIKARSINIZ
– CHP bu hamlesiyle iyice sağa çekti şeklindeki eleştiriye katılıyor musunuz?

Ben bu sağa çekti, sola çekti eleştirisini temelde çok doğru bulmuyorum çünkü bugünkü siyaset çok boyutlu ve kompleks. Eski söylemleri tekrar etmektir bu. Halbuki Türkiye bugün ciddi bir demokrasi krizi içinde ve bunu rahatlatacak bir durumu ortaya koymak iyi olurdu. Siz seçimi kaybedebilirsiniz ama öyle bir kampanya yürütmüşsünüzdür ki kazanarak mağlup çıkarsınız.
– Ekmeleddin İhsanoğlu’nun da kazanarak mağlup çıkma ihtimali var mı sizce?
Onun seçilmesinde Cumhuriyet’in ilk kurucularının değerleriyle açıkça çelişmemek temel kriterdi gibime geliyor. Ama seçimi kazanmadan da kazanmak çok yaratıcı bir strateji istiyor. Türkiye’ye bir yeni demokrasi projesi önermeyi istiyor. Başbakan Türkiye’ye bir başkanlık sistemi öneriyor. Bunun kavgasını vereceksiniz seçimde, kişilik kavgası değil. Başkanlık sisteminin karşısına bir demokrasi projesiyle çıkmak farklı sonuca götürebilir işi. O demokrasi projesi yeterli oy almayabilir ama toplumun öyle hafızasına çakılır ki karşı taraf bütün Cumhurbaşkanlığı sürecinde onun üzerinden sorgulanır.
– AK Parti’nin 2009’a kadarki döneminde makul karşıladığınız politikaları da vardı yanlış hatırlamıyorsam. O dönemde içinden geçilen krizli süreçlerde ‘Ben bu halka güveniyorum’ dediğinizi hatırlıyorum.
Eğer biz halka güvenmezsek neye güveneceğiz? Ona güvenmediğiniz zaman kendinizi sorgulamıyorsunuz, hatanın kendinizde olduğunu düşünmüyorsunuz.
– CHP’nin temel sorunu da bu değil mi zaten?
Tabii. Zaten yaratıcı bir siyasetin doğabilmesi için kendi yaptığınızı sorgulamanız gerekir.
TÜRKİYE’DE ÖTEKİLEŞTİRME SİYASETİNİN KÖKENİ 1946
– CHP’nin bunu yapması neden bu kadar zor?

Aslında bunu CHP üzerinden düşünmemek gerek, Türkiye’nin demokrasi tarihine bakmak gerek. Türkiye’de bir siyasi kültür var. Bu siyasi kültür çok partili rejime geçtikten sonra oluşmuş bir kültür. O kültürün içinde bunun cevabı. Biz demokrasi tarihimizi genelde ‘Şu lider bunu yaptı’ şeklinde yazıyoruz. Halbuki dünyada Türkiye’nin demokrasi tarihi yazılsa ‘Türkiye halkı bunu başardı ya da başaramadı’ denecek. Yani toplu özne olarak sorgulamaya başladığımız zaman hepimizin sorumluluğu vardır. 1946’da demokrasiye değil çok partili rejime geçmemiz bizi araçsal bir demokrasi problemi içine soktu. Araçsal demokrasi içinde bütün mesele oy alıp almamaya indirgeniyor. Ben Gezi’ye baktığımda şunu görüyorum; Türkiye ilk defa araçsal demokrasi anlayışına razı olmadı. Yeni bir demokrasi talebi var. Gezi’de bir süreç işledi. Oysa bizim siyasetimiz nasıl çalışıyor? Bir takım adamlar bir yerde program yazıp, ‘En doğrusu budur’ diyor. Yeni bir siyasi hareket ancak süreçler üstünden kurulabilir.
GEZİ’DE ŞİDDET KULLANANLAR BAŞBAKAN’LA İTTİFAK YAPARAK YENİ SİYASET KÜLTÜRÜNÜ BOĞDU
– Ama sonuçta kısa vadeli pratik sonuçlar itibariyle eski siyaset yapma biçimi Gezi hareketine galip gelmedi mi?

Orada Başbakan’ın en büyük müttefiki eski tür protesto hareketini sürdürenler oldu. Yıkıp yakmalar falan. Burada yeni siyaset doğarken, eski siyaseti bastıranlardan biri Tayyip Erdoğan, diğeri de şiddet kullanan gruplar oldu. O şiddet, Tayyip Erdoğan’ın bastırmasını meşru hale getirdi. Eski siyaset kültürünün aktörleri işbirliği yaparak oluşabilecek yeni siyaset kültürünü boğdu.
– Gezi’den sonraki ilk seçimin (30 Mart) sonuçlarını nasıl okuyoruz bu durumda?
Muhalefet tarafından demokratik bir yerel yönetim öyküsü sunulmadı. Var olan iktidarın uyumsuz, yolsuz tarafları üzerinden götürüldü 30 Mart seçimleri. Bu seçmeni yakalamıyor, çünkü muhalefetin projesinin ne olduğunu bilmiyor. Ben bu adamı seçeceğim. Peki ne yapacak? Namuslu adam. Bu siyasi kültür, homojen bir siyasi kültür. Bir muhalefet partisi iktidarı eleştirirken, eleştirme biçimi ötekileştirmeyi aşıyor mu? Aşmıyor. İki taraf da birbirini ötekileştiriyor. Problem, demokrasimizim 1946’da ötekileştirme üzerine kurulması. Bu toplumu, hiçbir problemi üzerinde konsensus sağlayamayan, dolayısıyla oydaşmayla hiçbir sorununu çözemeyen bir hale getiriyor. Sıfır toplamlı bir oyun. Sosyal sermayesi sıfıra inmiş bir toplum sorunlarını çözmeden biriktiriyor. Bu ötekileştirme siyasetinin karşısına bir şey koymak gerekiyor.
– Kürtler bunu koyuyor mu?
Kürtler de bunu yeterince koyamıyor, çünkü onlar da ulusçuluğu aşmanın yollarını aramıyorlar.
– HDP tam da bunu aşmak ve daha kucaklayıcı olmak için kurulduğunu iddia ediyor.
Onlar da ötekileştirmelerinin mağduriyeti üzerinden siyaset yapmaya devam ediyorlar. Çözüm önerisi ulus devlet kavramını aşamamış şekilde müzakere ediliyor. Ama şunu çok takdir ediyorum temel olarak; bu müzakere sürecinde Abdullah Öcalan’ın beyanlarındaki Türkiye’nin tümü için demokrasi hedefi çok önemli bir adım. Ama bunun araçları yeterince konmuş değil.
BENİ EN ÇOK OBAMA’NIN KARARI ETKİLİYOR, PEKİ BEN ONU SEÇEBİLİYOR MUYUM?
– Bugün Türkiye’de herhangi bir hükümet federatif bir yapıyı ya da Kürtlerin tarif ettiği şekliyle demokratik özerklik gibi konuları açık açık müzakere edebilir mi?
O terimlerin hepsi ulus devlete referansla kullanılıyor. Halbuki Avrupa Birliği, anayasasında ‘çok katmanlı yönetişim’ ile bunu aştı. Dünya demokrasisinin gündeminde de ‘kozmopoliten demokrasi’ talebi var.
– ‘Kozmopoliten demokrasi’yi okurlarımız için biraz açalım isterseniz.
Kozmopoliten demokrasi, dünyanın tümünün demokrasisi. Benim hayatımı diyelim ki en çok Obama’nın bir kararı etkiliyor. Peki ben onu seçebiliyor muyum? Kozmopoliten demokrasi diyor ki; kimin kararı kimi etkiliyorsa onu o seçer. Birleşmiş Milletler sisteminden bahsetmiyoruz. Yeni bir tepe sistem lazımdır ve onun tepesindeki seçimlere de bütün dünya halkı katılmalıdır.
– Avrupa Parlamentosu seçimleri gibi…
Gibi ama onlar gibi yetkisiz değil. Avrupa’da ulus devletler topluluğu var. Ama bu birliğin yetkilerini ulus devletler gasp ediyor, veto hakları koyuyorlar. Siz bir demokrasi düşünün ki mahalleden merkeze her kademenin yetkileri bellidir. Ulus devlet kalkmaz ama bugünkü yetkileri sınırlanır. Ama varlığını sürdürebilecek. Eğer uluslar düzeyinde futbol takımları maç yapacaksa, bunlar yine olacak. Tabii o dünya sisteminin kurulmasına göre güç kullanma tekeli en tepeye mi gidecek uluslarda mı kalacak, bunlar hep müzakere konusu. Bunu bütün dünyanın mekânsal yerleşmelerinin gerçeğine göre yeniden tanımlarsanız o zaman işte ‘çok kademeli yönetişim’ oluyor. Ulus devletler şunu yapar, bölgeler şunu yapar, onların altındakiler şunu yapar, bu birimlerin etki alanındakiler yöneticilerini seçer. Tüm dünyanın yönetimini de bütün dünya seçer. Kozmopoliten demokrasi talebinin karşısında ABD’nin pozisyonu ne olacaktır mesela? Belki en büyük direnç oradan gelecektir.
ULUS DEVLETLER HEM ALTLARINDAKİ HEM ÜSTLERİNDEKİ YETKİLERİ GASP EDİYOR
– Bu sisteme neden gerek var?
Bugünkü dünya düzeninin tepesi bir ulus devlet tarafından işgal edilmiş durumda. ABD tarafından. Demek ki önce dünyanın tepesini bir serbestleştirmek gerekiyor. İkincisi, bugünkü ulus devletler hem altlarındaki, hem üstlerindeki yetkileri gasp ediyorlar. Mesela bugün devlet yerel yönetimi sormadan ‘Ben şu kentte şunu yapacağım’ diyor. Yani buranın yetkisini gasp ediyor. AB içinde ise ulus devletler AB’ye ‘O yetkileri sen kullanamazsın kardeşim, ben veto ederim’ diyor. Bugün ulus devlet çok kademeli yönetişimin öngördüğü doğru işbölümü üzerinde aşırı yetki gaspına sahip.
– Bu anlattıklarınızı şu anda sadece akademik camia içinde tartışan kuramcılar var. Ama ‘dünyanın gittiği ter burasıdır’ mı diyorsunuz?
Kaçınılmaz olarak dünyanın gittiği yer burasıdır.
– Ne kadar zamanda dünya böyle bir düzene gider?
Valla dünya böyle nasihatle gitmez tabii biliyorsun, krizlerle gider. Her kriz sonrasında ortaya çıkar yeni çözüm. Ama birilerinin bunları bir yerlerde imal etmesi gerekiyor ki o kriz olduğu zaman ‘Bakın böyle bir çözüm var’ denebilsin.
– Bu anlattığınız modeli bugünden gerçekleştirebilen bir ülke ya da bölge var mı?
Belki Almanya böyle görünüyor.
RADİKAL MODERNLEŞME PROJESİ SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİNİ KAYBETTİ

– Cumhuriyet’in temel sorunu nedir?
Cumhuriyetler birer projedir. Türkiye Cumhuriyeti projesi de bir radikal modernleşme projesidir. Bu radikal modernleşme projesinin iki kademeli seçim varken kurduğunuz mecliste ya da siyasi sürecin genelinde bu projeye ters bir şey üremiyor. Çok partili rejime geçip herkes oy vermeye başlayınca bir problem ortaya çıkıyor. Bu problem de Cumhuriyet projesiyle demokrasinin süreçlerine göre üretilmiş kararların tutarlılığı problemi ortaya çıkıyor. İsmet Paşa’nın problemi budur. Başlangıçta İngiliz sistemine öykünüyor. İki partili bir sistem olsun ama bu sistem Cumhuriyet’in yasaklarına ters düşmesin. İki yasak var; birincisi sola kapalı olacaksın, ikincisi laiklikle ve Mustafa Kemal’le çok uğraşmayacaksın. Bunun için de en uygun figür Celal Bayar. Buradaki oluşumda ilginç olan şey Demokrat Parti’nin bir demokrasi projesinin bulunmaması. Biliyor ki çok dalgalanma çıkarmazsa seçimi kazanacak. Ama 1950’de seçimi kazanmasından itibaren ötekileştirme seçim kazanmanın mekanizması olarak kuruluyor. Aslında Türkiye’de kırılma 1950 sonrasında değil 1948’dedir. CHP’nin Kongresi’nde tamamen popülizm gelmiştir. İmam hatipler vs. Demokrat Parti’nin sonradan kullandığı her şey 1948’de CHP tarafından gündeme alınmıştır. Çünkü kitleden oy alma kaygısı ortaya çıkmıştır.
– AK Parti, 90 senelik yolculukta neyi simgeliyor?
Türkiye’de belirli bir noktadan sonra askeri müdahaleler dönemi var. Elinde gücü tutan askeri kesim demokratik sürecin Cumhuriyet’in radikal modernizmiyle çeliştiği yerlere müdahaleler yapıyor. Ama 28 Şubat, 27 Nisan gibi müdahalenin değişik türlerini de alırsan, şöyle bir şey daha olmaya başlıyor; toplumda köktenci modernite projesi zaten sürdürülebilirliğini kaybetmeye başlıyor. Her darbede yeni bir siyasal akım ortaya çıkarken, daha öncekinden ders alarak kendi ideolojisini yeniden formüle ederek çıkıyor. MSP’nin ve sonrasındakilerin yarattığı sonuçları görüp AKP sistemin gidişiyle daha az çelişen bir formülasyonla ortaya çıktı. Müdahaleye muhalefetin biçimi de kendi içinde değişerek toplum içinde büyük kesimin oyunu alır hale geliyor.
BAŞBAKAN’IN PROJESİNİN NİTELİĞİ DEĞİŞTİ
– AK Parti de neo-Kemalist oldu diyenlere katılıyor musunuz?

O siyasi mühendislik meselesinden çıkıyor. Siyasi mühendislik daha genel bir mesele, Kemalizm onun parçası. Radikal modernleşme projesinin içinde bir sosyal mühendislik var tabii. AKP de uzun süre iktidarda kalıp kendisine sadakatle oy veren bir taban inşa ettikten sonra yönetimin ve özellikle Başbakan’ın projesinin niteliği değişiyor.
– Yeni bir demokrasi projesi önerisiyle gelip yeni bir toplumsal mühendislik projesine mi dönüştüler?
Evet, bu denebilir. Toplumsal mühendislik projesi yerine belki şu denebilir. Başbakan’ın ortaya koyduğu zaman hedeflerine bakarsanız 2023, 2071. Bu boyutlar uzun zaman iktidarda kalma hedefinin ifadesi. Biz halkın bir kısmının sağlam desteğiyle çok uzun dönem iktidarda kalabiliriz, o zaman bizim bir projemiz olsun. Refah Partisi kökeninden AKP’ye dönerken öngördükleri daha demokrat ve daha açık bir sistemden ziyade dindar nesil yetiştirmek falan geçmişteki özlemlerini de içeren şeyler üzerine kurdular o projeyi gibime geliyor.
GÜCÜN ESTETİZASYONUNA DAYALI BİR MUKTEDİR YARATILDI
– Mustafa Kemal’in projesinin adına ‘radikal modernite’ diyorsunuz, Tayyip Erdoğan’ınki nedir?

Gücün estetizasyonuna dayanarak bir muktedir yaratıldı. Bu muktedir bir öykü sunuyor. Bu öykünün bir ucunda İslamcı özlemler, bir ucunda büyük devletin yurttaşı olmanın özlemleri var, bir taraftan refah özlemleri var. Böyle bir umut öyküsü. Bunun karşısında kentsel rantın kullanılmasına dayalı çok katmanlı bir popülizm var. Bir de ‘öteki’ yaratmaya dönük dil savaşlarına dayanan bir söylem. Bu hiç tutarlılığı olmayan bir postmodernist ele alış. Gücün estetitazyonu da öyle bir şey. Tutarsızlık şurada; postmodernizm aslında bireyin özgürlüğü üzerinden gelişen bir şey. Bu siyaset ise bireyin özgürlük alanını kapatan, totaliter alanı belirlemek için yapılan bir şey. Formu postmodernist nitelikler içeren ama özgürleştirici değil totaliter nitelikte bir siyasetle karşı karşıyayız.
CHP’NİN PROJESİ ARTIK KEMALİST BİR PROJE OLAMAZ
– Öte yandan anamuhalefet partisi de demokratik taleplere alerjik bir görüntü sergiliyor, yanlış mı?
CHP’nin içindeki siyaset yapma kültürünün de değişmesi gerekiyor. Bu kültürle parti büyük atılım yapamıyor. Partinin başındaki yöneticiler de bu parti parçalanmasın, sayımız azalmasın, içerideki 3 grubu da tutalım gibi bir kaygı içindeler. Aritmetik kaygı partiyi kilitliyor. Bir parti için en kötü durum adım atamaz hale gelmesidir. Bir parti gerekirse parçalanır ama söyleyecek sözü varsa tekrar büyür. Ecevit öyküsü öyle bir öyküdür. CHP bu geçişi yapamıyor. Projesi yok. O proje artık Kemalist bir proje olamaz.
– Yeni bir siyasi hareketin ileride yine de CHP değil de AK Parti içinden çıkma ihtimali daha mı yüksek?
Olabilir. Zaten sağın alternatifi sağın içinden doğar. AKP de öyle doğdu. Mesela Yunanistan’da da solun alternatifi soldan doğuyor. Büyük parça neredeyse. Ama yanlış şurada, biz önceden konulan programlar üzerinden düşünüyoruz. Bu çıkmaz sokak. Siz süreç başlatacaksınız, sürecin içinden onun ideolojisi doğacak. Böyle düşünmeye başlarsanız bunun sağı solu olmaz, iktidara gideni gitmeyeni olur. O tabii demokraside farklı bir noktaya gelmek demektir.
MUHALEFET PARTİSİ KURSAM ‘BEN HİÇBİR ŞEYE KARIŞMAYACAĞIM’ DİYE PROPAGANDA YAPARIM
– Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin yeni cumhurbaşkanı seçilirse yeni bir cumhuriyet tanımına da geçecek mi ülke?
Başkanlık zihniyeti gelecek ve onu getiren kişinin son 6-7 yıllık tarihine baktığımızda nasıl bir yönetim eğilimi içinde olduğunu biliyoruz. Başkanlık noktasında halkın oyunu almış, propagandasını da başkanlık üzerinden yürütmüş olduğu için diyecek ki, halk beni onayladı. Ve her işe çok karışan bir başkan türü ortaya çıkacak. Ben kişisel olarak bu kadar çok hayatıma karışılan bir yerde yaşamak istemiyorum. Ben bir muhalefet partisi kursam programımda ilk ilan edeceğim şey şu olur; beni seçerseniz şunlara şunlara karışmayacağım, hiç karışmayacağım.
Cansu Çamlıbel
Kaynak: Hürriyet

4 Comments

  1. şu hırs küp adam olmasın diyorum bu kez. mümkün mü acaba? daha beyefendileri daha insancıl olanlar varken.

  2. Başbakanın agresif durumu bize ne. Ülkede tansiyonu çıkmayan insan kalmadı artık. Hepimizi bunalıma soktu resmen.

  3. ne kötü bir dönem yaşıyoruz değil mi? insan kendini boğulacakmış gibi hissediyor. aynı kanalar aynı ses aynı bağırış çağırış.

  4. Cumhurbaşkanı da olursa ülkeyi nereye hangi maceralara taşıyacağı meçhul. Karanlık günler olabilir gerçekten.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir