Mezopotamya’nın ‘Taşkent’i: Mardin - MİMDAP
Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
Mezopotamya’nın ‘Taşkent’i: Mardin
Share 25 Haziran 2010

Mardin’in pırıltısı bir sihirli değnekle dökülüyordu kalesinden aşağı. Ab(ba)ra Kadabra diyordu sihir tutsun diye… “Maridin” tarihe geçmişti ilk resmi Bienali ile…

Mimar Heval Zeliha Yüksel

mardin-1

mardin-2

Doğup büyüdüğüm topraklardan çıktığımda çocuktum… 20 yıl sonra yine bir Güneydoğu şehrindeyim… Kendi topraklarıma uzaklardan gelenlerle, yabancılar gibi dönmüş oldum… Mardin’e; doğunun ‘Taşkent’ine geldim Bienal için… Her şey hem tanıdık, hem bir o kadar yabancı.

mardin-4

Mardin’in pırıltısı bir sihirli değnekle dökülüyordu kalesinden aşağı. Ab(ba)ra Kadabra diyordu sihir tutsun diye… “Maridin” tarihe geçmişti ilk resmi Bienali ile…

mardin-3

Geçtiğimiz yılın Ekim ayında bir ön açılış sergisi olarak düzenlenen ‘Davetinizi Aldım, Teşekkürler!’ adlı uluslararası serginin ardından, Mardin’de üstü yapı olan dar sokaklara geçit veren kadim mimariden; ‘Abbara’lardan adını alan “Abbarakadabra” 1. Mardin Bienali başladı. Küratörlüğünü Döne Otyam’ın yaptığı Mezopotamya’nın sanat etkinliği çok sayıda Türk ve yabancı 61 sanatçının eserini yöre halkı ile buluşturuyor.

mardin-5

Şurası bir gerçek ki Mardin Bienali’nin eserleri kadar mekânları da etkileyiciydi. Mekânlar, tarihleriyle şahit oldukları onlarca uygarlığın kentin katmanlarına gizlenen çoğulcu din anlayışının izlerini taşıyarak çok şey anlatırlarken, eserler de kendi hikâyelerini kentin geçmişi ile birleştiriyorlardı.

mardin-6

Belki de bu yüzden büyük kentlerin stilize galerileri içinde anlamakta zorlandığımız birçok “şey” burada bulundukları yerin gerçekliği içinde kendi gerçeklikleri ile ortaya çıkabilmişlerdi. Bu durum, çağdaş sanat ile günlük hayat arasındaki kopukluğun giderilmesi için önemli bir adım. Bu adımın en önemli yanı, sanatın “sokaktaki adam” için de anlamlı, ilgi çekici, tanıdık olabileceğini anlatması. Dünyanın birçok yerinde yeni müze yapıları sergilenecek olan en önemli sanat eseri edasıyla rol çalarken, Mardin’in görkemli yapıları bulundukları çevrenin bir parçası ve sergilenen sanatın da abartısız mekânları olarak görülüyordu. Kendi hayatlarının olanca ağırlığına rağmen usulca kenara çekilip işlerin okunmasına engel olmuyorlardı.

mardin-7

mardin-8

“İş”ler de bulundukları yerden memnun görünüyordu. Böylelikle sanat sadece seyirlik olmaktan çıkıp, duyusal ilişki üzerinden geliştirilmiş, derin bir duygusal ilişkiye dönüşebilmişti. Mardin Bienali’nin başarısı bu olmalı.

Kasımiye Medresesi, Zinciriye Medresesi, Mardin Kent Müzesi ve Tokmakçılar Konağı eserlere ev sahipliği yaparken, Mezopotamya Ovası göz alabildiğine sarısıyla kucaklamıştı uzaklardan gelenleri kavurucu sıcağıyla…

Abbaralar:

mardin-9

Sokakla evin, kamusal alan ile özel alanın bir arada olduğu altı sokak üstü ev (veya ev geçişi olan) serin yapılara verilen isim Abbara. Kapı-altı ya da oda-altı manasına geliyor. Bienale ismini veren, dar sokakların üst geçişleri olan Abbaralar, Mardin’in şehir dokusunun en önemli noktalarını oluşturuyorlar.

Zinciriye (Sultan İsa) Medresesi:
14’üncü yüzyılda şehrin yükseklerinde kurulmuş, kapısındaki taş işçiliği ile meşhur, Artuklu mimarisine örnek medrese, iki avlulu ve iki katlı olup, dilimli kubbeleriyle uzaktan dikkati çekiyor. İyi bir restorasyon görmüş yapıda yaşam suyun çıkış ve bitişleri ile anlatıldığı havuzlarla doğum-ölüm tasvir edilmiş.

mardin-10

Sanatçı Canan Dağdelen, medresenin göbeğinde, doğum-ölüm havuzunun ortasına Göbek adını verdiği aynasıyla dikkat çekerken, aynı avludaki Ferhat Özgür’e ait ‘Azizler’ isimli ışık insanları da görülmeye değerdi.

Kasımiye Medresesi:
Açılışın yapıldığı Kasımiye Medresesi şehrin güneyinde, Mezopotamya Ovası’na hâkim konumuyla, açık avlulu, tek veya iki eyvanlı şemaya bağlı olarak inşa edilmiş iki katlı bir yapı. Medreselerin açık avlulu örneklerini ilk defa Artuklu döneminde görmekteyiz. Cephede çok iyi işlenmiş bir taş kapı, ardında avlu ve avlu çevresine sardırılan odalardan oluşur. Dilimli tek kubbeli cami, iki kat boyunca devam ediyor. Cihangir Bey’in oğlu Kasım adına 15’inci yüzyılda yapılan Artuklu mimari tarzındaki külliyenin avlusunda bulunan çeşme, su ile insan yaşamı arasında kurulan ilişkiye bir örnek olarak bilinir. Çeşmeden akan suyun çıkış kısmı ana rahmine benzediği için doğumu, döküldüğü yer çocukluğu ve gençliği, sonraki ince uzun bölüm olgunluk ve yaşlılık çağını temsil eder. Büyük bir havuzda biriken su da ölümü anlatır. Bu su, havuzdan kanallarla büyük bir ovaya ulaştırılır. Belki de toprağa geri döneceğimiz ve muhtelif yaşam formlarında tekrar doğacağımız anlatılır. Kim bilir?

mardin-11

Mardinli kadınlardan oluşan ekibi ile Nezaket Ekici bu havuzlara akıtılan sularla, doğum-ölüm havuzlarına dikkat çekiyorken, bir yandan kadim zamanlardan kalan “havuza su ekleyen taştan erkek” figürüne gönderme yapıyordu.

Mardin evleri – dar sokaklar:

mardin-12

mardin-13

Güneydoğu’da hâkim olan büyük aile yapısı, örflere ve geçmişlerin birikimlerinin izlerine duyarlı evlerde yaşamayı öğütlerdi. İç avlu olmazsa olmazdı. Dış taş duvardan evin içi ile ilgili bir fikir yürütmek olanaksızdı. Mardin’deki evler de böyle. Topografyanın getirdiklerine uygun olarak eğimden kaynaklanan 3-4 katlı olabilen evler, iç avlulu, çok odalıdırlar. Zaman içinde aile bireylerinden birinin evlenmesiyle artabilen oda sayısı ile eski evlere eklenti yapılır, kat sayısı artabilir. Yani yeni evler için, eski evlerin devamı olarak sokağın bir ucundan girip diğer ucundan çıkılır denilebilir. Mardin’de sokak kapıları avlulara açılır. Kalker taşından yapılan avlu duvarları ardında, ovanın sıcağına karşın serin oturma mekânları olan kameriyeler yaratılır. Odalar eyvanlara açılır. Damlar sıcak yaz geceleri için uyuma mekânı olarak kullanılır.

Mardin Müzesi:

mardin-14

mardin-15

Cumhuriyet Meydanı’nda yer alan yapı, Mimarbaşı Lole tarafından yapılmıştır. Kalker taşının ustaca işlendiği revaklı avlusuyla dikkat çeken yapı önce Askeri Tugay Binası olarak kullanılırken, 1995’de Mardin Müzesi olarak ziyarete açılır. Doğusunda Meryem Ana Kilisesi bulunur ve müze avlusunun kiliseye kapısı mevcuttur. Arkeolojik eserlerin sergilendiği salonlarda bugünlerde Bienal sanatçılarının işleri de sergilenmekte. Mimari üslubu İtalyan-Rönesans olmakla beraber, Mardin’in simgesi haline gelmiş yapı üretim anlayışına iyi bir örnektir.

Deyrulzafaran Manastırı:

mardin-16

Yapımına Ortaçağ’da başlanan manastır, Süryani Cemaatine ait. İyi bir restorasyon görmüş yapı Mardin’e 4 kilometre uzaklıkta bir mesafede, hala dünyanın her yerinden ziyaretçi akını mevcut. Pagan inançlardan gelen güneşe tapma odasının, doğuya bakan duvarından sızan incecik ışığıyla görülmeye değer bir mekân. Dışarısı 40 derece iken içerisi serin. Sarı avlusundan bakıldığında; sarı Mezopotamya ayaklar altında.

Dara Köyü’nde bulunan eski kent:

mardin-17

Doğu’nun Efes’i kazılmış eski bir köyde. Darius zamanından kalma bir antik kent olduğu tahmin ediliyor. Hala kazılıyor. Su sarnıçları, zindanları, kemeri, yolları, mağaraları ile inanılması güç bir organizasyona sahip çok eski bir şehir. Mardin’e 30 kilometre uzaklıkta.

Deyrulumur (Mor Gabriel) Manastırı:

mardin-18

Ortodokslar için en önemli manastırların başında gelen manastır 397 yılında kurulmuştur. Midyat’a 23 kilometre mesafedeki manastır, 5’inci ve 6’ıncı yüzyıllarda eklenen yapıları ile “İkinci Kudüs” olarak anılmaktadır. Mor Gabriel Manastırı, manastırlarıyla ünlü Yunanistan’daki Athos Dağı’nda kurulu herhangi bir manastırdan en az 400 yıl daha eskidir. Manastır, meşe ağaçlarıyla örtülü tepelerin doruk noktalarından birinde, 1610 yıllık uzun tarihi boyunca yaşadıklarını sergileyerek kendisine gelen konukları büyüleyerek karşılar.

Tokmakçılar Konağı:
Dar sokaklardan ulaşılan çok katlı bir eski konak kısa zamanda sergi mekânı olarak hazırlanmış. Ovaya bakan dört katlı, seksen odalı konak terk edilmiş olsa da alt kısımlarında hala yaşayanlar var.

mardin-19

mardin-20

Konakta eserleri sergilenen Heike Weber’in silikondan halısı sanki konağın salonu için özel yapılmış. Mithat Şen, Selim
Birsel, Arzu Başaran eserleri de Tokmakçılar konağında görülüyor.

Canan Dağdelen ‘Göbek / Navel’ i anlatıyor;
Küratör Döne Otyam`dan Mardin Bienali’ni duyduğumda çok heyecanlandım. Erken dönem İslam mimarisi, çalışmalarımın hep ilgi noktası olmuştur. Ve şimdi 14’üncü yüzyılda Artuklular döneminde inşa edilen Zinciriye Medresesi’ne işimi yerleştirebilecektim. Mardin’de iz bırakan kültürlere, yapıtlarına saygım büyük. Yerleştirmem için Medrese’nin tüm konumunu göz önüne alarak merkezi havuzu ve bu benzersiz mimari ile rekabet etmeyecek, kendini geri çekecek bir eseri seçtim.

mardin-21

İlk olarak Mardin şehri beni taş yapıtlarının hâkim rengi, Mezopotamya Ovası’na bakıldığındaki sonsuzluk hissi ile etkiledi; tümünün birbiriyle muhteşem ilişkisi, kent ve çevresinin. Burada eski kültürlerin izleri, asla baskı yapmadan, kişiyi dışlamadan hemen içine almakta. Sanki bu coğrafyada içimizdeki kadim parçalar yerlerini bularak köklerine dönerler, yerleşirler.

mardin-22

1. Mardin Bienali için yaptığım GÖBEK adlı çalışmamın konseptinin Mardin’de bulunduğum süreden sonra, yeni katmanlar kazandığını görmek beni mutlu etti. Mardin Bienali’ne içten teşekkürlerimle.

Zinciriye Medresesi’ni, mimarisini hassas bir şekilde vurgulamak, yansıtmak amacım; üstünlük sağlamadan, bu benzersiz mimari ve çevreyle akarak bütünleşerek.

İslam mimarisinde kullanılan; çeşme, çeşmeden havuza uzanan suyolu ve havuz; burada da doğumu ve hayatı sembolize eder.

mardin-23

Havuzu yapının merkezi olarak tanımlıyorum. Göbek fotoğrafından yola çıkarak aktardığım
imaj havuzun içine yerleştirdiğim yuvarlak aynanın ortasına, yapının kendi renklerinden yola çıkarak vurucu bir şekilde aktarıldı; özellikle alçak yerleştirildi. Embriyo suyun içinde yaşar, gelişir, doğumla hayata açılır. Doğumdan sonra ise göbek; merkezin, bağlı olduğumuz yerin izidir.

Yapıt, izleyici ve çevre suyla birbirine karışarak kaynaşıyor.

Benim için önemli olan minimal bir dil kullanarak son derece yalın bir formda, doğru yerde, en az oranda binanın merkezini, önemini yeniden tanımlamak ve yansıtmak…

Sabancı Müzesi’nin içinde gezerken, bu yapı için ilk yapıldığı günden bu yana emeklerini ve akıllarını verdikleri için birçok kişiye minnet duyuyor insan. Hem Mardin’e ait, hem çok yeni bir mekân. Kente uyumlu, kenti, bozmadan yenileyen bir yapı. Hayırseverlik denilen duygu ve davranışı bir kez daha hatırlattığı için Dilek Sabancı’ya kocaman bir teşekkür ile arka kapıdan dışarıya çıktığımızda yapının taş payandalarının da katkısı ile inanılmaz dar sokaklardan oluşan güzel mekânlar içinde buluyoruz kendimizi. Sanki bir Avrupa şehrine ait eski bir kent gibi. Demek ki olabiliyormuş…

Gece saat 10’dan sonra Vali Hasan Duruer eşliğinde gezdiğimiz Mardin sokaklarından geriye burası neden BARCELONA veya emsali olmasın diye düşüncemiz kalıyor?

Mardin’i kalkındıran, tanıtan Bienal için emeği geçen herkese, Döne Otyam’a, Mardin Valiliği’ne ve GAP İdaresi’ne teşekkürler…

Kaynak: Natura Haziran 2010

4 Yorum
  1. Şu Mardin orta Avrupa’da bir kent olsa bakın orası nasıl bir tarih-kültür ve turizm merkezi olur. Artık dünyanın tescillediği böyle bir mimari müze diyebileceğimiz kentimize daha bir alakalı davranmamız onu hakikaten dünyaya açmamız gerekiyor.

    Perran Su | 7 Temmuz 2010

  2. Mardin’in geleneksel taş ustalığının bugüne taşınması için bir entstitü kurulması gerekir. Mimarlık fakültelerinde yüksek lisans programları içinde bu mesele ele alınmalı ve belki de bu ülkenin taş işinde bu denli ileri giden kültürel zenginliği belgelenerek gelecek kuşaklara aktarılmalıdır.

    Osman Çoban | 9 Temmuz 2010

  3. Hem resimler hemde yazıların muhtesem.Senin ıle gurur duyuyorum.Cok optum.

    Nursen Altunakar | 13 Haziran 2011

  4. bence çok güzel 1 yer

    ömer | 22 Kasım 2013


Yorum yazmak için


  Avustralya’nın Melbourne kentindeki Penleigh ve Essendon Gramer Okulu’ndaki (PEGS) Müzik Merkezi, McBride Charles Ryan’ın (MCR) PEGS Kampüsleri genelindeki bir dizi girişiminin bir parçasıdır. 

Copyright © 2024 All Rights Reserved | Mimdap.org