Frank Gehry’nin kariyer dilemması - MİMDAP
Ana Sayfa Bağlantılar Biz Kimiz İletişim Mimar İş İlanları
ANA SAYFA
Frank Gehry’nin kariyer dilemması
Share 2 Aralık 2008

Artık pek çokları, Gehry'yi "yeni bir fikir sunamamakla" eleştiriyor. Washington Post'un mimarlık eleştirmeni Philip Kennicott ise, köşesinde yazdığı yazıda, 80 yaşına gelmiş ünlü mimarın kariyerinde "son bir dokunuşa" ihtiyacı olduğunu söylüyor.

Mimarlığı pek yakından takip etmeyenler bile, bir bina için “Gehryesque” tanımını kullandığınızda neyden bahsettiğinizi bilir. Söz konusu bina, dünyadaki yaşayan en ünlü mimarın, Frank Gehry’nin eseridir. Büyük ihtimalle eğimli ve dolambaçlı yapısıyla, mimarın Bilbao’daki en ünlü yapıtı olan Guggenheim Müzesi’ni andıracaktır. Böylesi bir görsel fikirle, kendi adını ve stilini taşıyan bir yapıta imza atmayı, çok az mimar başarabilir.

Ancak mimarın yeni tamamladığı son iki yapısına baktığımızda, Gehry’nin yarattığı efsanenin bizzat Gehry tarafından tehdit edildiğini görüyoruz. Söz konusu iki yapı, Princeton Üniversitesi’nin kütüphanesi ve Toronto’daki büyük bir sanat müzesinin ek binası… Görünen o ki, Şubat’ta 80 yaşına gelecek olan mimar yaşlandıkça, Bilbao’daki müze tarzındaki yapıları, giderek bir çıkmaz halini alıyor. Ünlü mimar için yeni olasılıklar ortaya çıkacağı yerde, yeni yapıları Gehry’ye olduğu yerde patinaj çektiriyor. Son tasarımlarına baktığımızda, Gehry’nin en güncel binalarının, aynı zamanda en az “Gehryesque” binaları olduğunu görüyoruz.

Guggenheim Müzesi

Gehry’nin Princeton Üniversitesi için tasarladığı Lewis Bilim Kütüphanesi, geçtiğimiz ay açıldı. Bina, Gehry’nin diğer yapılarına benzediği için, mimarın müşterileri hemen tatmin olmuştu. Heykelsi bir görünümü vardı, ilginç biçimleri içinde barındırıyordu ve eğimli bir çelik gövdeye sahipti. Ancak gerçekte bina çok kötüydü, yapıyla uzlaşmak zordu. İçindeki garip mekânlar, kütüphane işlevini yerine getirmekten çok, mimarî bir tat vermeye hizmet ediyordu.

Gehry’nin Ontario Sanat Galerisi için tasarladığı ve 14 Kasım’da açılışı yapılan yeni ek bina ise, daha değişik bir mekândı. Rahatlıkla söyleyebiliriz ki, aynı zamanda en az Gehryesque eserlerinden de bir tanesiydi. Eski müze binasının üzerinde yükselen yeni dikdörtgen şeklindeki mavi yapı, bir Gehry eseri olmaktan çok, daha dörtgen şeklinde, oyuncak görünümlü bir binaydı.

İşte size, Gehry imzalı iki değişik yapı, iki değişik algı… Birlikte ele aldığınızda Gehry’nin Guggenheim’dan beri tutturduğu yoldaki kararsızlığını gösterdiğini söyleyebiliriz. Mimarın en iyi eseri olan, aynı zamanda geçtiğimiz yüzyılın en önemli yapılarından biri olan müze, Gehry’nin pek çok tasarımına da izini bırakmıştı. Geç dönem yapılarının bazıları gerçekten de etkileyiciydi. Los Angeles’taki Walt Disney Konser Salonu, bir konser merkezi olarak harika iş çıkartıyordu ve Los Angeles’a yeni bir doku kazandırmayı başarmıştı. Ancak Gehry’nin New York’taki Bard College için tasarladığı daha ufak bir konser salonu ise, ölü noktaları ve sosyal etkileşime izin vermeyen yapısıyla, tam bir hayal kırıklığıydı. Gehry, aynı zamanda Seattle’da inşa ettiği Deneysel Müzik Projesi binasıyla da sert şekilde eleştirildi.

Guggenheim Müzesi’nden bir detay

Gehry’nin dünya çapındaki ünü büyüdükçe, en iyi yapısının klonlarından ibaret olan yeni binaları, o üne zarar vermeye başladı. Mimarın New York’taki Corcoran Sanat Galerisi için yapacağı ek bina projesi iptal edildiğinden, kimsenin onu eleştirme fırsatı olmayacak. Abu Dhabi’nin Dubai’ye devasa bir Guggenheim Müzesi yaptırmak istediği biliniyor, ancak o binanın akıbeti de henüz belli değil.

Gehry mimarlığı, çoğu zaman basit tanımlarla açıklayabileceğimiz Gehryesque stilinin de ötesine geçmeyi başarır. Mimarın, yapılıp tekrar bozulmuş gibi görünen Santa Monica’daki evinin yeniden modellemesi, insanların Gehry mimarlığı dediğimizde algıladığı şeyin ötesindedir. Mimarın Manhattan için tasarladığı 76 katlı yeni kule projesi de, popüler Gehry algısının dışına çıkıyor ve Gehry’nin alışılageldik tarzındansa, 20. yüzyıl gökdelen mimarîsiyle daha çok ilişkiye giren bir tasarım olarak duruyor.

Gehry’nin Toronto’daki müze eklentisi için müşterisine iki değişik fikir sunduğunu da unutmamak gerekiyor. Müze yöneticisi Matthew Teitelbaum, tasarımlardan birinin çok canlı ve karmaşık olduğunu belirtiyor. Ancak Gehry daha çok minimalist duran mavi kutu fikriyle ilgilenmiş, böylece eklentisini hemen yakındaki Will Alsop tasarımı Sharp Tasarım Merkezi’yle etkileşim içine sokmuş.

Ontario Sanat Galerisi Eklentisi

Binanın cephesini incelediğimizde de, Gehry imzasının enerjisini yavaş yavaş kaybetmeye başladığını görüyoruz. Binanın tüm bir bloğu kaplayan ön cephesi, bükük cam ve onu destekleyen çelik ve ahşap malzemeyle yapılmış. Bilbao’daki biçimlerle karşılaştırdığımızda, buradaki form daha az özgür ve akışkan. Gehry, eski biçimlerini minimal bir şekilde yeniden ele alırken, parlak biçimlerdense, daha transparan şekiller kullanıyor. Cephedeki cam, sergi alanlarıyla müzenin ön kısmını birbirine bağlarken, aynı zamanda günışığının da müzeye dağılmasını sağlıyor. Ancak diğer taraftan, bu şeffaf form, Gehry’den aşina olduğumuz eski biçimlere tamamen aykırı bir şekilde, Bilbao’daki başyapıtın tam tersi bir doğrultuda ilerliyor.

Bu, aynı zamanda yeni bir Gehry binası için sorulması elzem “Acaba bu yapı Gehryesque olacak mı?” sorusunu da geçersiz kılıyor. Mimarın alâmetifarikası olan stili, şeffaf biçimlere indirgeniyor. Ziyaretçi, müze girişinde cepheye dikkat etmektense, onu geçerek içerideki mimarî detaylara odaklanıyor.

Gehry’nin Toronto’daki en büyük başarısı ise, müzenin eski iç mekânlarını yeniden ele alması ve kimilerini birleştirmesi olmuştu. Eğri titanyum malzemeler kadar seksi bir görüntü sunmasa da, projenin bunu başarması şarttı.

Ancak maalesef, Princeton’daki Lewis Kütüphanesi’ne baktığımızda, bu iyi yönlerin hiçbirini göremiyoruz. Gehry mimarîsinin agresif kalitesi, burada yerini daha lüks ve daha duyulara hitap eden fikirlere bırakıyor. Sonuçta kütüphane, bitirilmemiş, çözülmemiş ve pek de çekici olmayan bir görüntü sunuyor.

Walt Disney Konser Salonu

Asıl hayal kırıklığı ise, kütüphanenin iç mekânlarında yaşanıyor. Her kütüphanede görmeye alışık olduğumuz danışma masası burada kullanılmamış. İçeri girdiğiniz anda, alt kattaki galeriden geçerek kendinizi kütüphanede buluyorsunuz; ancak bir türlü “orada” olma hissini yakalayamıyorsunuz. Danışma ve çalışma masaları bu alt kata yerleştirilmiş, ancak burası üniversitenin bilimsel etkinliğinin gerçekleştirildiği bir mekândan çok, pahalı bir bara ya da kafeye benziyor.

Gehry, bir keresinde “Yapım halinde olan binalar, bitmiş binalardan daha iyi görünüyor” demişti. Gehry’nin bu sözleri, mimarın kendine has estetiği konusunda bize ipucu vermeyi başarıyor. Henüz tamamlanmamış binalar, belirgin bir kaos ve düzensizlik içeriyor olsa da, binanın temel mantığını daha açık şekilde ortaya çıkartıyor. Bu da, Gehry mimarlığının temelini oluşturuyor: Hiçbir zaman düzene kavuşmayan, estetik bir kaos. Aynı zamanda hem ciddi, hem de oyunbaz. Guggenheim’ın mükemmelliği de, bu oyunbazlığı devasa ölçekteki bir binaya yedirmeyi başarmasında yatıyor. Gehry, onu star mimar olarak üne kavuşturan yapısında, gerçek gücünü ve tarzını yakalamayı başarıyor. Ancak insanların ondan beklentisi arttıkça ve Gehry Bilbao’da yakaladığı damarı kullanmaya devam etmeye çalıştıkça, dengeyi tutturmayı başaramıyor.

Peki, Gehry’nin en başta kullandığı malzemelere geri dönmesini de bu gerçekle açıklayabilir miyiz? Mesela neden Princeton’daki kütüphanenin okuma masalarında kontrplak kullanmayı tercih etti? Ya da neden Toronto’daki binasının temel yapısı, bir balığın kılçıklarını andırıyor? Bilindiği üzere, Frank Gehry pek çok yapısında kullandığı opak metal malzemenin altına, balık kılçığı şeklinde bir iskelet yerleştirmeyi seviyor.

Bir diğer olasılıksa, Gehry’nin en basit tabiriyle “ilerlemek” istemesi. Bizim “Gehryesque” olarak tanımladığımız, mimarın çizgisindeki ufak değişimleri kaldırabiliyor belki de.

Mimarlık camiasının en çok merak ettiği yapılardan biri de, Roanoke’deki 7500 metrekarelik yeni Taubman Sanat Müzesi. Müzenin tasarımı, Frank Gehry’nin yanında 7 yıl boyunca çalışmış eski bir öğrencisine, Randall Stout’a ait. Bina henüz açılmadı, ancak metal giydirmesi, heykelsi yapısı ve geniş cam atriyumu, fazlasıyla Gehryesque bulundu. Hatta bir dergide yayınlanan bir yazıda, ortada bir fikir hırsızlığı olduğu dahi iddia edildi.

Lewis Kütüphanesi

Randall Stout’un yeni müzesi, hiç de fena görünmüyor. Hatta bölgeye çok önemli bir katkı yapacağı da söylenebilir. Fakat her şeyden önemlisi, yapının sadece 66 milyon dolara mal olmuş olması. Gehry’nin Toronto’daki müze eklentisi 231 milyon dolardı, Disney Hall ise 274 milyon dolara tamamlanmıştı. O halde, Gehry’nin öğrencisinin, ustasından daha ucuza Gehryesque binalar yaptığını söyleyebilir miyiz?

Randall Stout bir fikir hırsızı mı, yoksa stilini geliştirmeye çalışan bir mimar mı? Gerçekten iyi mimarî fikirler, tek bir mimarın ya da sanatçının tekelinde olamaz. Stout’un Roanoke’deki müzesi de, artık sadece Frank Gehry’ye ait olmayan bir stilden izler taşıyor.

Geçtiğimiz yıllarda, pek çok mimarlık eleştirmeni, Gehry’nin eserlerini tutarsız bularak eleştirmişti. Onlara göre, Gehry artık yeni fikirler üretemiyordu, kendi ününün kurbanı olmuştu. Ne kadar tersini söylese de, artık bir mimardan önce, bir sanatçı olarak öne çıkıyordu. John Silber, “Architecture of the Absurd” isimli kitabında, Gehry’nin “Akıllı, kararlı ve çok parası olmayan bir müşterinin getireceği kısıtlamalara ihtiyacı olduğunu” söylüyordu.

Bu söylenenlerin tümü gerçek olabilir, ya da belki de hepsi gerçek dışıdır. Ancak Frank Gehry’nin 20 yıldır devam ettiği “üstünkörü” tarzından kurtulması gerekiyor. Gehryesque olma hali, onunla daha fazla ilgilenen genç mimarlara bırakılabilir. Frank Gehry’nin kariyerinde yeni bir bölüme, son bir sahneye, çalışma yaşantısını zirvede noktalayacak son bir dokunuşa ihtiyacı var. Toronto’daki bina, her ne kadar pek çok konuda üstün olsa da, “o” bina değildi. Lewis Kütüphanesi’nin de olmadığı çok açık.

Yazı: Philip Kennicott
Kaynak: Washington Post

3 Yorum
  1. bir ekoldür Ghery, seven sevmeyen yönünden değil sadece. Corbusier gibi Wright gibi Kahn gibi…

    yavuz sergen | 3 Aralık 2008

  2. Ekol olması, yaptığının tekrarının tartışıldığı gibi tartışılır.

    azmi açıkdil | 3 Aralık 2008

  3. kötü bence

    nalçın | 15 Nisan 2012


Yorum yazmak için


  Avustralya’nın Melbourne kentindeki Penleigh ve Essendon Gramer Okulu’ndaki (PEGS) Müzik Merkezi, McBride Charles Ryan’ın (MCR) PEGS Kampüsleri genelindeki bir dizi girişiminin bir parçasıdır. 

Copyright © 2024 All Rights Reserved | Mimdap.org