(31 Ağustos 1857 – 3 Mayıs 1932)

Özellikle Art Nouveau tarzındaki bina tasarımları ile ün salmış olan İtalyan mimardır. II. Abdülhamid devrinde 16 yıl saray mimarlığı yapmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kuledibi’ndeki Laleli Çeşme de D’Aronco’nun izlerini taşır. 1894 İstanbul Depremi’nde zarar gören Galata’daki Aziziye Karakolu’nu da onaran isimdir.

 

 

 

 

 

 

 

İlk yıllarda

 

 

 

 

 

 

 

D’Aronco, 1857’de İtalya’nın Udine eyaletindeki Gemona del Friuli kasabasında (şimdi Friuli’de, o zamanlar Avusturya İmparatorluğu’nun bir parçası) birkaç kuşak boyunca inşaatçı bir ailede doğdu. İlkokuldan sonra Gemona Sanat ve Ticaret Okulu’nu bitirdi.

 

 

 

 

 

 

 

14 yaşındayken, D’Aronco, 1871’de Avusturya’nın Graz kentinde, bugün hala var olan yetenekli masonlar ve marangozlar yetiştirmekle ünlü bir inşaat okulu olan Johanneum Baukunde’ye katıldı. Babasıyla yıllarca süren pratik deneyimden sonra zaten bilgili olan olağanüstü bir öğrenci olduğunu kanıtladı ve öğretmenleri onu mimarlık okumaya çağırdı. Kararlılığıyla İtalya’ya döndükten sonra D’Aronco, Gemona’daki bir tasarım yaz okuluna kaydoldu ve ikinci kursu tamamladıktan sonra girdiği yarışmada birincilik ödülü kazandı.

 

 

 

 

 

 

 

Aronco daha sonra askerlik hizmeti için gönüllü oldu ve Torino’da ahşap inşaatında deneyim kazandıran bir tahkimat mühendisi olarak çalıştı. Terhis olduktan sonra, Venedik Güzel Sanatlar Akademisi, Accademia di Belle Arti’ye girdi ve burada öğretim, belirli bir düşünce okuluyla sınırlı değildi ve fikirleri daha önce herhangi bir mimarlık eğitimi tarafından şekillendirilmemiş olan D’Aronco’nun biçim ve stil ile özgürce deney yapmasını sağladı. Akademide, Camillo Boito’nun fikirleri, ona mevcut çevreyi diğer kaynaklarla nasıl birleştireceğini öğreten tasarım derslerinde baskındı. Yılın sonunda, henüz 19 yaşındayken ve coşku doluyken, mimari kompozisyon için birincilik ödülüne layık görüldü.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kariyeri

 

 

 

 

 

 

Raimondo d’Aronco’nun İtalya’da şöhrete kavuşması, Roma’da inşa edilecek Kral II. Vittorio Emmanuele’ye ait bir anıt için yapılan tasarım yarışmasıyla başladı. Tasarımı gümüş madalya kazandı. 1887 Venedik Sergisi, 1890’da İlk Torino Mimarlık Sergisi ve 1891’de Palermo Ulusal Sergisi yarışmalarındaki benzer başarılar onu İtalya’nın en umut verici genç mimarlarından biri haline getirdi.

 

 

 

 

 

 

1893 yılında, 1896 yılında düzenlenecek İstanbul Tarım ve Sanayi Fuarı için tasarımlar hazırlamak üzere İstanbul’a davet edildi. Ağustos 1893’te geldi ve projeyi birkaç ay içinde tamamladı. Sultan II. Abdülhamid tasarımları onayladı ve 10 Temmuz 1894’teki büyük deprem şehri harap ettiğinde temeller atılıyordu. Yıkılan binaların biri de inşa halindeki bu sergiydi.

 

 

 

 

 

 

Ancak depremin ardından, Raimondo d’Aronco’nun ayakta durmasının mimarına duyulan ihtiyaç, bir yeniden inşa programı başladıkça daha da acil hale geldi. İlk önce eski şehirdeki hasarlı anıtları restore etmekle suçlandı ve hükûmet ve bireyler için çok sayıda bina tasarlamaya devam etti.

 

 

 

 

 

 

Meslek hayatındaki İstanbul dönemi ancak Sultan II. Abdülhamid’in 1909’da tahttan indirilmesiyle sona erdi. Bu 16 yıl hayatının en üretken yılları olacaktı ve özgünlüğünün zirvesini temsil ediyordu.

 

 

 

 

 

 

D’Aronco, Son dönemlerinde bademcik iltihabına iyi gelecek bir iklim arayışı için San Remo’ye taşındı ve 1932’de orada öldü.

 

 

 

 

 

 

Eserleri

 

 

 

 

 

 

  • Botter Apartmanı(Tünel) (1900) 

     

     

     

İstanbul’un Avrupa yakasında, Beyoğlu ilçesi Asmalımescit Mahallesinde bulunan tarihî bir apartmandır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İstiklal Caddesi üzerinde 235 numarada yer alır. Bugünkü İsveç Konsolosluğu binasının yanında 1900’lerde inşa edilmiştir. Padişah II. Abdülhamid tarafından sarayın resmi terzisi ve modacısı olan Hollanda uyruklu Jean Botter için yaptırılan bina, dönemin ünlü mimarı Raimondo D’Aronco‘un eseridir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Örnekleri daha çok Avrupa’da görülen, hem iş yeri hem de konut olarak kullanılmak üzere tasarlanmış yapıların İstanbul’daki ilk örneğidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Cephesi bitki motifli bordürler, çiçeklerle bezenmiş insan başı figürleri ile süslü Botter Apartmanı, İstanbul’da inşa edilmiş Art Nouveau tarzı ilk bina olması nedeniyle mimarlık tarihi açısından önemlidir.[1][2] Türkiye’de inşasında çelik konstrüksiyon kullanılan ilk apartman ve Pera Palas Oteli‘nden sonra asansörü olan ikinci yapıdır.[3] Botter Apartmanının giriş katı, “Botter Moda Evi” adıyla Türkiye’nin ilk modaevi olarak kullanılmıştır. Birinci derecede korunması gereken kültür varlığı olarak tescillidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne ait İBB Miras tarafından restorasyonu tamamlanan yapı, 15 Nisan 2023 tarihinde Casa Botter Sanat ve Tasarım Merkezi adıyla Melike Bayık küratörlüğündeki “Düşler, Hakikatler” sergisiyle yeniden açıldı.

 

 

 

 

 

 

 

Cemil Bey Evi (1905) (Kireçburnu)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hamidiye-i Etfal Hastanesi Saat Kulesi (Şişli) (1906)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şişli Etfal Hastanesi Saat Kulesi, İstanbul ilinin Şişli ilçesinde bulunan saat kulesi. II. Abdülhamid’in emriyle 1907 yılında Şişli Etfal Hastanesinin bahçesine yaptırılan saat kulesi Raimondo D’Aronco tarafından tasarlanmış, hastanenin başmimarı Mahmud Şükrü Bey’in de katkılarıyla F. Pellini tarafından yapılmıştır. Yaklaşık 20 metre yüksekliğindeki kule dikdörtgen planlıdır

 

 

 

 

 

 

 

Haydarpaşa Tıbbiye Mektebi (Alexandre Vallaury ile birlikte)

 

 

 

 

 

 

 

Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane

 

 

 

 

 

 

 

 

Üsküdar Selimiye’de Tıbbıye caddesi üzerinde bulunan Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane, tıp eğitimi vermek üzere Sultan II. Abdülhamid Han tarafından yaptırılan ilk tıp okuludur. Yapımına 1894 yılında başlanmış ve 1903 yılında tamamlanmıştır. Binanın açılışı ise Sultan II. Abdülhamid’in doğum günü olan 6 Kasım 1903 Cuma günü gerçekleştirilmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Binanın mimari tasarımı, dönemin önde gelen mimarlarından Alexandre Vallaury ve Raimondo D’Aronco’ya aittir. Bina Haydarpaşa Askeri Hastanesi ve Selimiye kışlası mimari tarzıyla uyum içinde, 80 bin metrekarelik arsa üzerinde inşa edilmiştir. Dört kenarı koridorlarla çevrili dikdörtgen bir iç avlusu ile 54 bin metrekarelik inşaat alanına sahiptir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahane, 1903-1909 yılları arasında Askeri Tıp Mektebi iken bu tarihten sonra sivil tıp mektebi olarak da hizmet vermiştir. Bünyesinde cerrahhane de barındıran Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahane, botanik bahçesi ve tıbbi bitkileri ile eczacı yetiştirilmesine de katkı sunmuştur. Baytar mektebi binanın hemen civarında kurulmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Karşısında bulunan Haydarpaşa Asker Hastanesi, yeraltı tüneli ve raylı sistem ile Mektep binasıyla bağlantı sağlayarak öğrenciler için eğitim hastanesi olarak kullanılmıştır. Almanca, Fransızca ve Türkçe dillerinde eğitim verilen bu Tıp Mektebi’nden çok değerli siyasetçi ve bilim insanları yetişmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1933 yılına kadar tıbbiye olarak hizmet veren Mekteb-i Tıbbiyye-i Şahane, 1933-1983 yılları arasında Haydarpaşa Lisesi olarak eğitim vermiştir. 1983 yılında ise Marmara Üniversitesi’ne tahsis edilerek içerisinde Tıp Fakültesinin de bulunduğu eğitim külliyesi olarak hizmet vermiştir. Bina günümüzde Sağlık Bilimleri Üniversitesi olarak hizmet vermektedir.

 

 

 

 

 

 

 

Huber Köşkü (Tarabya)

 

 

 

 

 

 

 

Huber Köşkü, silah ticareti ve komisyonculuğu yapan ve Mauser Fişek ve Kolonya Müşterek Barut Fabrikaları’nın ve daha sonra da ünlü Krupp firmasının İstanbul’daki temsilciliğini yapan Huber kardeşlerden Auguste Huber ve ailesi tarafından yaptırılmıştır. Malikane, önceki sahipleri, Ermeni kökenli Tıngıroğlu ve Düzoğlu ailelerinden satın alınan arazi üzerine kurulmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

Huberler, I. Dünya Savaşı sonrasında yenilginin ardından ve herhalde işgalden önce, İstanbul’u terk etti. M. Huber’in ölümü üzerine, eski Maliye Nazırı Necmeddin Molla ailenin yaşadığı Augsburg’a giderek köşkü satın aldı. Köşk daha sonra Mısır Prensesi Kadriye Hanım’a satıldı. Prenses de Mısır’a dönerken Notre Dame de Sion sörlerine sembolik bir ücretle bıraktı. 1973 yılında özel bir inşaat şirketinin eline geçen yapı, 1985 yılında kamulaştırıldı. Daha sonra onarılıp döşenerek Cumhurbaşkanlığı Rezidansı olarak kullanılmaya başlandı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mimari

 

 

 

 

 

 

Mimarı ve yapım yılı tam olarak bilinmemektedir. Fakat muhtemelen ünlü İtalyan mimar Raimondo D’Aronco tarafından yapılmış, yine bu mimar tarafından farklı zamanlarda yapılan ilavelerle genişletilmiştir.

 

 

 

 

 

 

Tarabya’daki koru arazisini Bay Huber satın aldıktan sonra bizzat kendisi ağaçlandırmıştır. Şu anda Boğaziçi’nin günümüze ulaşan ender korularından biri Huber Malikanesi’nin korusudur. Alman Sefaret Yazlığı ile bitişiktir. İki koru bir bütünlük oluşturmaktadır.

 

 

 

 

 

 

Köşk ana bina dışında ahır, arabalık, hizmetliler konutu, iki küçük şale ve bir seradan oluşur. 64 dönümlük bir koruluğu vardır.

 

 

 

 

 

 

Mehmed Memduh Paşa yalısının kütüphane ve koleksiyon salonu (Arnavutköy)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii (Karaköy)  KARAKÖY CAMİ

 

 

 

 

 

 

Karaköy Camii veya Merzifonlu Kara Mustafa Paşa Camii 1903 yılında Sultan II. Abdülhamit tarafından İtalyan mimar Raimondo D’Aronco’ya inşa ettirilmiştir. 1956’da dönemin Başbakanı Adnan Menderes tarafından başlatılan “İstanbul’da İmar Hareketi” kapsamında Karaköy Meydanı’ndaki tarihi caminin de yerinden sökülerek Kınalıada’da yeniden inşa edilmesine karar verildi; bu yüzden günümüzde, camii Karaköy Meydanı’ndaki yerinde bulunmamaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eskiden Halil Ağa Sokağı’ndaki L şeklindeki merdivenden ulaşılan Karaköy Camii kendinden önceki cami gibi fevkanidir. Caminin sekizgen kütlesi cami altında yer alan iki kat dükkânın üzerine oturur. Cephedeki T şekli sekizgen kütlenin yüzeyindeki ikisi kısa üçlü pencere gruplarıyla oluşturulur. Floral motifli oymalar üçlü pencere gruplarının üstünde süsleme olarak yer alır. Bu floral motifli oymalardan günümüze ikisi kalabilmiştir. Caminin sekizgen yapıdaki cepheleri değerli mermer ve köşeleri bronz yıldızlarla kaplıdır. Caminin batı köşesinde yer alan minaresi de uzun ince pencerelerle açıklık oluşturulmuş ve mermer kaplıdır. Minare sekizgen biçimli ilgi uyandırıcı bir de şerefeye sahiptir. D’Aronco eserinde sekizgen bir kitleyi tercih ederek yapıyı hem genişletmiş hem de her yerden görülebilir hale getirmiştir. Zira cami eski Galata Köprüsü’ne yaklaşmış kayıklardan bile görülmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bizans döneminde küçük bir kilisenin bulunduğu Karaköy Meydanı’nda İstanbul’un fethiyle yaşanan değişimle kilise camiye çevrildi ve Fatih Sultan Mehmet döneminde tekke olarak hizmet vermeye başladı. Zaman geçtikçe harap bir görünüme dönüşen tekke, dönemin vezir-i azamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa tarafından yıktırılıp 1670 yılında fevkani(merdivenle üst kata çıkılabilen) cami formunda inşa edildi.[4] Caminin alt katında ise ibadethaneye gelir sağlaması ve ibadethanenin çeşitli masraflarının karşılanması için dükkânlar ve depolar yaptırıldı.[4] Caminin adı zamanla caminin kurucusu Kara Mustafa Paşa ile anılmaya başlandı.

 

 

 

 

 

Cami zamanla tahribata uğrayınca 1902 yılında Sultan Abdülhamit yeni bir cami yaptırma kararı aldı. O sırada caminin yapılacağı yerde dükkânlardan birinde Cafe d’Orient adlı bir kafetarya bulunduğu için kafetarya yıktırılmadan caminin dükkânların üstüne inşa edilmesi kararlaştırıldı.[4] Dönemin tanınmış mimarları Gotzo, Patrokles, Kampanakis ve Raimondo D’Aronco gibi mimarlar yeni cami için öneri projeler sundu. D’Aronco’nun projesi Sultan Abdülhamit tarafından daha ilgi çekici bulundu ve kabul edilen proje sonrası caminin inşasına başlandı. Mimar D’Aronco’nun tasarımında Art Nouveau akımını benimsemişti ve camiyi bu akımın yoğun etkisi altında projelendirdi. Cami ve alt kattaki dükkânların uyumlu olması için cami çelik putreller aracılığıyla eski caminin temellerine bağlandı. Yapının hem ana kütlesi hem minaresi sekizgen biçimlidir.Bir camiden çok küçük bir mescidi andıran yeni yapı Raimondo D’Aronco’nun mimarlık kariyeri boyunca inşa ettiği en küçük yapılardan biriydi.  Bununla birlikte bulunduğu konuma göstermiş olduğu uyum, önünde yer alan binalarla bağlantısı ve geçiş kolaylığı sağlamsıyla mimarın en tanıdık eserlerinden biriydi.

 

 

 

 

 

 

Nazime Sultan Sarayı

 

 

 

 

 

Abdülaziz’in kızlarından biri olan Nazime Sultan için 1897 yılında o zamanlar İstanbul Boğazı’nda hiç görülmemiş “avant-garde” bir çizgide saray inşa edildi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Daha sonraları Bebek Mısır Konsolosluğunda da görülen “Art Nouveau” etkileşimli yalı İtalyan mimar Raimondo D’Aronco tarafından tasarlanmış. Kuruçeşmede bulunan bu değişik ve özel yapı daha sonra Çırağan Sarayı yanınca Meclisi Mebusan olarak, hanedan yurtdışına çıkınca da depo olarak kullanılmış ve en sonunda Boğazdaki yüzlerce yalının kaderini paylaşarak yıktırılmış.

 

 

 

 

 

 

Şeyh Zafir Türbesi (Serencebey)

 

 

 

 

 

 

 

II. Abdülhamid’in şeyhi olduğu iddiası vardır.

 

 

 

 

 

 

  1. Abdülhamid’ın kızı Ayşe Sultanhatıratında babasının Hamza Zafir adında bir şeyhe intisap ettiğini belirtir.[1]Mutasavvıf Hüseyin Vassaf ise Şeyh Zafir’in İstanbul’a ilk geldiği zaman II. Abdülhamid’in intisap ettiğini ve şeyhi gizlice ziyaret ettiğini söyler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

II. Abdülhamid Şeyh Zafir’e çok değer verirmiş, bazı dini günlerde Yıldız Sarayı’na davet etmiş veya kendisi bazen cuma selamlıklarında şeyhi Ertuğrul Tekkesi’nde ziyaret etmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  1. Abdülhamidşeyhin aile fertlerini çeşitli makamlara getirmiş ve Trablusgarp’taki ailesinin ihtiyaçları karşılanmıştır.

 

 

 

 

 

 

Sultan II. Abdülhamit Çeşmesi (Maçka) (1901)

 

 

 

 

 

  1. Abdülhamit Çeşmesi, 1896-1901 yılları arasında Sultan II. Abdülhamittarafından İtalyan mimar Raimondo D’Aronco’ya yaptırılmıştır. Çeşme, açılış merasiminin fotoğraflandığı 1901 yılında Tophane Nusretiye Camiiönünde yer almaktaydı.1957 yılında Heny Prost’un planladığı yol genişletme çalışmalarından nasibini alarak özgün yerinden sökülmüş ve Maçka Parkı’nda günümüzdeki yerine taşınmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tarım, Orman ve Maden Bakanlığı binası (Sultanhamet) (1898) (günümüzde Marmara Üniversitesi Rektörlüğü)

 

 

 

 

 

Binanın 1883 yılında Orman, Maadin ve Ziraat Nezareti için yapıldığı ve o dönem Ticaret Nezareti ile birleşmiş olan bu nezarete bağlı olarak “Hamidiye Ticaret Mekteb-i Âlîsi” adıyla okul olarak kullanılmaya başlandığı bilinmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Neo-Ottomano ve Art Nouveau üslubundaki binanın mimarı İtalyan mimar Raimondo D’Aronco’dur. Günümüzde Marmara Üniversitesi Rektörlük ve Senato Binası olarak kullanılmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

Villa Tarabya (İtalyan Sefareti yazlık binası) (Tarabya)

 

 

 

 

 

 

Sultan II. Abdülhamid’in İtalya Kralı I. Umberto’nun oğlu III. Vittorio Emanuele ile eşi Elena’ya düğün hediyesi olarak vermesiyle başlar hikâyemiz. Bu “III” numaralı hazretin 1911’de Trablusgarp’ı ele geçirmek üzere Osmanlı’ya savaş ilan edecek kişi olacağını bir kenara kaydedip devam edelim hikâyemize…

 

 

 

 

 

 

Perişan görüntü: İtalyan sahil sarayı

 

 

 

 

 

 

Boğaziçi sahilinde ilerlediğimiz yönde, geçen hafta yazdığım Fransız Sefaret sahil sarayından önce, Tarabya burnunu döndüğümüzde hemen Grand Tarabya Otelinin yanında yer alan İtalyan Sahil Sarayı’nı anlatmam gerekirken yapmadım. Nedeni bu yapının yıkık durumda, yıllardır bitip tükenmeyen bir onarım süreci içinde (aslında hiçbir şey onarılmıyor) perişan bir görüntü arz etmesi ve bu işi bir türlü çözümlemeyen İtalyanlara kızgınlığımdan dolayı elimin varmamasıydı! Ama sonradan düşününce, her şeye rağmen silsileyi bozmamam gerektiğine karar verdim. Öyleyse, buyrun efendim İtalyan Sahil Sarayı’na…

 

 

 

 

 

 

Söz konusu arazi üzerinde daha eski yıllarda bulunan bir yapıyı 1896 yılında, çok lazımmış gibi(!) Sultan II. Abdülhamid’in İtalya Kralı I. Umberto’nun oğlu III. Vittorio Emanuele ile eşi Elena’ya düğün hediyesi olarak vermesiyle başlar hikâyemiz. Bu “III” numaralı hazretin 1911’de Trablusgarp‘ı ele geçirmek üzere Osmanlı’ya savaş ilan edecek kişi olacağını bir kenara kaydedip devam edelim hikâyemize…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Raimondo D’Aronco’nun eserinin suluboya resmi

 

 

 

 

 

 

Hediye yapıyı İtalyanlar pek kullanmaz anlaşılan, bakımsız kalır, harabeye döner. Nihayet 1905’te İtalyanlar bu harabeyi yıkıp yeni ama daha küçük, mütevazı bir yapı tasarlaması talebiyle II. Abdülhamid’in ünlü Saray Mimarı İtalyan Raimondo D’Aronco‘yu görevlendirir. Sonunda inşa edilen ve “Villa Tarabya” adı verilen yapı dış görünüşü Osmanlı Boğaz mimarisiyle uyumlu, içi ise tamamen İtalyan tarzında olmak üzere sanırım iki ayrı kültürün mükemmel buluşması tarzındaymış. Dıştan geniş saçaklı, asimetrik bir çatı, cumbalar, balkonlarla Osmanlı; içte Neoklasik, daha girişte etkileyici, tepesi camekânlı taş holde Dorik sütunlar, mermer duvar kaplamaları, tam karşıda ortalarda babalarıyla önce çift taraflı, bir üst katta tek, sonra tekrar çift olarak yükselen, füruşlarla bezenmiş merdiven varmış. Beş kata yayılmış toplamda 53 oda. Bakın şöyle:

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eski iç mekân fotoları

 

 

 

 

 

 

Bina, çok eğimli bir arazi üzerine büyük ustalıkla yerleştirilmiş. En ilginç ögelerinden biri de 4 farklı kotta bulunan binanın katlarının arka taraflarındaki terasların küçük rampalar ve merdivenlerle birbirlerine bağlanması ve böylece bütün katların arka bahçelerden yararlanabilmesiymiş.

 

 

 

 

 

 

İtalyanlar 1964 yılına kadar aktif olarak kullandıkları binayı nedense sonra kendi haline terk etmişler.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeniçeri Müzesi (1903)

 

 

 

 

 

 

  1. yüzyılın ikinci yarısında İstanbul’da kurulan Yeniçeri Müzesi, Sultanahmet Meydanı’nın
    güney ucunda konumlanan eski Mekteb-i Sanayi binasının sağ kanadında yer almıştır. Bu grubun
    yer aldığı alanın 19. yüzyıldan önceki yapılaşması hakkında net bilgiler yoktur. Belgelerle izi
    sürülebilen en eski inşaat faaliyeti, 1866-1868 yılları arasında yapılan Mekteb-i Sanayi binasıdır.
    1894 depreminde uğradığı ağır tahribatın ardından, mimar Raimondo D’Aronco tarafından
    projelendirilen bir onarım ve yeniden inşa süreci başlar.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeniçeri Müzesi çizimi

 

 

 

 

 

 

1899 yılında çalışmalar tamamlandığında, Mekteb-i Sanayi binası başkalaşan bir mimari dille yeniden açılır ve bu aşamada Yeniçeri Müzesi de binaya eklenir. Fakat, açılışından itibaren günümüze ulaşan süreçte, bina pek çok kez değişikliğeve tahribata uğramıştır. Çoğunlukla tarihi ve mahiyeti belirsiz olan bu değişiklikler, özellikle cephe kompozisyonunun bazı detaylarında önemli değişikliklere yol açmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

D’Aronco’nun tasarladığı yeni binanın açılışıyla aynı yıllarda Rusya’da yayınlanan bir
mimarlık ansiklopedisinde, Yeniçeri Müzesi’nin detaylı bir cephe çizimi mevcuttur. Konuyla ilgili
çalışmalarda daha önce yayınlanmamış olan bu çizimdeki bazı mimari detayların, günümüzdeki
cephe kompozisyonundan farklılaştığı görülmektedir. Söz konusu cephe çizimi, 1940’larda
yapılan onarımda değiştirildiği için günümüze ulaşmayan ve dönem fotoğraflarında da detaylı
olarak görülemeyen saçak altı bezemelerinin mahiyetini açıkça göstermektedir. Yapının cephe
tasarımının ilk halini veya D’Aronco’nun bu müze binası için cephe tasarımı önerisini gösteren
bu çizimde beliren cephe detayları, yapının özgün görünümü hakkında yeni veriler sunmaktadır.
Bu bağlamda sunduğumuz çizimin, gelecekteki restorasyon çalışmalarına da katkı sağlayacağı
düşünülmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

Yıldız Sarayı Şale Köşkü (Yıldız) (1898)

 

 

 

 

 

 

 

Yıldız Sarayı’nın bir parçası olan ve Fransızca ‘chalet’ kelimesinden gelen, ‘dağ evi’ anlamı taşıyan Şale Köşkü, Osmanlı mimarisinin en dikkat çeken eserlerinden birisi konumundadır. Gelin hep beraber bu köşkü yakından inceleyelim.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

500.000 metrekarelik bir alan üzerinde bulunan Yıldız, Beşiktaş, Ortaköy ve Balmumcu arasında muhteşem boğaz manzarasının olduğu yerde Bizans Dönemi’nden kalma bir koruluk olarak günümüze kadar gelmiştir. İstanbul fethedildikten sonra ‘Kazancıoğlu Bahçesi’ olarak adlandırılmıştır.

 

 

 

 

 

 

Sultan IV. Murad ve III. Selim zamanlarında da ilgi odağı olan bu alana III. Selim tarafından annesi Mihrişah Valide Sultan adına ‘Yıldız’ ismiyle inşa ettirdiği köşkten dolayı bu şekilde anılmaya başlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İlerleyen yıllarda sırasıyla Sultan III. Mahmud, Sultan Abdulmecid ve Sultan Abdulaziz dönemlerinde eklemeler yapılan köşk, son olarak Sultan Abdülhamid zamanında Yıldız Sarayı adını alarak dördüncü yönetim merkezi olarak kullanılmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yıldız Seramik Fabrikası (Yıldız) (1893-1907)

 

 

 

 

 

 

 

“Yıldız Çini Fabrika-i Hümayunu”, Yıldız Sarayı’nın Boğaziçi’ne bakan yeşillikler içindeki küçük bir düzlükte saklı, çok önemli bir fabrikadır.

 

 

 

 

 

 

 

1892 yılından bu yana, Türk çini ve porselen sanatının yakın tarihlerdeki gelişimine önemli katkılarda bulunan bu bina, dış görünüşüyle bir fabrikadan daha çok, saraya ait özenli bir yapı gibidir. Bu fabrikanın iki önemli rolü olmuştur. Birincisi, 19.yüzyıl’da Avrupa’daki porselen sanayiinin ülkeye getirilmesi, ikincisi ise Osmanlı çiniciliğinin yeniden canlandırılmasıydı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yıldız Sarayı bahçesinde kurulmuş olan bu fabrika, önce Avrupa teknolojisiyle çalışmaya başlamıştı. Ama kısa bir zaman içinde, gerilemekte olan Türk çini ve porselen geleneğinin yeniden geliştirilmesi yönünde çok önemli bir görevi yerine getirmişti.

 

 

 

 

 

 

 

 

Laleli Çeşmesi

 

 

 

 

 

 

 

 

AZİZİYE KARAKOLU VE KARAKÖY TAHTALI CAMİİ

 

 

 

 

 

 

 

 

Karaköy meydanında ki Aziziye Karakolu da Tahtalı Cami de bugün artık yoklar. Aziziye Karakolu Sultan Abdülaziz zamanında yapılmış ve 1893 depreminde büyük hasar görmüştü. İstanbul’daki tarihi binaları ve camilerin restorasyonunu  üstlenen D’Aronco önce Aziziye Karakol unu yeniden inşa eder. 1903 yılında da, karakolun hemen karşısına yıkılmış olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa mescidi yerine Art Nouveau tarzında yeni bir cami inşa eder.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sekizgen şeklinde ki yapısı ile, üzeri floral kabartmalı mermer dış cephesi ve tahta oymalı ahşap minaresi ile çok özgün bir tasarıma sahip bu cami ne yazık ki 1958 yılında Karaköy meydanının genişletilmesi sırasında yıktırılır. Sonradan teyit edilemeyen haberlere göre caminin mihrabı, minberi ve İtalyan kristal avizeleri Kınalı Ada camiine konulmak üzere bir taka’ya yüklenir. Ama yolda çıkan bir fırtınada mavna batınca bu kıymetli eserler Marmara’nın sularında kaybolur.Son yıllarda Tahtalı Caminin Karaköy meydanında araba parkı olarak kullanılan eski  yerinde aynen yeniden yapılması için bazı girişimler olmuşsa da bu girişim bugüne kadar gerçeklik kazanamamıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

3 Comments

  1. Şeyh Zafir türbesi bir baş yapıttır bence. İyi ki bir D Aronco bizde olmuş ve halen övünçle baktığımız eserleri bize kalmış.

  2. Bugünün İstanbul’unda eldeki inciler gibi üstadın eserleri. İyi ki o yapmış, bugüne kalmış.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir