Deprem deyince, büyük bir deprem deyince, aklıma, şiddetli sarsıntıdan bir saat sonra başlayan ve birkaç ay süren bir an gelir. Evet, bir “an”dır, toplumların tarihindeki o birkaç aylık deprem günleri.

 

 

 

 

 

 

 

Biriktirilmiş değerler

 

 

 

Bütün öznelerin niteliği, anlık davranışlarda ortaya çıkıyor. “Normal” günlerde, hangi durumda nasıl bir tavır tercih etmeniz gerektiğini düşünerek yaşıyorsunuzdur. Kariyerinizde ilerlemek için işyerinde nasıl ilişkiler geliştirmelisiniz? Komşunuzla ileride sorun yaşamamak için bugünlerde nasıl bir iletişim kurmalısınız? Yıllarınız böyle, hesaplı kitaplı hareket ederek geçiyor olabilir. Ama bazen, “An Gelir”, diyor, Attilâ İlhan.

 

 

 

 

Paldır küldür yıkılır bulutlar

 

 

 

 

Gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet

 

 

 

 

Bazen, durup düşünmeye fırsatınız olmaz. Kimsenin görmediği bir yerde, aracınızla bir kişiye çarpmışsınızdır örneğin. Veya hemen tepki vermeniz gereken başka bir gelişme yaşanır. Güzel bir sürpriz, ani bir acı… Öyle bir an gelir ki, bilinçli bir karar vermeden hareket edersiniz. Adeta kendinizi dışarıdan izler gibi. Ne yapacağını merak ettiğiniz bir roman kahramanının hikâyesini okur gibi.

 

 

 

 

 

Aslında insanların en gerçek halleri böyle anlarda ortaya çıkıyordur. Refleks gibi ortaya çıkan anlık davranışlarınızda, önceki yıllar boyunca biriktirdiğiniz değerler belirleyici oluyordur. Belki pek de farkında olmadığınız değerleriniz. Böyle bir durumda, hiç de karşılaşmak istemediğiniz bir niteliğinizle yüz yüze gelebileceğiniz gibi, gurur duyulacak biçimde hareket ederken de izleyebilirsiniz kendinizi.

 

 

 

 

 

Toplumsal anlar

 

 

 

 

 

Toplumsal depremlerde de aynı durum geçerlidir. Bir gün, memlekette bir Gezi İsyanı patlayabilir. Bir emperyalist saldırı, ani gelişen bir ekonomik çöküntü, hızla gelişen bir salgın… Toplum böyle anlarda, yakın geçmişte ve öncesindeki yüzlerce yılda hangi değerleri biriktirmişse ona uygun davranacaktır. Birikmiş kültürel değerler, kriz günlerinde topluma telkinlerde bulunmaktan veya baskıyla yönlendirmeye çalışmaktan çok daha etkili olacaktır.

 

 

 

 

 

Yersarsıntıları da kuşkusuz, toplumlarda bir kriz dönemi biçiminde yaşanır. Sarsıntıdan hemen sonra başlayan birkaç aylık o toplumsal anda, o kültürün nitelikleri en saf biçimde ortaya çıkar. Bunu, insanlığın, hatta bütün canlıların ortak güdüleri olan sağ kalma çabasıyla veya en yakınlarını koruma isteğiyle karıştırmamak gerek. Asıl mesele, bu isteklerin ve çabaların nasıl belireceği.

 

 

 

 

 

 

Açıktır ki, İstanbul depreminde, bir dakikalık sarsıntı sırasında yaşanabilecek hasarlardan ve kayıplardan çok daha yaygın sorunlar ortaya çıkacak. İş çıkışında bile trafiğin kilitlendiği bir şehir bu. Son on yıllarda, herkesin başının çaresine bakması gerektiği yönünde görüşlerin empoze edildiği bir toplumsal dönüşüm yaşıyoruz. İnsanın değeri açısından en önemli ölçütün başarı kabul edildiği filmlerle, kitaplarla, o yüzeysel kişisel gelişim “öğretileri”yle uzun zamandır toplumsallığımız zehirleniyor. İnsanlık değerlerine bağlı ilkesel tavırlarla değil de çıkarsal tercihlerle yaşamak o kadar içselleşmiş durumda ki, öyle davrananlara rastlamak kimseye yadırgatıcı gelmiyor.

 

 

 

 

 

 

1980’lerden beri biriktirilen toplumsal değerlerin siyasal alandaki yansıması AKP; sanattaki yansıması arabesk; günlük hayattaki yansıması ise, “başarı”nın en önemli ölçüt kabul edilmesi. Bu gidişatı göz önüne alırsak, deprem günlerinde insanların çözümü, diğer depremzedelerle rekabet ederek arayacağını tahmin edebiliriz. Yardımlardan pay kapmak için kapışmalar, uygun çadıra yerleşmek için didişmeler, bir söylentiyi veya iftirayı sorgulamadan kalkışılacak linçler, yağmalar, yaşanacak salgınlar…

 

 

 

 

 

 

 

Yersarsıntısından sonraki haftalar ve aylar boyunca, insanlar temel gereksinimlerini nasıl sağlayacak? Ortak uydu anteni için bile komşusuyla anlaşıp birlikte hareket edemeyen bunca insan, o çadır kent koşuşlarında birbirine nasıl tahammül edecek? Nasıl dayanışma gösterecek? Örneğin, başka bir semtteki yakınını enkaz altından kurtarmaya gitmek doğru değil, herkes kendine en yakın enkaza koşmalı; böyle davranınca o uzak semtteki yakınımıza da sahip çıkacak bir toplum olarak hareket etmiş oluruz; bunu o günlerde insanlara anlatmak mümkün olabilir mi?

 

 

 

 

 

 

“Normal” günlerde otobüse binerken kendisinden önce gelenin önüne atlamayı marifet bilen bu insanların deprem günlerinde enkaz altındaki insanları kurtarmak yerine bileklerini kesip bileziklerini çalmayacaklarına veya ihtiyacı olmayanların yardımları kapıp stoklamayacaklarına nasıl güvenebiliriz? Kıtlık günlerinde birbirlerinin hakkına saygı göstermesini nasıl bekleyebiliriz?

 

 

 

 

 

 

 

Hazırlık günleri

 

 

 

 

 

 

 

Galiba, yıllardır her deprem sonrasında, beklenen büyük İstanbul depremini hatırlayıp tekrar tekrar konuşulan “depreme hazırlık” meselesinin en ihmal edilen yönü, işte bu kültürel hazırlık meselesi. Elbette binaların güçlendirilmesi, yeni yapıların sağlam inşa edilmesi, acil durum organizasyonun hazırlanması gibi yönleri var bu işin. Bunların arasında bir önem sıralaması anlamsız. Ama ihmal edildiği için, kültürel hazırlık başlığına dikkat çekmek, diğerlerinden daha önemli. Ne yazık ki bu alanda birkaç eğitimle, birkaç yazıyla veya kısa filmlerle falan gelişme sağlanabileceğini ummak hayalcilik olur.

 

 

 

 

 

 

Şu da bir gerçek, yozlaşmanın yayıldığı son birkaç on yıl, bir kültür açısından bakınca çok kısa bir süre. Bu süre, koskoca Anadolu kültürleri için, kriz anlarında ortaya çıkacak insanlık değerlerinde herhalde köklü bir dönüşüm yaratmaya yetmez.

 

 

 

 

 

 

 

Sonuçta, toplum, kendisini oluşturan bireylerin basitçe bir araya gelmesinden daha farklı, daha büyük bir özne. Yüzlerce, hatta binlerce yıllık birikimler, hatta insanlığın ortak mirası, olumlu ve olumsuz çeşitli özellikler… Elbette en yakın tarihli etkiler en belirleyici olanlardır ama bu büyük öznenin kriz anında nasıl tepki vereceğini tam olarak bilemeyiz.

 

 

 

 

 

 

Aslında, bu bilinçle, öyle bir amaçla olmasa da, günlük hayatımıza devam ederken yaptığımız her şey, buna hazırlanmak işlevi de görecek. Görüyor.
Öyleyse, her şeyden önce, bizler savunduğumuz değerlere uygun biçimde yaşayacağız. Daha güzel bir dünya için atılabilecek adımlara ve değerli ilişkilere tekrar tekrar örnekler yaratacağız. Sevdiklerimize zaman ayırmak, parayla alınamayacak güzellikler yaratmak da, dolaylı biçimde, deprem günlerinde ortaya çıkacak toplumsal değerleri biriktirmeye fayda edecektir. Ve elbette direnen, umut veren, güzellik yaratan sanata yöneleceğiz, yazarlarımızı, sanatçılarımızı destekleyeceğiz. Yaşar Kemal okuru olmanın hakkını vereceğiz; gerektiğinde, bir can için alçalmaya, insanları aldatmaya, çırpınmaya değmez diyeceğiz.

 

 

 

 

 

 

 

Belki bu arada, belediyeler, bazı vakıflar, dernekler kampanyalar düzenler; bulabildiğimiz her fırsatta, dünyayı kurtaracak güzellikler için uğraşmanın, aynı zamanda deprem günlerinde binlerce can kurtaracağını da anlatmaya çalışacağız.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kaynak: Birgün

2 Comments

  1. Her şey lafı-güzaf. İnsanlar kendi kaderine terk edildi ve artık bunu söyleyecek halleri yok. Zira herkes yoksulluk içinde, günü kurtarmaktan hayatlarını kurtarmaya fırsat bulamıyorlar.

  2. Deprem zaten bizde BEKLENEN şeydir, önlem almak, risk azaltmak falan bunlar batılıların uğraştığı şeyler. Biz de beklerisin gelir sonra bilahare devlet elini uzatır falan.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir