“Kentsel dönüşüm” yani yıkım, adliye vb. yönetsel yapılarla birlikte “Sarı Bina”nın da içinde bulunduğu 40 dönümlük genişçe bir alanı kapsıyor. Buraya park yapılacağı söyleniyor. Ama bu işin parkla kalmayacağını, sonunda buranın yeni inşaatlarla yerel bir “külliye”ye dönüşebileceğini tahmin edebilirsiniz.

 

 

 

 

 

 

 

Yaşadığımız güncel sorunların yanında “Sarı Bina”nın durumu başta Kahramanmaraşlılar olmak üzere insanlarımızı ve bu arada mimarlarımızı ne kadar ilgilendirir, bilmiyorum. Ama biraz irdeleyince göz ardı edilecek bir konu olmadığını görüyorsunuz. Tekil bir olay olarak düşünmeyin, genel “gidişatımızı” yansıtan bir “örnek olay” olarak değerlendirilecek yanları var. Binanın serüveni, iktidarların “yıkarak yapmak” tutkusunun bir örneği. Bunun yanı sıra mimarlık kültürümüz açısından da önem taşıyor.

 

 

 

“Yıkarak yapmak” deyince aklınıza uzun soluklu mimarlık eleştirmenlerimizden Uğur Tanyeli‘nin aynı adı verdiği kitabı gelmesin. Tanyeli o deyimi, kuramsal bağlamda ve “ezber bozma” gibi bir anlamda kullanıyor. Eğer yine de mimarlıkla bir bağ kurmak istiyorsanız, mimarlık tarihinde uluslararası bir yere sahip İstanbullu hemşerimiz Spiro Kostof’un “Majesteleri Kazma – Yıkımın Estetiği” başlıklı makalesini tavsiye ederim. (Makalenin çevirisi Mimarlık dergisinin 1983/10 sayısında yayınlanmış.)

 

 

 

“Sarı Bina”, 1990’larda mimarlar Haldun Sunal ve Arif Nafiz Aköz tarafından tasarlanan ve kentin merkezine inşa edilen “Kahramanmaraş Özel İdare İş Merkezi.” Bu kadar uzun isim olur mu? Kahramanmaraşlılar uygun adı bulmuşlar, iyice göze çarpan renginden dolayı “Sarı Bina” demişler. Bence sadece bu adlandırma bile kent halkının yapıyı kabullendiğini, olumlu veya olumsuz yanlarıyla yapının kent belleğinde yer edindiğini gösteriyor.

 

 

Ama herkes aynı görüşte değil. Yapımının üzerinden neredeyse 30 yıl geçtikten sonra “Sarı Bina”yı kent belleğinden silmek, 19 katlı binayı ortadan kaldırmak isteyenler yoğun bir kampanya başlatmışlar. Yazılı basında ve sosyal medyada, kentin genel dokusu ile bağdaşmadığını, aykırı durduğunu, işlevsel olmadığını söyleyen haberler yaygınlaşmış. Bu yönde bir kamuoyu oluşturulmaya çalışılmış.

 

 

Söz konusu olumsuz değerlendirmeleri uzman birileri mi yapıyor? Hayır. Örneğin neye dayanarak binayı “Dünyanın en saçma binası” diyerek yaftalıyorlar? Her şeyi Google’dan öğreniyoruz ya, “Dünyanın en saçma binası” diye arattırdığınızda karşınıza “Sarı Bina” çıkıyormuş. Anlaşılan internet ortamını kullanan birileri “hashtag” filan diye böyle nitelemeler yapmış, sonra da Google’dan aldıkları yanıtları bu nitelemelerini doğrulayan kanıtlar olarak kullanmaya çalışıyorlar. “Binanın kötü şöhreti dünyaya mal oldu” diyorlar.

 

 

 

 

Başkan müjdeyi veriyor

 

 

 

Sonunda geçen haziran ayında Kahramanmaraş Belediye Başkanı müjdeyi verir. Kesin karar alınmıştır, “Sarı Bina”nın yıkımına Kurban Bayramında başlanacaktır. Neden yıkım için öyle bir tarih belirlenmiş? Belki “kurban kesme ” ile “bir binayı yıkarak yok etme” arasında bir analoji kurulabilir (!).

 

 

Belediye başkanı özetle şöyle demiş: “Çok uzun süreli bir çalışma yaptık… Kent kamuoyunda binanın yıkılması konusunda fikir birliği oluştu. Bunun üzerine Çevre ve Şehircilik Bakanlığımız ile çalıştık. Bakanlığımız burayı kentsel dönüşüm bölgesi ilan etti.” Kentsel dönüşüm denilince akan sular durur. Artık yıkım için gerekli yasal dayanak bulunmuştur.

 

 

Binanın yıkılmasını öngören çalışmalar kimlerle, hangi uzmanlarla yapıldı? Sonunda herkesin görebileceği yazılı bir rapor haline geldi mi? Kamuoyunda yıkım konusunda fikir birliği oluştuğu sonucuna nasıl varmış belediye başkanı? Bilinmiyor, bu söylenenlerin somut bir dayanağı yok.

 

 

 

“Kentsel dönüşüm” yani yıkım, adliye vb. yönetsel yapılarla birlikte “Sarı Bina”nın da içinde bulunduğu 40 dönümlük genişçe bir alanı kapsıyor. Buraya park yapılacağı söyleniyor. Ama bu işin parkla kalmayacağını, sonunda buranın yeni inşaatlarla yerel bir “külliye”ye dönüşebileceğini tahmin edebilirsiniz.

 

 

 

Belediye başkanı binanın yıkımının bedavaya geleceğini, hatta üste para alacaklarını eklemiş. Doğru, yıkım işini yapanlar para almazlar, çıkan enkazın satışından elde edecekleri gelire karşılık bir miktar para da verirler. Ama bu para, yıkılan binanın ilk inşaat maliyetinin yanında dikkate alınmayacak kadar küçük bir rakamdır. Hele “Sarı Bina” gibi özellikleri olan bir binanın yüksek yapım maliyeti düşünüldüğünde, enkaz bedelinin lafı bile edilmez.

 

 

 

‘Yıkılmasın’ diyenler de var

 

 

Yerel basında yer alan yazılara baktığınızda belediye başkanın yıkım kararına karşı çıkanların da olduğunu görüyorsunuz. Yani o “kamuoyunda görüş birliği oluştu” lafı havada kalıyor. “Sarı Binayı Neden Yıkmak İstiyorsunuz?” başlıklı bir yazıda (1) özetle şöyle deniliyor:

 

 

“Kentsel dönüşüm adı altında yeni binalar da yıkılır oldu… Başkanımız neden birden bire Sarı Binaya odaklandı? Oysa yıkılması ve dönüştürülmesi gereken o kadar çok ve öncelikli yer var ki… Sarı Bina neden yıkılmak isteniyor? Dünyanın en saçma binası olduğu için mi? Dünyanın en saçma binasının bizde olmasının ne mahsuru var? Çirkin bir görüntü oluşturduğu için mi? Binevler’deki on üç katlı bina ile yan yana duran üç ya da yedi katlı binalar daha mı güzel? Ölçüsüz, dengesiz binlerce bina varken neden en sağlam ve dayanıklı binayı yıkmaya odaklandık?”

 

 

 

Yazar “Dünyanın en saçma binası” yakıştırmasının yerel basından kaynaklandığını hatırlatarak, “Bunun ne sakıncası var. Varsın dünyanın en saçma binası Kahramanmaraş’ta olsun” diyor. Eyfel Kulesi ilk yapıldığında gelen tepkilere değinerek “Sarı Bina”nın turistik açıdan değerlendirilebileceğini ekliyor. Hatta binada bu amaçla yapılabileceklere örnekler veriyor.

 

 

Yerel basındaki bu yazının yanında, artıgerçek haber sitesinde, belediye başkanının yıkım müjdesini verdiği gün yayınlanan “Dünyanın En Saçma Binasının Yıkım Tarihi Belli Oldu” başlıklı haberi (2) yadırgadım doğrusu. Yayınlarını ilgiyle izlediğim sitede yer alan söz konusu haberdeki anlatım, binaya karşı girişilen yargısız infazı tartışmasız destekler yönde olmuş. Muhtemelen fazla düşünülmeden yapılmış bir “kopyala yapıştır” işi diye düşündüm.

 

 

Mimarlar ne diyor?

 

 

Bu arada kimsenin aklına binanın müellifi olan mimarlara danışmak, onların görüşünü almak gelmiyor. Anlaşılan o mimarlar da konudan iyice uzaklaşmışlar, bir şey demiyorlar. Oysa zamanında tasarladıkları önemli yapılarla bilinen isimler. Özellikle Haldun Sunal, daha 1970’lerden başlayarak çoğu proje yarışmasında adını duyurmuştur.

 

 

Bir binada yapılabilecek değişiklikler için proje müellifi mimarın olurunu almak gerekir. Mimarların tasarladıkları yapı üzerideki hakları Telif Hakları Yasası ile güvenceye alınmıştır. Dolayısıyla özellikle “Sarı Bina”nın işlevsel açıdan elden geçirilmesi halinde, bu işin ilk tasarımını yapan mimarlar veya onların uygun göreceği bir mimar tarafından projelendirilmesi gerekir. Öncelikle bu yolun denenmesi doğru olacaktır. En azından bugün binaya getirilen eleştirilere karşı müelliflerinin görüşleri alınmalı.

 

 

Mimar ve tasarladığı yapı arasındaki hukuki ilişkide ilginç bir noktaya da değinelim. Yapılacak değişiklikler için mimarın oluru gerekir, ama yıkım için böyle bir şey söz konusu değil. Mal sizin değil mi, yıkar tümüyle ortadan kaldırabilirsiniz. Kuşkusuz bina bir kamu malı olunca sizi bağlayan çok daha farklı hukuki düzenlemeleri dikkate almak zorundasınız.

 

 

Mimarlar Odası Kahramanmaraş Şubesi, “Sarı Bina” ile yakından ilgileniyor. Şube Başkanı Yunus Emre Kaçamaz, düzenlediği bir basın toplantısında binanın, getirilebilecek yeni işlevler dikkate alınarak “dönüştürülmesini” önermiş. İyi bir tasarımla bunun yapılabileceğini, eğer teknik nedenlerle binanın istenilen kullanıma uyarlanması mümkün değilse ancak o zaman son çözüm olarak yıkımın düşünülebileceğini söylemiş. Kaçamaz, önerileri doğrultusunda yapılacak çalışmalara katkıda bulunmaya hazır olduklarını belirtmiş.

 

 

 

Şube, “Sarı Bina”nın kaderine ilişkin bir de anket düzenlemiş. Kentteki mimarlarla birlikte diğer kent sakinlerine, bina yıkılsın mı, yıkılmasın mı diye görüşleri sorulmuş. Katılım sınırlı sayıda kalmış, ama ilginç yanıtlar gelmiş. Anket sonuçlarının daha da ilginç yanı, katılanların yarısı yıkılmalı derken, diğer yarısı ise yıkıma karşı çıkmış.

 

 

 

Postmodernizmin etkileri

 

 

 

“Sarı Bina” için ilk bakışta söylenecek söz, binanın 1980 sonrası ülkemizde de etkisini gösteren postmodern mimarlık akımının çok belirgin bir örneği olduğu. Postmodern akım, geçen yüzyıla damgasını vuran, rasyonel temellere dayanan modern mimarlığa tepki olarak ortaya çıkmıştır. Dönemin düşün ve siyaset dünyasındaki gelişmelerle paralellikler taşır. Özetle, Batı ülkelerinde rasyonellikten bıkanların yarattığı, hesaba kitaba dayanmayan bir mimarlık anlayışıdır. Oldum olası Batı’da üretilen mimarlığı yakından izleyen mimarlarımız arasında da etkili olmuştur.

 

 

Aydan Balamir, “Mimari Kimlik Temrinleri” başlıklı makalesinde, 1980 yıllarında ülkemizdeki koşulların esasen postmodernizme elverişli bir ortam oluşturduğuna işaret ederek şöyle diyor:

 

 

“Eğer postmodern akım Batı’da ortaya çıkmamış olsaydı, Türkiye’den doğması pek muhtemeldi! Müteahhit ve teknokrat modernizminin stereotipleri mimarlığın coşkusunu öylesine söndürmüştü ki, mimarlar yeniden parlamak için kıvılcım ateşi bekler olmuşlardı.” (Mimarlık dergisi, sayı 314, 2003)

 

 

Balamir, bizdeki postmodern uygulamalara getirdiği eleştirilerinde yapılanları; modernizmin ahlaki kurallarından kopuş, kolaj, montaj ve yeni anıtsallık olarak niteliyor, “aynalı kaporta” mimarlığı deyimini kullanıyor. Yerel “Hi-Tech” örneklerinin ortaya çıktığını, “Hi-Class” bir metropol taşrası yaratıldığını ve tasarımlarda imaja öncelik verildiğini vurgulayarak şu değerlendirmeyi yapıyor:

 

“Dünya mimarlığında ‘yüksek teknoloji’ ile yaratılan yenilikçi mimarlık dilleri ile ‘yüksek sınıf’ imgelemi yaratmaya yarayan gelenekçi diller, yapı paletinin iki ucunu oluşturur. Türkiye’nin çağdaş yapı pratiğinde de benzer bir çeşitlenme gözleniyor; ancak paletin yüksek teknoloji ucu da diğer uç kadar imaj ağırlıklı olabilmekte.”

 

 

 

Postmodernizmin ironik bir eleştirisini, Türkiye’de rasyonel mimarlığın en iyi örneklerini tasarlamış olan Aydın Boysan‘ın 1998 yılında Mimarlık dergisinde yayınlanan iki makalesinde bulabilirsiniz. O yıl Ankara ve İstanbul’da yapılan ANY (Architecture New York) toplantılarına katılan uluslararası üne sahip mimarların söylediklerini “Mimarlık ve Show” ve “Asıl Konudan Kaçış” yazılarında, kendisine özgü üslubuyla alabildiğine eleştirmiştir. (Mimarlık dergisi, sayı 282 ve 283, 1998)

 

 

 

Aydın Boysan, Eisenman‘ın “Benim yapıtlarım, yirmi yıl içinde yok olmalı. Olmazsa üzülürüm, çünkü kalmaları gerekmiyor” sözüne dikkati çekiyor. Mimarlığın tüketim toplumuna uyarlanmış hali diyebileceğimiz bu görüş acaba “Sarı Bina” için de geçerli olabilir mi?

 

 

 

Kısmen tüketim toplumunun özelliklerini taşımıyor değiliz, ama herhalde Eisenman’ı haklı çıkaracak aşamaya henüz ulaşmadık (!). Hele savaş sonrası yılların yoklukları içinde büyümüş, planlı kalkınma döneminde eğitim almış kuşakların böylesine “müsrif” bir mimarlık anlayışını kabullenmesi pek mümkün değil.

 

 

Zaten postmodern mimarlık rüzgârı da geldi geçti denilebilir, ama günümüz mimarlık ve inşaat politikalarının toplumsal açıdan rasyonellikten uzak olduğu, çoğu uygulamada kamu yararının gözetilmediği ayrıca tartışılması gereken önemde bir gerçek. “Sarı Bina”nın serüvenini böyle bir bağlamda değerlendirmek doğru olur.

 

 

 

Sarı Binanın geleceği

 

 

 

Bu Kurban Bayramını atlattık, “Sarı Bina” yıkılmadı. Son durumunu soruşturduğumda, binanın bütünüyle boşaltılmış olduğunu, zemin katının gelişi güzel kullanıldığını söylediler. Bina kaderine terk edilmiş gibi. Hatta bir gazete haberine göre, binaya hırsızlar dadanmış, binadan söktüğü öteberiyi götürürken yakalananlar olmuş.

 

 

Gelin “Sarı Bina”yı kısa yoldan, Efesli Vitruvius‘un iki bin yıl önce yazdığı “Mimarlık Üzerine 10 Kitap”ta sözünü ettiği ünlü üç ölçüte göre gözden geçirelim. Vitrivius, bir binada bulunması gerekli üç temel özelliğin; “sağlamlık”, “kullanışlılık” ve “estetik” (firmitas/utilitas/venustas) olduğunu söylemiş.

 

 

“Sarı Bina”nın sağlamlığından kimse kuşku duymuyor. Kullanışlılık açısından sorunları var, ama bunları sanırım yıkmadan gidermek mümkün. İşin estetik yanına gelince sıradan bir yanıt verelim; “Zevkler ve renkler tartışılmaz” diyelim. Sizin beğenmediğiniz bir yapıyı başkası göklere çıkarabilir.

 

 

“Sarı Bina” yapıldığı dönemin iddialı mimarlık yaklaşımını çok iyi yansıtan ikonik bir yapı. Elden geçirilerek, yeni işlevler kazandırılarak korunabilir. Kentin bir zenginliğidir. Bırakın o yapacağınız 40 dönümlük kent parkının yüzde 5’i gibi bir alana oturan yapı köşesinde dursun. Kent halkı yine o binaya göre adres tarif etsin, o binanın önünde buluşmak üzere sözleşsin.

 

 

 

Arif Şentek

Kaynak : bianet.org

2 Comments

  1. Aydan hocanın söylediği gibi müteahhit ve yönetici kesimi, şunu yap bunu yapma diye hakikaten mimarın içindeki ateşi söndürmüşlerdir. Mimar kamuya ya da müteahhite iş yapıyorsa resmen içinden gelmeyerek yapıyor. Sonra da fırsatını bulunca kendini göstermek için bu defa da anıtsal, göze batıcı bir şey yaratmak istiyor. Sarı bina bence bir dönem binası.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir