Desantralizasyon korkulacak bir şey midir / Korhan Gümüş - MİMDAP
Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
Desantralizasyon korkulacak bir şey midir / Korhan Gümüş
Share 4 Ocak 2016

Yönetimin desantralizasyonu”ndan ne anlıyoruz, bu meseleyi tartışmamız lazım. Eğer bağımsız bir ulus-devlet kurulması anlaşılıyorsa, o bu yazının dışında, ayrı bir tartışma konusu. Yerel hizmetlerin yerinden yönetimi anlaşılıyorsa, bunun halkı siyasetin nesnesi değil, öznesi hâline getirmeyi amaçlayan “Sivil Anayasa”nın temeli olduğunu kaydetmek gerekiyor.

 

 

 

 

 

Merkeziyetçi yönetim anlayışı yüzünden yerel yönetimler de katılımcı ve yaratıcı olamıyor, politika geliştiremiyor. Şöyle bir düşünün: Bir şehirde aynı kamu işlevi için 20 tane kurum bulunsun, ama hesap verebilir şekilde yöneten bir tek otorite bulunmasın. Merkezî yönetimlerin rakip, tepeden belirleyici değil, kapasite geliştirici, düzenleyici işlevleri olmalı. Yerelleşmeden anlaşılan yerel kamu hizmetlerinin yerel otoriteye bağlı olması, kamu görevlilerinin yerel otoriteye karşı sorumlu olması. Bildiğim kadarıyla demokratik ülkelerde çok aktörlü yerel örgütler bulunuyor. Bunlar yalnızca bir konu üzerinde değil, çok öncelikli (eğitim, imar, kültür mirasının korunması, istihdam yapısının geliştirilmesi, yaratıcı endüstrilere alan açılması… gibi) işlevleri yöneten yerel örgütler. Genellikle şehirlerde bir yönlendirici karar organı, yerel bir parlamento yetkili. Karar organına farklı kamu yararı kavramlarını temsil eden aktörler (yerel halk temsilcileri, ticaret odası, sanayi odası, meslek kuruluşları) katılıyor. Yerel yönetimler ise kamu işlevlerini bağımsız kuruluşlar, profesyonellerden hizmet alarak geliştiren, halkın onayına sunan, katılım alanını genişleten çok disiplinli icra organları.

 

 

Bu tartışmaya Recep Tayyip Erdoğan’ın bulunduğu bir toplantıda yapılan konuşmalardan örnek vermek istiyorum: 2011 yılında TOKİ’nin evsahipliğinde düzenlenen Konut Kurultayı’nın özel davetli konuşmacısı “küresel kent” üzerinde yaptığı çalışmalarla tanınan Columbia Üniversitesi sosyoloji profesörlerindenSaskia Sassen’di. Sassen “kendisine TOKİ’nin gerçekleştirdiği konutların gezdirildiğini, gördüğü manzaranın ürkütücü olduğunu” söyleyerek başlamıştı, konuşmasına. Yerleşim politikalarının bütün boyutlarıyla birlikte düşünülmesi, “kentselleştirilmesi” gerektiğinin altını çizmişti. Sassen’den sonra kurultayın açılış konuşmasını yapan Erdoğan ise getirilen eleştiri ve önerileri mutlaka değerlendireceklerini, bu tür toplantıların politikaları yenilemek için bir fırsat olduğunu, bunun için dünyadan tanınmış uzmanların davet edildiğini, kurultayın TOKİ için bir “dönüm noktası” oluşturacağını belirtmişti.

 

 

Önce Sassen’in TOKİ için eksikliğinin altını çizdiği “kentselleştirme” kavramı ile neyi kastettiğine bakalım: Sassen konuşmasında refah ve yaşam kalitesinin gelişmesi için çokboyutlu yerel yönetim deneyimlerine ihtiyaç olduğunu söylemişti. Sassen önemli bir politik soruna işaret ediyordu. Merkeziyetçi politikalar şehirleri araçsallaştırıyor, bir taraftan toplumu tasarlama idealleri üzerine kurulmuş ulus-devlet ideolojisi krizlerle, çatışmalarla yıkımlara yol açarken, diğer taraftan tamamen para kazanmaktan başka bir önceliği olmayan piyasa güçleri tarafından ele geçiriliyor. Merkeziyetçi devlet örgütlenmesi 19. yüzyılda modernleşen askerî kurumlardan devşirilme yönetim teknikleri üzerine kurulu. Başlangıçta bu tür tekniklerle şehirlere yapılan müdahaleler sorgulanmıyordu. Çünkü kamu yönetimlerinin işlevleri istimlakler yapmak, boru döşemek, yollar açmak, güvenlik sağlamak, çöp toplamak ile sınırlı faaliyetlerdi. Yöneticiler ve uzmanlar “akıl ve bilim ışığında” şehirliler için neyin gerekli olduğuna tepeden kendileri karar veriyorlardı. Belediyeler ise devletin imar işlerinden sorumlu şubeleri gibiydiler. Günümüzde ise farklı kamu yararı kavramlarının temsil edildiği bir dönemde merkeziyetçi yönetim anlayışı iki matris üzerinde çalışıyor: Toplumu tasarlama ideallerinin sürekli kriz ve çatışma yarattığı bir dönemde, geri çekilmiş gibi yaparak dokunulmazlık kazanıyor. Diğer tarafta çıkardan başka hiçbir önceliğin, politikanın olmadığı bir gidişe teslim oluyor. Kamu işlevleri tersine dönüyor, koruma kavramı bile şehri piyasa güçleri tarafından işgal edilmeye hazır “kentsel olmayan” (non-urban) bir boşluk hâline getiriyor.

 

 

Kentselleştirme” kavramı ise kamu işlevlerini kendi başına değil, çokboyutlu bir ilişki içinde tanımlama ihtiyacına işaret ediyor. Çünkü şehirler bir ağ mantığı içinde işliyor. Teknokratik “üst-diller” ise bu ağ mantığı ile çalışan sistemi dar bir açıdan temsil ediyor. Şehri “seksiyonlaşmış bir kamu zekâsı üreterek, uzmanlar tarafından düzenlenebilecek bir nesne olarak görüyor. Bu nedenle, örneğin alınan bir ulaşım kararı, bir köprü inşaatı, bir bölgedeki istihdam yapısı, arazi fiyatları, çevre… her şeyi etkiliyor. Yönetimler bunun farkında oldukları için genellikle informel işleyişlere yöneliyorlar. Bu da yönetimlerin şehre araçsallaştırıcı bir şekilde yaklaşmalarına, politika geliştirememelerine, yolsuzluklara neden oluyor. Günümüzde teknokratik planlama ve yönetim modellerinin yerini bağımsız kurumların katılımını sağlayan, gelişmeyi düzenleyen ve farklı öncelikleri birbiriyle ilişkilendiren çokboyutlu yönetim modelleri almış durumda. Böyle bir deneyimin olmadığı koşullarda kentleşmeden konut siloları, ulaşımdan şehrin tarihî merkezine otoyol kavşakları inşa ettirmek anlaşılıyor. Şehrin bu gidişini tersine çevirebilecek en önemli deneyimler ise yereli bir özne olarak keşfetmeye, dinamiklerini harekete geçirmeye dayanan katılımcı yöntemler. Demokratik ülkelerde bu tür yapılar siyasal deneyimler içinde kendiliğinden oluşmuş durumda.

 

 

Sonuç: Yerelleşme, “desantralizasyon” korkulacak bir şey midir? Bir bakıma evet, bir bakıma hayır. Evet, devlet gücünü kullanarak kendisine ayrıcalık yaratan kesimler için korkulacak bir şeydir. Çünkü keyfî yönetim ve ayrıcalıkların kollanması zorlaşır. Hayır, toplulukların kendi gelecekleri üzerinde söz sahibi olması için demokratik bir yönetimin zorunlu koşuludur. Eğer yerelleşme gerçekleşirse yolsuzluk, yağma, yıkım sona erer, toplumsal refah gelişir.

 

 

Kaynak : Taraf

2 Yorum
  1. Tayyibin laflarında bir tutarlılık arayarak oradan da desantralizasyon için zemin arıyorsanız bu rasyonel mantık için geçerlidir. Eklektik, günübirlik çıkarlar için ilkesiz davrananlardan bir şey beklenemez.

    selim ünügür | 5 Ocak 2016

  2. TOKİ yüz metre kanal koyan yüzelli çıkarsa kendisi elli çıkarsa müteahitin sevindiği tuhaf bir proje anlayışı olan, yandaşa bal, taşarona ölüm, kentler için felaket, devlet eliyle bedava arsaya, hazineden finansmanlı konut yapan bir kuruluş. Ondan hayır beklemek mümkün değil. Desantralizasyonu kalaşnikoflu bir örgütün istemesi onun olmaması için ülkeyi kesin kararlı olmaya zorlamaktır. Başka bir şey değil.

    Ali Erbilli | 6 Ocak 2016


Yorum yazmak için


  Avustralya’nın Melbourne kentindeki Penleigh ve Essendon Gramer Okulu’ndaki (PEGS) Müzik Merkezi, McBride Charles Ryan’ın (MCR) PEGS Kampüsleri genelindeki bir dizi girişiminin bir parçasıdır. 

Copyright © 2024 All Rights Reserved | Mimdap.org