Planlama ve Mimarlık Alanının Son 10 Yılı Sempozyumu - 1 - MİMDAP
Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
Planlama ve Mimarlık Alanının Son 10 Yılı Sempozyumu – 1
Share 12 Haziran 2009

Planlama ve Mimarlık Alanının Son 10 Yılı başlıklı Sempozyum, 11 Haziran Perşembe günü Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumu’nda başladı. İki gün süren sempozyumun ilk gününde 6 oturuma yer verildi:

  1. Mimarlık ve Planlama Alanının Son 10 Yılı
  2. Küresel ve Yerel Politikaların Planlama ve Mimarlık Alanına Etkileri
  3. Planlama Alanında Karar Süreçlerinin ve Kamunun Düzenleyici Rolünün Değişimi – 1
  4. Yaşam Kültürünün Değişimi ve Konut, Merkez İşlevlerinin Tasarımına Yansıması – 1
  5. Planlama Alanında Karar Süreçlerinin ve Kamunun Düzenleyici Rolünün Değişimi – 2
  6. Yaşam Kültürünün Değişimi ve Konut, Merkez İşlevlerinin Tasarımına Yansıması – 2

Oturum 1- Mimarlık ve Planlama Alanının Son 10 Yılı

Doğan Hasol başkanlığında ve Sırma Turgut’un raportörlüğünde gerçekleştirilen ilk oturumunda, ana başlık üzerine Prof. Dr. İlhan Tekeli ve Prof. Dr. Uğur Tanyeli’nin görüşleri alındı.

26.jpg

İlhan Tekeli – Planlamada Aktörlerin Değişimi

Ben kentlerdeki dönüşümü “Pseudo Dönüşümü” olarak tanımlayan İlhan Tekeli, kentler ve planlama sistemi üzerine konuşmasını

Kent merkezinde kentsel dönüşüm projeleri yapılıyor, buralara yeni bir kimlik yükleniyor, vb. ancak bu hangi aktörlerle yapılıyor?

16.jpg

70’lerden beri sistemin desantralize edilmesine yönelik çalışmalar sürüyor. Bu sırada merkezin yerel üzerindeki vesayetinden şikâyet ederken yerelin karar yetkilerina tek taraflı olarak el koyuluyor.

Demokratik Kitle Örgütleri (STK) artıyor ancak onlar da kamu yararı savunuculuğu yapmalarına rağmen siyasette etkili değiller. Siyasete etki edebilmek amacıyla yargıyı kullanıyorlar, ancak yargı da pek iyi durumda değil, vatandaşı savunmuyor.

80 sonrası yeni aktörler ortaya çıktı: gecekonducu, yap-satçı gibi. Bu şekilde kente eklemlenmelerle yağ lekesi gibi bir büyüme söz konusu oldu.

Bu dönemde TOKİ ortaya çıktı ve yurtdışında Developer olarak tanımlanan ve 60 öncesi olmayan bir işlevi yerine getirmeye çalıştı.

Bugün kent, yalnız konut alanlarının değil, kampus, sanayi alanı gibi büyük kullanımların katılmasıyla oluşuyor ve büyüyor.

Kent kullanıcıları için eskiden “kamu yararı” kavramıyla bir yaklaşım geliştirilirdi. Bu “kamu yararı da herkes tarafından farklı şekilde yorumlandı. Friedman’a göre iyi toplum anlamına geliyordu. Bugün ise “yaşam kalitesi” diye bir kavram olarak çıktı karşımıza. Kavramlar sürekli değişiyor.

Burada kısıtlı zamanda aktörleri tam olarak açıklayamıyorum ancak aktör sezgisini anlattığımı sanıyorum.

60’larda örneğin, devlet güçlü, büyük ölçekli master plan yapıyor, karar alma süreçlerine kişiler, küçük gruplar eklemlenemiyor, müzakere güçleri yok.

Bugün ise toprak, kıt kaynak haline gelince küçük grupların ya da kişilerin müzakere güçleri arttı ve müzakereye açık yeni bir planlama türü açığa çıkmaya başladı. Artık plan yapılırken öncelikle yeni bir vizyon geliştiriliyor. Ancak bu vizyonu plancı değil, toplum oluşturduğu zaman anlamlıdır.

Kentin stratejik planı, kentin stratejik planı değiştiren şeffaf müzakereler, bunların ardından uygulama projeleri, dönüşüm projeleri, yeni açılacak alanlar için de kentsel tasarım projeleri yapılıyor

Yukarıdakilerin hiçbiri mükemmel değil belki planlama adına, ama farklı planlar mozaiği yaratıyorlar. 20 yıl süreyle dondurulmuş planlar denetlenemez. Mozaik bu olayı denetlemeye hangi noktada, ne kadar yeter? Orası da tartışılır ancak dondurmaktan daha uygulanabilir olduğu söylenebilir.

Bir değişim – dönüşüm içindeyiz, yeni aktörleri fark ederek, yeni bir plan sistemini düşünmemiz gerekir.

Uğur Tanyeli – 21.yy Başlarken Türkiye Mimari Lümpen Tarihselcilik

“Mimarlık alanında ne olmadı son 10 yılda?” diye düşünüyor insan. Son 10 yılı çeşitli şekillerde anlatmak mümkün.

Lümpen Tarihselcilik’ten bahsetmek istiyorum. Tabi “lümpen tarihselcilik” varsa, “yüce, burjuva, soylu, proleter, ikinci gerici tarihselcilik de mi var?” gibi bir soru gelebilir karşımıza. Öncelikle şunu belirtmek istiyorum: Tarihselciliğe “Lümpen” derken bu kelimeyi mahkum etmek için kullanmıyorum. Lümpen, estetik imgelememizle 2. derecede ilişkilidir.

1970-90 arası dünyanın postmodern tarihselciliğinin yaşandığı bir dönem. Tüm tarihsel dönemler bir dönem yeniden üretilmiştir. Bu bir örnektir.

34.jpg

Lümpen Tarihselcilik deyimini Marks’ın Lümpen proletaryasından esinlenerek ürettim. Lümpen, Almanca’da yırtık pırtık, değersiz anlamına gelen bir kelimeden türemiştir. Dokusu bozulmuşluk halini ifade etmektedir. Ben de burada, kendi bilincine varma iktidarına sahip olmayan, kendinin farkında olmayan Türk tarihselciliğinden bahsediyorum esasında.

Bu tür tarihselciliğin temel özelliği kullanılan teknikten geliyor: En kolay bulunan ve en kolay ortadan kalkacak malzeme kullanılmaktadır.

Yeni bir tarih oluşturma sürecinde aslında tarihi gözükme ve tarihi yapıya sadıklık hayati önem taşır. Bu bakımdan Vakıf hanları örneğin sadakat duygusu taşımaktadır. Her ne kadar illüzyon yaratılıyor da olsa taş taştır, cam camdır. Olmadığı bir şeymiş gibi gözükmez. Ama tarihselcilik de zaten bunun gibi bir illüzyonu gerçekleştirmektir.

Bugün burada birkaç göstergeye indirgenmiş tarihselcilik. Örneğin, 1 kubbe, iki şerefeli minare, camidir. ½ oranında cam ve kırma çatı da söz gelimi “Türk Evi”ni tanımlar. Ama bunlar farklı bir tarihselciliği işaret ediyorlar. Tabi eğer buna talep varsa ciddiye alınması gerekir. bunları silerek toplumun % 95’ini yok edelim demiyorum.

Ama burada tarihsel görünmenin hiç önemi yoktur. Tarihsellik yanılsaması yaratma ihtiyacı bile duyulmuyor.Eski gözükmeye bile gerek yok. Eskilik yanılsaması da tarihsellik için önemlidir esasında.

Son dönemde yapılan restorasyonlara bakıldığında, dün yapılmış gibi görünen orta çağ yapıları olduklarını görebiliriz. Hem tarihi hem yeni gerçekleşemeyecek bir durumdur.

Burada sorunun ne olduğunu anlamak için muhtemelen toplumsallığı tartışmak gerekecektir.
Karşımıza çıkan herşeyin aslında lümpen siyasallıkla ilgili olduğunu görmemiz gerekir. Birlikte var oluyorlar. Ama burada “Lümpen Siyasallık” dediğimiz şey de, kendi siyasallığını görmek istemeyen bir siyasallığı işaret etmektedir. Bunları yapan kimse kendi siyasal sorumluluğunu kabul etmiyor. Buradaki tartışmanın siyasal olduğunu kabul etmeme durumu söz konusudur. Çünkü bunların mimarlığın sahip olamayacağı derecede yüce öğelere sahip olduğunu düşünürler. Sürekli kutsallık üretmek için yapılmış bir lümpen siyasallıktır ve bence bu ciddi bir problemdir.

Türkiye’de böyle bir şeyle ilgili dalga geçmeniz ya da böyle bir şeyi eleştirmeniz dahi olanaksızdır. Çünkü mimarlığı değil diğer simgeleri eleştirmiş olursunuz. Ve dini, çağdaşlığı ve bunun gibi konuları da bu ülkede tartışamıyoruz.

Bunun büyük ölçüde son 10 yılda tırmanan, Türkiye’yi etkileyen bir olgu olduğunu söyleyebilirim. Restorasyonda bunu açıkça görüyoruz.

Oturum 2- Küresel ve Yerel Politikaların Planlama ve Mimarlık Alanına Etkileri

Prof. Dr. Ruşen Keleş’in başkanlığı ve Funda Öztürk Kerestecioğlu’nun Raportörlüğü’nde gerçekleştirilen ikinci oturumda Y. Mühendis Mimar Yaşar Marulyalı, 1950’lerden bugüne mimarlık sektöründeki gelişmeleri kendi deneyimleri ışığında anlatırken, Prof. Dr. Hüseyin Kaptan İstanbul Metropoliten Planlama veKentsel Tasarım Merkezi’nde gerçekleştirilen Çevre Düzeni Planı yapım sürecini ve Mimar Oktay Ekinci ise Küresel ve Yerel Politikaların Planlama ve Mimarlığa Etkileri’ni anlattı.

17.jpg

Prof. Dr. Ruşen Keleş – Anlayış Farklılıkları Ortaya Çıkmaktadır
Küresel ve yerel politikalarda da son 25 yılda çok farklılık yok ancak, yoğunlaşma var. Örneğin planlamada bugün müşteri memnuniyeti ile alıcı-satıcı ilişkisi yaratılmış durumda.Küreselleşme, kamu hizmetinin niteliğini etkileyen bir olgudur. Kamu hizmetleri üretilirken öncelikle;

1. Kamu hizmetleri kamu hukuk kurallarına uygun üretilmelidir;
2. Kamu hizmetleri kamu kuruluşları tarafından üretilmelidir;
3. Kamu hizmetleri kamu yararının gerçekleşmesi amacıyla üretilmelidir,
kuralları geçerlidir. Ancak bugün 1 ve 2 tamamen ortadan kalktı, örneğin daha çok özel kuruluşlar bu üretimi gerçekleştirmeye başladı. 3. ise aslında değişmemesi gereken bir ilkedir ancak bu konuda büyük bir yozlaşma söz konusudur.

Kamu yararı, bireylerin yarar toplamından farklı, onun üzerinde bir anlam taşır.

27.jpg

Yönetim anlayışlarında da değişiklik söz konusudur. Son zamanlarda “yönetişmek” diye bir kavram duyar olduk. Bunu duyunca benim aklıma, “itişmek-kakışmak” geliyor ama sevişmek gelmiyor örneğin.Yönetişimde aktör sayısı çoğalmış, niteliği değişmiştir. Yönetim 2 aktörden çıkıp çok aktöre geçmiştir. Az gelişmiş ülkelerde, aktör arttıkça eşgüdüm, koordinasyon sorunu da artar.

“Kamu yönetimi” kavramı da bu kapsamda az kullanılan ya da kullanılması tercih edilmeyen, yerine “işletme yönetimi” kullanılan bir kavram haline gelmektedir ancak bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekir çünkü kamu yönetimi kenti ön plana alırken, işletme yönetimi esnek, müşteri ve piyasa odaklı bir yönetimi almaktadır.

Her yenilik iyi midir? Bazıları geriye gidişi, kimi zaman kamu yararını ifade eder. saydamlık, açıklık gibi son zamanlarda sıkça kullanılan kavramların hiçbiri yeni değildir, hepsi geleneksel kamu yönetiminde hukuka yansımıştır.

Günümüzde ayrıca özel sektör ile kamu arasındaki denge de sorgulanmaktadır. Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler ve AB’nin bazı kuruluşları da bu tip konulara müdahale etmeye başlamıştır.

Bugün planlama, mimarlık, tasarım kent rantının paylaşılması konusunda birbirleriyle yarışıyorlar. Bu rantın doğru paylaşılmasıdır önemli olan.

Yaşar Marulyalı – 1950’lerden Günümüze Serbest Mimarlık Deneyimi
35.jpgMimarlık sektörünü ve politika ile ekonominin serbest hayata ne kadar etkili olduğunu 1950’den itibaren kısaca anlatmaya çalışacağım.

Yarım asrı aşan büroculuk deneyimine sahibim, 1950’lerde mühendis ve mimar arkadaşlarımızla büro açtık. 50lerde savaşta yeni çıkmış bir dünya ve bundan etkilenmiş bir ülke sözkonusuydu.

Menderes İstanbul imar faaliyetlerine başladığında büyük yıkımlar, büyük değişiklikler oldu. Anadolu’dan battaniyeye sarılı eşyalarıyla imar faaliyetlerinde çalışmak üzere göç edenler arttı.

1960 ihtilali ile işler kesildi ancak bu sırada yarışmalar açıldı, bazılarını kazandık, bunun üzerine işlerimiz arttı. Büro 20 kişiye çıktı. Kaliteli binalar yapmaya özen gösterdik.

Bu dönemden sonra DPT açıldı ve büyük yatırımlar, sanayi hamleleri ile müh ve mimarlara yeni iş sahaları açıldı.

70 – 71 askeri müdahalesinin ardından ülkede döviz sıkıntısı başladı ve Almanya’da çalışan Türk işçilerin dövizleriyle devlet idare edilmeye çalışıldı. O dönem, Kıbrıs Müdahalesi sonrasında açılan Kıbrıs anıtı yarışmasında 1. olduk.

Bu zamanda yapı sektörü oldukça zora girdi. Müteahhitler, Suudi Arabistan ve Libya gibi ülkelerde çalışmaya başladılar.

Askeri hareketin ardından gelen 3 yıllık askeri iktidar döneminde, ekonomi biraz toparlandı. Sonrasında yapılan seçimi kazanan Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde ise dışa açılma ve liberal akım başladı. Teknoloji ve malzeme ülkeye girmeye başladı.

90’lara gelirken Dalan İstanbul’da Belediye Başkanı oldu ve Haliç çevresinde tarihi yok etti.
Tarlabaşı’ndaki Levanten kültürüne ait yapılar yok edildi.

90ların sonuna doğru Doğu Avrupa da liberalleşmeye başladı. Rusya’da da iş alanları açıldı.

Yeni teknolojik malzemelerin ardından ülkeye bilgi teknolojisi de girdi. Bu gelişme projelere büyük bir hız kazandırdı. Projelerin çok daha kaliteli ve iyi olmasını sağladı. Mühendis ve mimar projelerinin entegrasyonu kolaylaştı.

Ardından Avrupa’dan iç yatırımcılar AVM yatırımları için geldi. İlk AVM yapıldı, yatırımcı o dönemde, dışı metal sıradan bir kutu isterken bugün AVM mimarisi konusunda yarış başladı. Kuruluşlar daha sonra belediyelerle anlaşarak diledikleri yerlerde AVM yaptılar.

2001’de ülke iflas durumuna geldi. Ardından AKP belediyelerin %80’ini kazanarak iktidara geldi. Ardından açılan İMP 2 önemli yarışma yaptı ancak yalnızca uluslar arası mimarlar davet edildi. Türkiye’nin 50 yıllık mimari deneyimi hiçe sayıldı. Üzerine belediye başkanı Mimar Kadir Topbaş da “Her terzi ipek kumaş dikemez” diyerek mimarlarımızı küçülttü.

Bu aşamada mevzi imar planları ile rantlar yaratıldı.

44.jpg

İstanbul’da Mecidiyeköy – Maslak ekseni ile Paris’teki Le Defence bölgesi kıyaslanabilir. Fransa’da bu süreç uzun süreli planlamayla, otoparklarıyla ulaşımıyla birlikte düşünülerek geliştirildi. Bizde ise Bizde 2,5 emsal 5’e, 7’e çıktı.

Prof. Dr. Hüseyin Kaptan – İMP Süreci Çok Faydalı Olmuştur

6.jpgİMP büyük fırsattı. 300’e yakın plancıyla ve akademik kadroyla yoğun bir çalışma yapılmıştır. Çalışmalar sırasında Marmara planı yapmanın daha doğru olacağı anlaşılmış ancak hukuken mümkün olamamıştır. Ama en azından analitik etüt konusunda faydalı, iyi bir çalışma olmuştur.

Bu süreçte Metropoliten Bölge kavramı üzerinde durulmuştur. Doğal çevre nedeniyle fiziki gelişmenin mümkün olmadığı anlaşılmıştır. Ayrıca yasadışı nüfusun da 8 – 8,5 milyon civarında olduğu görülmüştür.

Sanayi alanlarının desantralizasyonuna önem verilmiş, İstanbul’un çok merkezli hizmet politikasına dönüşü ön görülmüştür. Bu kapsamda en önemli gayret kültür merkezleri üzerinde olmuştur. Ayrıca nüfus 15 – 16 milyonla sınırlandırılmıştır.

MİA ve coğrafi alt bölgeler ön plana çıkarılmış, böylelikle kentin kendi içinde değil çevre kentlerdeki potansiyellerle gelişmesi istenmiştir. Örneğin Silivri’nin alt bölge olma sebebi, Trakya planında gelişen Çorlu ve çevresidir. 2 milyonluk nüfus, hızlı tren, MİA ve teknoparklarla desteklenmiştir. Kartal için ise aynı konu Gebze konusunda öne çıkmıştır.

Bütünüyle kara yolu ulaşımı ile bir kentin sürdürülebilmesi mümkün değildir. Ulaşım çeşitliliği önerilmiştir. Ekoloji, ekonomi ve toplumsal 100’e yakın proje geliştirilmiştir.

Büyükdere caddesinde tükenen enerji LaDefence’ye eş’tir ancak çok vahşi bir ortamla karşı karşıya kalmıştır.

Kartal Projesi’nde de niyet Türk mimarlarıyla birlikte bir yarışma düzenlemekti. Biz Türk mimarları seçemedik, gaflet oldu, baktık zaman bitmiş, öyle bir niyet yoktu. Başkanın da dili sürçtü.

51.jpg

Yeni bir deney daha başladı bundan sonra, Dragos’ta çoğu Türk bir çok mimarı çağırdık, birçok ölçüde daha faydalı oldu.Deprem konusunda ise en önemli dönüşüm konut alanında olmalıdır. Deprem için yapılmış projeler var, Zeytinburnu örneğin. Ancak yapılan çalışmalar gösterdi ki, mevcut yapı stoku kullanılınca mevcut sosyal yapının göç etmesi yani gentrification söz konusu oluyor.

Eskiden yani 2981 öncesi kaçak yapılar ıslah edilebilirken bugün hepsi apartmanlaştı ve eritmek mümkün olamamaya başladı. Aynı miktarda üretim yapılsa bile yeterli olamıyor maalesef.

Oktay Ekinci – Küresel ve Yerel Politikaların Planlama ve Mimari Etniği

8.jpgSon 20 yıldır planlama – mimari ayrışması bilinçli biçimde sürüyor. Son 10 yılda yeni birşey yok ama öncekilerin olumsuz yönleri ortaya çıkıyor.

Türkiye’de siyasi muhafazakarlık plansızlık demektir.

Küresel imar dayatmasının öncüsü de Hilton’dur. Atatürk’ün planına ABD istemiyle siyaset darbesi vurulmuştur. Yeşil alan duvarı yıkılmış, hükümet kararıyla Lütfi Kırdar görevden alınmış ve Hilton yapılmıştır.

2000’lere kat karşılığı kentleşme darbe vurmuştur. Kat karşılığı kentleşmenin imar kültürüdür.

Bu sırada ayrıca korumak yoksulluk, yıkmak varsılık sağlar olmuştur. Bu anlamda tarihin en hızlı ve en planlı rantsal dönüşümü Balıkesir’de 1950 – 2000 arasında gerçekleşmiştir. O dönemden yalnızca 6 sivil mimarlık örneği kaldı.

Antalya da aynı şekilde Tümü planlı, imarlı, yasal dokusuyla 70- 80 arasında yok edilmiştir. Taammüden /planlı cinayettir bunun adı. En kötü plan plansızlıktan iyidir denir evet, doğru çünkü en kötü plan çok para kazandırır.

Rantın siyasal darbesi anayasasız yağma hukukudur. Türkiye demokratikleştikçe imar alanından faşistlik artıyor.

Siyasal kayırmanın adı ise “Turizm Merkezi”dir. Turizm merkezinde koruma mimarisi örneği de Sultanahmet’teki bir oteldir!

7.jpg

mimdap

1 Yorum
  1. Mimarlık ve planlama alanının son 10 yılı oldukça hareketli. Kavramlar değişti bütün dünyadaki gibi. Değişmekte halen. Bizde çok büyük değişiklikler olmaya başladı. Henüz oldu denemez. Bunun nedeni bence yeterli sermaye birikimin olmaması. Ulsulararası sermaye için değerli ama öyle aman aman herşeyi kapatacak bir durum söz konusu değil. Çok önemli olan bence bu ülkenin olası değişimlere karşı kendisine ait esaslı bir politikasının olmaması. Bunun tesis edilemediğini zannediyorum.

    Metin Kuruca | 15 Haziran 2009


Yorum yazmak için


  Avustralya’nın Melbourne kentindeki Penleigh ve Essendon Gramer Okulu’ndaki (PEGS) Müzik Merkezi, McBride Charles Ryan’ın (MCR) PEGS Kampüsleri genelindeki bir dizi girişiminin bir parçasıdır. 

Copyright © 2024 All Rights Reserved | Mimdap.org