Cumhuriyet’in ilk yılları mimarinin gelişiminin hız kazandığı bir dönemdir. Türkiye Cumhuriyeti, Batılılaşma ve modernleşme çabaları kapsamında, mimarlık eğitimini de yeniden gözden geçirmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Rumet Şahin*

 

 

 

 

 

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin mimarlığına göz attığımızda her zaman bir ikilem arasında kaldığını görüyoruz. Bu kimi zaman Doğu-Batı ikilemi olmuşken, kimi zaman eski yeni ikilemi olarak karşımıza çıkar. Türkiye Cumhuriyeti mimarlığı zaman zaman farklı çizgilerde görülse de hem yabancı hem yerli mimarlarıyla birlikte çok zengindir. Bazen başka akımlar etkisinde kalmıştır. Bazen kendi akımını yaratmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İlk yılların mimarisi ülkenin bağımsızlık mücadelesi ve savaş sonrası dönemini temsil eder. Bir devletin kuruluşunu gerçekleştirmeye çalıştığı bir dönemdir.

 

 

 

 

 

 

1920’LER:

 

 

 

 

 

 

Bu dönemde öncelik, ülkenin altyapısını geliştirmek ve ekonomiyi güçlendirmek üzerineydi. Demiryolları, limanlar ve fabrikalar gibi endüstriyel tesisler kuruldu. Bu altyapı projeleri, Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığını kazanmasına ve modernleşmesine katkı sağladı. Özellikle bu yıllarda ortaya çıkan bir akım 1930’lara kadar ülkenin hakim mimarlık anlayışını temsil eder.

 

 

 

 

 

 

‘1.Ulusal Mimarlık Akımı’

 

 

 

 

 

 

Bu dönemde ülkenin mimarları geleneksel Osmanlı Mimarisi ile modern Avrupa’nın mimari ilkelerini birleştirmeye çalıştılar. Minimalist ve fonksiyonel bir yaklaşım benimsendi. Bundan dolayı binaların tasarımında gereksiz süslemelerden kaçarak işlevselliği ön plana çıkardılar. Devletin yeniden kuruluş dönemi olduğu için özellikle kamu ve endüstri binaları özelinde önemli projeler hayata geçirildi. Mimar Kemaleddin ve Vedat Tek gibi önemli mimarlar bu akımın en önemli temsilcilerinden olmuştur. Özellikle Ankara Palas Oteli, İş Bankası, Sirkeci’de yer alan Büyük Postane, Tayyare Apartmanları bu dönemin en önemli örneklerinden biridir.

 

 

 

 

 

 

Bu dönemin gelişmesinde Clemens Holzmeister, Giulio Monegri gibi yabancı mimarlar da katkı sunmuştur. Bu akımın eserleri, Cumhuriyet’in mimarlık tarihinde önemli kilometre taşlarından bazılarıdır ve günümüzde hala büyük değer taşımaktadır. Bu akımın mirası Cumhuriyet’in mimarlık tarihinde ve kültürel kimlik oluşturmada önemli bir yer tutar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ankara Palas Oteli (1920), Vedat Tek 

 

 

 

 

 

 

 1930’LAR:

 

 

 

 

 

 

1930’lar, Cumhuriyet mimarisinin gelişiminin hız kazandığı bir dönemdir. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, Batılılaşma ve modernleşme çabaları kapsamında, mimarlık eğitimini yeniden gözden geçirmiştir. Uluslararası üslup doğrultusunda yaklaşık on yıl süreyle betonarmeye dayalı yeni Batıcılık örnekleri vermişlerdir. Türkiye’nin modernizme yönelik daha fazla ilgi gösterdiği bir dönemi temsil eder. Kamusal binalar ve anıtlar inşa edildiği bir dönemdir. Yatay çizgiler, geometrik formlar ve açık mekanlar bu dönemin yapılarının özelliklerindendir. Bu dönemde, geleneksel Türk mimarisinin unsurları modernizmin etkisiyle birleştirilmiştir. Bu yaklaşım, özgün tasarımlar ve sembollerle dolu binaların inşasına yol açmıştır. Şehir planlaması ve kamu binalarının inşası hızlı bir şekilde devam etmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yalova Termal Oteli (1938), Sedad H. Eldem

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İstanbul Üniversitesi Gözlemevi (1934), Arif Hikmet Holtay

 

 

 

1930’da Türk mimarlarının sayısı 150’dir. İhtiyaç olmasına rağmen yeterli sayıda yerli mimar olmaması nedeniyle 1927’den itibaren Avrupa’dan gelen mimarlara bu projelerin bir kısmı yaptırılmıştır. Almanya, Avusturya, Fransa ve İsviçre’den gelen toplam 40 mimar ve şehir plancısı Türkiye’de birçok projeye imzalarını atmıştır. Bu mimarlar ve şehir plancıları arasında Hermann Jansen ve Bruno Taut gibi isimler de bulunmaktadır. Hermann Jansen meşhur Jansen Planı ile birçok şehrin şehir planını çizdiği gibi Ankara’nın da şehir planını tasarlamıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ankara Şehir Planı, Hermann Jansen

 

 

 

 

 

 

 

 

1940’LAR:

 

 

 

 

 

 

1940’lar, İkinci Dünya Savaşı’nın gölgesinde geçmiştir. Bu dönemde inşaat faaliyetleri sınırlı kalmış olmasına rağmen modernizmin etkisi hala hissedilmiş ve mimarlar, savaş sonrası döneme hazırlık olarak bu dönemde de projeler geliştirmeye devam etmiştir. Dünyada yayılan milliyetçi hareketlerin etkilerinin Türkiye Cumhuriyeti’nde de görülmeye başlamasından sonra Milli Mimari akımı başlar. Bu akım daha sonra İkinci Ulusal Mimarlık adıyla anılacaktır. Bu akım, yeni bir ulusal mimarlık yaratmak amacına yönelerek 1939-50 yılları arasında Türk Mimarlığını etkisi altına almıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sedad H. Eldem ‘in Güzel Sanatlar Akademisi içinde kurup yürüttüğü Millî Mimari Semineri adlı çalışmalarda özellikle geleneksel Türk sivil mimarlığı üzerinde yoğunlaşan çalışmaların bu akımın düşünce temelinin oluşturulmasında önemli etkileri olmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Benzer şekilde, 1. Ulusal Mimarlık Akımı gibi, 2. Ulusal Mimarlık Akımı da işlevselliği ve minimalizmi vurgulamıştır. Gereksiz süslemelerden kaçınılmış ve binaların işlevsellikleri öne çıkarılmıştır. Bu dönemde yüksek binaların inşası artmış, özellikle büyük şehirlerde gökdelenler ve apartmanlar yükselmeye başlamıştır… 1950’li yıllara dek süren bu akım, 1952 yılında yapılan İstanbul Belediye Sarayı yarışmasıyla dönemin çağdaş mimarlık anlayışına ayak uyduramayarak kesin olarak son bulmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Uluslararası New York Sergisi Türkiye Pavyonu (1939), Sedad H. Eldem

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Anıtkabir (1942), Emin Onat, Orhan Arda

 

 

 

 

 

 

 

 

Döneme ait farklı uygulamalar da mevcuttur. İnşa edilen en büyük halkevi olan Mersin Halkevi yapısı, ülkede ilk kez döner sahne teknolojisinin kullanıldığı mekânlardan birisidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Mersin Halkevi (1946), Ertuğrul Menekşe

 

 

 

Dönemin bir diğer önemli yapısı TBMM. Meclis, 11 Ocak 1937’de çıkan yasa ile “anıtsal bir değer taşıyan, Türkiye Cumhuriyeti’nin devamlılığına ve yirminci yüzyılın mimari karakteristiklerine uygun” yeni bir meclis binasının yapımı için bir yarışma düzenlenmesine karar vermişti. 1938 yılında yapılan yarışmaya 14 proje katılmış; jüri üç projeyi birincilik ödülüne layık görmüş, Atatürk’ün de beğenisini kazanan Clemens Holzmeister’in projesinin yapılmasına karar verilmiştir. Binanın yapımına 1939’da başlanmış ancak II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla ortaya çıkan mali sıkıntılardan dolayı 1941 yılında inşaata ara verilip, 1960 yılında tamamlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

1950’LER:

 

 

 

 

 

 

 

1950’ler, Türkiye’de siyasi değişikliklerin yaşandığı bir dönemi temsil eder. Siyasi iklimdeki değişiklikler, ekonomik büyümeyi ve sanayileşme sürecini hızlandırmıştır. Bu, büyük şehirlerde hızla artan nüfus ve kentleşme anlamına gelmektedir. İstanbul’da, Levent ve Maslak gibi iş merkezleri bu dönemde yükselmiş, ayrıca, konut inşaatları artmış ve gecekondulaşma yaygınlaşmıştır. Türkiye Cumhuriyeti mimarlığı, Batıda giderek yaygınlaşan modern mimarlığın etkisi altında ürünler vermeye başlamıştır. İkinci Dünya Savaşı sona ermiş, Türkiye siyasal ve kültürel olarak Batıya iyice yakınlık duymaya başlamıştır. İleriki yıllarda Rohe, Wright, Aalto, Le Corbusier, Niemeyer, Scharoun gibi dünyaca ünlü mimarların düşünce ve yapıtları yayınlar yoluyla Türkiye Cumhuriyeti mimarlarını geniş ölçüde etkilemiştir. 1950’lerden itibaren Türkiye’de etkisini daha da göstermeye başlayan, başta ABD olmak üzere, Batı kökenli modern mimari akımların etkisi altına girilmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

Bu dönemin en tanınmış örneklerinden birisi Amerikalı mimarlık firması olan SOM tarafından tasarlanan; yerel danışmanlığının da Sedat Hakkı Eldem tarafından yapıldığı 1955’te açılan, Türkiye’nin ilk 5 yıldızlı oteli olan İstanbul Hilton Oteli’dir. Bu yapı Türkiye’de uluslararası stilin önemli örneklerinden birisi olarak nitelendirilmektedir. Ancak İkinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın temsilcilerinden birisi olan Sedat Hakkı Eldem’in bu yapı için SOM ile birlikte tasarım yapması bazı mimarlar tarafından “kimlik sapması” eleştirilerine neden olmuştur. Ayrıca bu proje 1950’lerden itibaren Türkiye’de etkisini daha da göstermeye başlayan, başta ABD olmak üzere, Batı kökenli modern mimari akımların önemli sembollerindendir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İstanbul Hilton Oteli (1953), SOM, Sedad H. Eldem

 

 

 

Turgut Cansever ve Abdurrahman Hancı tarafından 1951 ile 1957 yılları arasında inşa edilen Büyükada Anadolu Kulübü’nde dönemin modern mimarlığın temsilcilerinden olan Le Corbusier’in etkilerini gözlemlemek mümkündür.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Büyükada Anadolu Kulübü (1953), Turgut Cansever, Abdurrahman Hancı

 

 

 

Dönemin diğer önemli yapılarından biri olan AKM; Mimar Feridun Kip ile mimar Rükneddin Güney tarafından projesi çizilen, 1946’da temeli atılan opera binası, ödenek yokluğu nedeniyle tamamlanamamıştır. 1956’da Hayati Tabanlıoğlu’nun projesi ile inşaata devam edilip, 1969’da “İstanbul Kültür Sarayı” adıyla hizmete açılmıştır. 27 Kasım 1970 tarihinde meydana gelen, büyük yangın neticesinde bina tekrar onarılarak 6 Ekim 1978 yılında Atatürk Kültür Merkezi adıyla yeniden hayata geçirilmiştir. Amerikalı ünlü mimar Frank Lloyd Wright’ın öğrencilerinden biri olan Hayati Tabanlıoğlu’nun son şeklini verdiği çalışma, 1950’lerin yalın ve işlevsel mimari anlayışının tipik bir örneği olarak kabul edildi. Özellikle Büyük Salon’un derin ve geniş sahnesiyle, bu sahnenin çeşitli asansörlerden oluşan gelişmiş mekanik kapasitesiyle AKM, Türkiye’nin en gelişmiş gösteri sanatları mekânı olmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yurt dışındaki mimarlardan esinlenilerek yapılan yapıların en önemlilerinden biri olan İstanbul Belediye Sarayı; Uluslararası üslupta inşa edilmiş belediye sarayı bu üslubun Türkiye’deki ilk örneklerindendir. İstanbul Belediye Sarayı, bu üslubun daha çok Güney Amerika’da uygulanan ve en önemli temsilcisi Oscar Niemeyer’in tarzına yakındır. Prizmatik kütleleri genellikle üstlerine konan eğrisel plastik kütlelerle canlandıran bu tarza özgü biçim ve düzenlemeler Belediye Sarayı’nda da vardır.

 

 

 

 

 

 

 

TÜRKİYE CUMHURİYETİ MİMARLIK TARİHİNDE KIRILMA 1960’LAR:

 

 

 

 

 

 

 

1960’lar modernizmin etkisinin doruk noktasına ulaştığı bir dönemdir. Kamu binaları ve üniversite kampüsleri, modernist tasarım ilkelerine uygun olarak inşa edilmiştir. İstanbul’da Boğaziçi Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin kampüsleri bu dönemde kurulmuştur. Aynı zamanda, özel sektör yatırımları artmış ve modern konut projeleri geliştirilmiştir. Mimarlık üzerine yapılan siyasi çatışmaların da önemli örneklerini bu dönemde görmekteyiz. 1957 yılında yapımına karar verilen Kocatepe Camisi için açılan yarışmayı Vedat Dalokay ve Doğan Tekelioğlu kazanmıştır. Yarışmayı kazanan mimarlar, geleneksel cami imgesinden uzaklaşmadan modern formlara yer verilen tasarım tercihinde bulunmuşlardır. Ancak bu cami formu üzerine kamuoyunda yapılan siyasi tartışmaların neticesinde 1967 yılında inşası durdurulup yapılan imalatlar yıkılarak yerine 1987 yılında tamamlanacak olan Klasik Osmanlı Cami üslubuyla yeniden yapılmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kocatepe Camisi için Vedat Dalokay önerisi.

 

 

 

 

 

Sonrasında Pakistan’da yapılan başka bir cami yarışmasına katılan Vedat Dalokay, yarışmayı birincilik ödülü ile kazanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kral Faisal Camisi İslamabad, Vedat Dalokay

 

 

 

 

 

 

 

 

ODTÜ Kampüsü, Türk Tarih Kurumu, SSK Zeyrek Tesisleri gibi yapılar dönemin en önemli yapılarıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ODTÜ Kampüsü (1961), Behruz Çinici, Altuğ Çinici

 

 

 

 

1960’larda iç turizmin gelişmeye başlamasıyla ağırlıklı olarak Akdeniz sahillerindeki yüksek katlı yazlık konut furyası, nitelikle mimariyle özdeşleşmekten çok uzak projeler olarak inşa edilmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Flamingo Sitesi, Mersin

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

1970’LER:

 

 

 

 

 

 

 

1970’ler, Türkiye’de sosyal ve ekonomik değişimlerin olduğu bir dönemi temsil eder. Bu dönemde, toplu konut projeleri, özellikle İstanbul’da hızla yükselmeye başlamıştır. Aşırı hızlı nüfus artışı sonucunda çarpık kentleşme yaşanmıştır. Ortaya çıkan büyük konut açığı, gerekli önlemlerin alınmaması nedeniyle, kaçak yapılar ve gecekondularla yeni fakat kimliksiz bir mimarlık yaratmıştır. 1950’li yıllarda başlayan, 1960’lı yıllarda hız kazanan bu süreç 1970’li yıllarda daha da hızlanmış ve gecekondulara getirilen af ile farklı bir boyut kazanmıştır… Ayrıca devletin finanse ettiği kamu binaları da Cumhuriyet’in ilk dönemlerinin aksine, oldukça monoton ve mimari üsluba sahip olmayan anlayış ile şehir dokularına son derece tahribat verici bir şekilde inşa edilmişlerdir. Devlet binalarında yer alan ilk yıllardaki modern ve farklı anlayışlarla inşa edilen yapılar 1960’lı ve 1970’li yıllardan itibaren kendilerini dönemin monoton, vasat ve mimari gelişimden tamamen kopmuş yapılara bırakmıştır. Bu dönemin kayda değer örneklerinden birisi Cengiz Bektaş’ın tasarladığı Türk Dil Kurumu binasıdır. Ankara’da inşa edilen bu proje 1988 yılında Ulusal Mimarlık Ödülleri’nden Yapı Dalı Başarı Ödülü’nü kazanmıştır. Ancak 1970’li yıllar Türkiye’de mimarlık ve yapı kültürü konusunda önemli bir dönüm noktasını teşkil etmemiştir. Bu yıllar 1950’li ve 1960’lı yıllarda başlayan sorunların, farklılaşmaların, arayışların sürdüğü dönemlerdir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Türk Dil Kurumu (1974), Cengiz Bektaş

 

 

 

 

 

 

1980’LER:

 

 

 

 

 

1980’ler, Türkiye’nin ekonomik liberalleşme dönemini temsil eder. Bu dönemde özel sektör yatırımları artmış ve yeni iş merkezleri, alışveriş merkezleri ve konut projeleri ortaya çıkmıştır. İstanbul’da, Levent ve Maslak gibi iş merkezleri daha da büyümüş ve modern gökdelenlerle dolmaya başlamıştır. İnşaatına 1986 yılında başlanıp 1989 yılında tamamlanan, TBMM Camii Kompleksi mimarları Behruz Çinici ve Can Çinici TBMM Camii Kompleksi’ni tasarımı ile 1995 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

TBMM Cami Kompleksi (1986), Behruz Çinici, Can Çinici

 

 

 

 

 

 

 

 

Aynı zamanda Türkiye’nin ilk gökdeleni de bu yıllarda yapıldı. Cengiz Bektaş tasarımı ile Mersin’de yeni ticaret merkezi olarak tanıtılan Metropol binası her ne kadar günümüzde atıl bir vaziyette kalıp, kentin mezar taşı gibi gözükse de yapıldığı yıllarda bütün iş dünyasının dikkatini çekecek, aynı zamanda sosyal kültürel faaliyetlerin de merkezi olacağı öngörüsüyle yapılmıştır. Günümüzde Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin kentte atıl kalan yapıları dönüştürerek kullanma politikasıyla 52 Katın bazı katları belediye hizmet birimine dönüştürülmüştür.

 

 

 

 

 

 

 

 

1990’LAR:

 

 

 

 

 

 

 

 

1990’lar, Türkiye’de siyasi istikrarsızlığın olduğu bir dönemi yansıtır. Ancak, bu dönemde de kentsel dönüşüm süreci devam etmiştir. İstanbul’da yeni alışveriş merkezleri ve oteller inşa edilmiş, ayrıca UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne giren tarihi bölgelerin restore edilmesi ve turizme açılması dönemin önemli bir gelişmesi olarak görülmektedir. Bu dönemin en önemli projelerinden biri 1990 yılındaki 2. Ulusal Mimarlık Sergisi’nde en iyi proje ödülü alan, Ankara Terasevler Sitesi projesidir.

 

 

 

 

 

 

 

 

2000’LER:

 

 

 

 

 

 

 

 

2000’ler, Türkiye’nin ekonomik büyümesinin hız kazandığı bir dönemi temsil eder. Bu dönemde büyük altyapı projeleri hayata geçirilmiştir… İstanbul’da metro hatları genişletilmiş, hızlı tren hatları inşa edilmiş ve yeni havalimanları açılmıştır. Ayrıca, turizm sektörü büyümeye devam etmiş, tatil köyleri ve oteller inşa edilmiştir. 2000’lerde sürdürülebilir tasarım ilkelerine daha fazla vurgu yapılmış, sürdürülebilirlik ile ilgili programlar, lisans ve yüksek lisans düzeyinde açılmaya başlanmıştır. Ayrıca, tarihi alanların korunması ve kültürel mirasın yeniden değerlendirilmesi önem kazanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Aynı zamanda özellikle İstanbul’da kentsel dönüşüm başlamış, ancak genel olarak kentin dönüşümü yerine binaların dönüşümü olarak, tartışmalı bir iş olarak kamuoyu gündeminde kalmıştır. Kamu yapılarının Cumhuriyet mimarisine 2000’li yıllar sonrası katkısı hem olumlu hem de olumsuz eleştiriler almıştır. Bu sürece getirilen olumsuz eleştirilerin başında bazı yeni projelerin Osmanlı ve Selçuklu mimarisi etkilerinin yoğun bir şekilde görülüp, çağın gerekliliklerini yerine getiren özgün bir tasarım ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında olduğu gibi mimari bir dil oluşturamamasıdır.

 

 

 

 

 

 

 

 

2000’li yıllarla ile beraber dünyanın ve sermayenin globalleşmesi artık herkes için tüm dünyayı proje alanı hale getirmiştir. Bununla birlikte gelişmekte olan ülkeler sınıfının en parlak ülkelerinden biri olan Türkiye Cumhuriyeti’ne büyük bir sermaye akışı olmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

Tarih boyunca mimarlık her zaman sermaye ile birlikte hareket etmek zorunda kalmıştır. İyi mimarlık örneklerinin iyi sermaye sahiplerine bağlı olması da üzerine düşünülmesi gereken bir konudur. Bu sermaye akışı, başta İstanbul olmak üzere ülke genelinde zaten var olan ama daha da vahşileşen bir inşaat ekonomisine yol açmıştır. Bunun sonucu olarak ortaya iyi ve kötü olarak tartışılan birçok mimarlık örnekleri çıkmıştır. Küreselleşen diğer uzak doğu ülkelerinde görülenlerin bir benzeri Türkiye’de olmuş; gökdelenler, büyük iş merkezleri kurulmaya başlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

80’li yıllarda yapılan Mersin Ticaret Merkezi (Metropol)’nden sonra yapıldığı dönemde

 

 

 

 

 

 

 

 

Türkiye’nin en yüksek, Avrupa’nın da en yüksek dördüncü binası olan Istanbul Sapphire gibi birçok gökdelenler yapılmaya başlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İstanbul Sapphire (2011), Tabanlıoğlu Mimarlık

 

 

 

 

 

 

Doğan Tekeli ve Sami Sisa tarafından tasarlanan İş Kuleleri ve yeni nesil AVM projeleri gibi projeler; bölgenin, İstanbul’un silüetini ve çehresini değiştirmeye başlamıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İş Kuleleri (2000), Doğan Tekeli, Sisa Mimarlık

 

 

 

 

 

 

 

İstanbul’da bulunan Kanyon Alışveriş ve Yaşam Merkezi, alışveriş merkezi olarak modern ve sürdürülebilir tasarımı ile ilk dikkat çeken en önemli projelerdendir. Emre Arolat Mimarlık ve Tabanlıoğlu Mimarlık tarafından tasarlanan Zorlu Center gibi örnekler de görülmeye başlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Zorlu Center (2013),Tabanlıoğlu Mimarlık, Emre Arolat Mimarlık

 

 

 

 

 

 

 

Her ne kadar yapılamasa da 2005 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesinin Kartal ve Büyükçekmece’de yer alan gelişme alanlarında tasarım yarışmaları açmaları ve bu yarışmaları Zaha Hadid ve Ken Yeang’ın kazanması, bundan sonraki süreçte Türkiye’de yabancı mimarların, Cumhuriyet’in ilk yıllarından farklı olarak, ülkenin mimarisine katkıda bulunmasına örnek oldular.

 

 

 

 

 

 

 

2010’LAR:

 

 

 

 

 

 

 

2000’ler ile başlayan yeni yapılar, mimarlık çevrelerince hep tartışıldı. İstanbul’un sosyolojik yapısını, silüetini bozan, kentin dengelerini kaydıran işler olarak görüldü. Tarihi dokunun bozulduğu, bozulacağı ise her zaman ayrı bir tartışma konusu olmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

2010’lu yıllar sürekli tartışmaların odağında geçen bir 10 yıl olmuştur. Ülke çapında her tarafa yapılan havaalanları, stadyumlar, şehir hastaneleri, inşaat ekonomisini körüklemiştir. Kullanışlı olmayan, amacına hizmet etmeyen birçok yapı ülke envanterine katılmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

Bu tartışmalı yapılara katılan bir diğer yapı ise Galataport oldu. Denize yakın kamusal alanın bu tarz ticaret odaklı bir şekilde kullanılması, arkadaki tarihi silüetin önüne geçmesi gibi eleştirel konuların yanı sıra olumlu yorumlarda yapılmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Galataport (2015-2021), Tabanlıoğlu Mimarlık

 

 

 

 

 

 

1960’larda yaşanan Vedat Dalokay tasarımı caminin fazla modern bulunup iptal edilmesi olayı sadece 1960’larda kalmamış ve 2010’larda da benzer bir durum yaşanmıştır. Nevzat Sayın tasarımı Malatya Camisi fazla modern bulunduğu için yapımından vazgeçilmiştir. Ülkenin DNA’sına işlemiş bazı durumların, üzerinden 50 yıl geçse de tekrar edebildiğini görmekteyiz.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Malatya Camii (2012), Nevzat Sayın

 

 

 

 

 

 

 

Neyseki fazla modern bulunduğu için iptal edilmeyen sadece ülkemizde değil dünyada da çok ses getiren imalatı tamamlanmış başka bir modern camimiz var.

 

 

 

 

 

 

 

Emre Arolat tasarımı Sancaklar Camii: Bulunduğu yer ile tamamen uyum sağlayan, topografya ile ilişkisi kuvvetli bir yapı. Aynı zamanda ruhu olan bir mekan. Brüt beton ve taş kullanılarak yapılan yapı, 2013 yılında hizmete girmiş ve yenilikçi tasarımıyla birçok ödül almıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sancaklar Camii (2013), Emre Arolat

 

 

 

 

 

 

 

 

2010’ların en tartışmalı işlerinden biri olan İstanbul Havalimanı. İlk önce 3.havalimanı olarak duyurulan sonrasında İstanbul havalimanı olarak inşa edilen ve projesinden yapımına her zaman tartışmaların odağında olan mega proje. Tartışmaların çıktığı ilk nokta bulunduğu konum ile alakalı olmuştur. Yapılacak olan yerde yeşil dokuyu ve doğal dengeyi bozacağı kaygısı ön planda tutularak; mega bir proje yerine Atatürk havalimanının modernizasyonunun yapılıp kullanılması önerisi eleştirilerle birlikte gündemde tutulan bir çözüm olmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

Doğru yerde yapılmadığı, ÇED raporlarının ve çevre analizlerinin doğru verileri yansıtmadığı, rüzgarlı bir konumda olduğundan dolayı uçuş güvenliğinin de risk altında olduğu tartışılmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yapının ihale şekli ve devasa bütçeleri ise kamuoyu gündeminde ayrı bir tartışma konusu olmuş, iş kazalarıyla da tartışmalı bir yapım süreci geçirmiştir. Atatürk Havalimanı’na ek olarak gelmesi planlanan İstanbul Havalimanı, sonrasında Atatürk Havalimanı’nın kullanıma kapatılması ile tekrar tartışma konusu olmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

Tüm bunların yanı sıra trafik kontrol kulesi için uluslararası bir yarışma açılmış ve yarışmaya dünyaca ünlü birçok ofis katılmıştır. Yarışmaya katılanlar arasında Zaha Hadid, Moshe Safdie, Grimsaw-Nordic, Massimiliano Fuksas, Pininfarina-Aecom, RMJM Architects gibi ofisler arasından lale figüründen esinlenerek tasarlanan Pininfarina tasarımı kule, yarışmayı kazanmış ve uygulanmıştır. Sonrasında tasarımıyla birçok ödül almış bir tasarım olmuştur.

 

 

 

 

 

 

 

 

Yeni havalimanı tasarımında özellikle geleneksel mimari öğeleri ve motifleri sıkça görmekteyiz. Şöyle ki, üçüncü havalimanı projesinin mimarlık bürolarından Haptic’in CEO’su, ana binanın tonozlu tavanının ve kubbelerinin yapımında geleneksel mimariden ve Süleymaniye Camisi’nde esinlendiklerini belirtmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Trafik Kontrol Kulesi (2016), Pininfarina, AECOM

 

 

 

 

 

 

 

 

Mega projelerin yılı olan 2010’ların yine en tartışmalı projelerinden biri olan dönemin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın tabiriyle çılgın proje Kanal İstanbul. Gemi trafiğinde tonajlardaki artış, teknolojik gelişmeler sonucu gemi boyutlarının büyümesi ve özellikle akaryakıt ve benzeri diğer tehlikeli/zehirli maddeleri taşıyan gemi (tanker) geçişlerinin artması gibi nedenler ve İstanbul Boğazı’nda su yolu ulaşımını riske eden keskin dönüşler, kuvvetli akıntılar ve transit gemi trafiği ile dik kesişen kent içi deniz trafiği olması gerekçeleri ile İstanbul Boğazına alternatif bir geçiş koridoru planlanarak İstanbul’a bir kanal açılması önerisi gelmiştir.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu projeyi tartışmalı hale getiren konulardan ilki imar planı düzenlemeleri olmuştur. Şehrin nüfusunun artmasına sebep olacak bu proje ile birlikte İstanbul’da var olan bölgeler arası gelişmişlik düzeyi farklılığının derinleşmesine yol açacaktır. Projede orman alanları dikkate alınmamıştır. Yeni yerleşim yerleriyle birlikte kaybolan orman alanının 3000 hektarı bulabileceği söylenmektedir. Kesilen ağaçlar, orman dokusunun bütünlüğünü kaybetmesi, doğal niteliğinin bozulması ve burada barınan yaban hayatın da alanı terk etmesi demektir. Bu proje uluslararası bir anlaşma olan Montrö sözleşmesi kapsamında da tartışmaya açılmıştır. Montrö Antlaşması‘nın hala bize ve Karadeniz‘e sınır ülkelere sağladığı güvencenin, başta Rusya olmak üzere ortadan kalkacağı ve Türkiye gereksiz bir şekilde, ABD ve Rusya çatışmasının ortasında yer alacağı endişeleri mevcuttur. Bu projenin sosyal, çevresel, siyasi ve deprem etkileri açısından birçok problemler taşıdığı şekliyle proje rafa kalkmış durumdadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kanal İstanbul

 

 

 

 

 

 

 

Bütün bu tartışmalı mimarlık örneklerinin yanı sıra güzel gelişmeler de mevcuttur. Boğaziçi Üniversitesi Tarsus-Gözlükule Kazıları Tarih Araştırmaları Merkezi restorasyon alanında başarılı örneklerden olmuş ve ödül almıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tarsus Gözlükule Araştırma Merkezi (2017), Saadet Sayın

 

 

 

 

 

 

2020’LER:

 

 

 

 

 

 

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin işveren olarak bulunduğu, Doğu Kaptan’ın mimarlığında gerçekleşen Yerebatan Sarnıcı Restorasyonu gibi önemli ve etkili restorasyon örneklerinin devam ettiği görülmüştür

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yerebatan Sarnıcı (2012), İBB Miras, Doğu Kaptan

 

 

 

 

 

1950’lerde Hayati Tabanlıoğlu’nun son şeklini verdiği Atatürk Kültür Merkezi (AKM), 2017 yılında yeni bir proje ile tekrar tadilata alınmış ve bu sefer projeyi Hayati Tabanlıoğlu’nun oğlu Murat Tabanlıoğlu yürütmüştür.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Atatürk Kültür Merkezi (2021), Tabanlıoğlu Mimarlık

 

 

 

 

 

 

Ataşehir bölgesinde inşa edilen İstanbul Finans Merkezi projesi ile birlikte, İstanbul’un Anadolu Yakası’nda da 2000’lere ve 2010’lara benzeri bir dönüşümün yaşanması ve bu yakada da birçok gökdelenin inşa edilmesi beklenmektedir.

 

 

 

 

 

 

Bu dönemler özellikle Nevzat Sayın, Emre Arolat, Murat Tabanlıoğlu, Han Tümertekin Gökhan Avcıoğlu ve Erginoğlu&Çalışlar gibi star mimar olarak nitelendirilen şahıs tabanlı mimarlık ofislerinin dönemi olmuştur. Bu yıllarda yapılan bir diğer proje Çamlıca Radyo ve Televizyon Kulesi. 2011 yılında tüm radyo ve tv telekomünikasyon hizmetlerinin bir çatı altında toplanıp, İstanbul silüetini antenlerden arındırıp, kentin silüetine katkıda bulunacak tek bir kule yapılması amacıyla yarışma düzenlenmiştir. Tartışmalar daha yarışma ilan edilir edilmez başlamış, mimarlar odası meslektaşlarına yarışmaya katılmama tavsiyesinde bulunmuştur. Bu kulenin İstanbul’un silüetine, doğasına ve kültürel değerlerine vereceği tahribat gerekçe olarak gösterilmiştir. 34 projenin yarıştığı yarışmanın birinciliğini Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Yüksek Mimar İnanç Eray’ın başkanlığındaki mimarlık grubu kazanmıştır.

 

 

 

 

 

 

İkincilik ödülünü, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Dilek Topuz Erman’ın başkanlığındaki grubun projesi kazanmıştır.

 

 

 

 

 

 

Üçüncülük ödülüne, İstanbul Teknik Üniversitesi’nden Melike Altınışık’ın başkanlığındaki ekip layık görülmüş, tek bir parça bir yapı olan kulenin tasarımında lale çiçeğinden esinlenilmiştir. Proje ile ilgili tartışmaların başında Çamlıca’daki kulenin yerinin değiştirilmesi, sit alanı olduğu tartışmaları ve bütçesi gelmekte ancak asıl tartışma yaratan nokta yarışmanın 1. ve 2. ödül alanlarının değil 3. Ödülü alan tasarımın yapılmasına karar verilmesi oluyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Çamlıca Kulesi Yarışması 1. Ödül, İnan Eray ve Ekibi (solda), Çamlıca Kulesi Yarışması 2. Ödül, Dilek Topuz Derman ve Ekibi (ortada) Çamlıca Radyo ve TV Kulesi (2021), Melike Altınışık (sağda)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İstanbul Modern Müzesi bütün bu tartışmalar arasında, İstanbul Boğazı’na tüm sadeliği aynı zaman da tüm gösterişiyle yer alıyor. İstanbul’un tarihi Beyoğlu semtindeki İstanbul Modern Müzesi, Boğaziçi’nin batı yakasında, Sultanahmet Mahallesi’ne bakan sahilde yer almaktadır. Yeni bir bina, şu anda Galata Mahallesi’nin eski şehir sokakları ile mevcut liman kruvaziyer terminali arasında bulunan mevcut binanın yerini alan zemin katı gömme şeffaf cam cephenin üzerinde yükselen bir hacimdir. Biçimlendirilmiş metal panel cephe, Boğaz’ın ışık ve su yansımalarıyla oynayarak, güneşin hareketine bağlı olarak yapıya farklı bir görünüm ve canlılık kazandırmaktadır. Park tarafında yeşilliklerin gölgesi de cephede farklı desenler oluşturmaktadır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SONUÇ:

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Geçmişine ve bugününe baktığımız, gelecek ile ilgili fikir belirttiğimiz cumhuriyet için kaleme aldığım bu yazının sonunu cumhuriyetin devamlılığını sağlayacak olan çocuklara değinerek bitireceğim. Bir odanın, odanın içinde bulunduğu bir evin, evin içinde bulunduğu bir mahallenin, mahallenin içinde bulunduğu bir semtin, semtlerin birleşerek oluşturduğu bir şehrin, şehirlerin birleşerek oluşturduğu bir ülkenin, ülkelerin birleşerek oluşturduğu bir dünyada mimarinin önemi dünyanın kaderini belirleyecek unsurlardan biri olarak göz önünde bulunuyor. En küçük yapı biriminden hareket ederek bunu görüyoruz. Madem ki mimari, dünya için bu kadar önemli; günümüzde sıkça söylenen “Çocuklarımıza temiz dünya bırakmalıyız” söyleminden hareketle Doç.Dr.Fikret Okutucu’nun da dediği gibi şunu söylemeliyiz; çocuklarımıza temiz dünya bırakmak yerine, dünyaya temiz çocuklar bırakalım.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“İnsan kenti yaratır, kent döner insanı yaratır.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynak: www.gazeteduvar.com.tr

One Comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir